Namazda 1 ve 0

Perina

Banlı Kullanıcı
Katılım
7 Eki 2011
Mesajlar
795
Tepkime puanı
64
Yaş
51


Kâbe etrafında saf tutmuş insanlar tüm dünyada farkında olmadan dev bir sıfırın parçası olurlar. Namaz, insanın her haliyle 1 benlikten, 0 şeklindeki yokluğa olan yolculuğudur. Ayaktaki insan, 1 benlikten secde halinde şeklen girilen 0′ın maneviyatına ulaşmaya çalışır. Ve lisan-ı hal ile der ki; “Ben yokum, yalnız bir olan sensin. Benliğim ve istekleri yoktur. Yalnız sen, sen varsın ve senin isteğin artık benim isteğimdir”.
Kâinattaki her iş ve oluş Allah’ın istek ve takdiri olduğu için, kul bu haliyle tamamen teslim olmuştur ve kendisine emredileni yapmakta tereddüt etmez.
Bu haliyle kişi, Leyla’nın varlığında kendi varlığını yok etmiş Mecnun gibi, O’nun yanında ben demeye mecal bulamaz. O bir şey emredince, benim isteğim seninkinden öndedir diyemez. Her arzusu ilahın, öz benliğin mutlak itaat ettiği emirlerdir.



İnsan namaza ayakta yani elif şeklinde başlar. Arapçada elif aynı zamanda 1 sayısını temsil eder. Kişi namaza 1 şeklinde yani bir benliği olduğu iddiası ile başlamaktadır. Sonsuz arzuları ve kısıtlı algısı nedeniyle kendisini Yaratıcı’dan gelmeyen ve ondan başka bir benliğe sahip ayrı bir varlık zanneder. Bu zannı nedeniyle Rabbine sen diye hitap eder. Onu uzaklarda bir yerden kendini gözlüyor zanneder.

Hâlbuki Allah; “Allah, doğunun da batının da Rabbi’dir. Öyleyse istediğiniz yöne yönelin…” ayetinde belirtildiği gibi ya da; “Nereye dönerseniz dönün Allah’ın yüzü oradadır” ayetinde olduğu gibi, istisnasız her varlık Allah’ın bir yansımasıdır. Çünkü her varlık Allah’ın yüzünün, duygularının düşüncesinin bir ifadesi sonucu oluşmuştur ve o şekilde hareket eder. İnsanoğlu bunun idrakine vararak baktığı her yerde kendi içi de dâhil, Rabbini görebilmesi için öncelikle kendisini “var gibi” ya da “ayrı bir varlık gibi” görmekten kurtulması ve gerçeği en derinden hissetmesi gerekmektedir.

Nereye dönersek, bakarsak Rabbimiz orada ise, haydi durma kalbine bak, öz benliğinin en derinine… İnsanın Rabbini en güzel görebileceği yer kendi kalbidir. Ona dokunacak kadar yakın olmaktan çok daha ötedir bu. Benliğini yok ederek aşktan ölecek noktaya geldiğinde insan âşık olduğuna dönüşmüştür ruhen. Mecnun’un “Ben artık Leyla’yım” dediği gibi… Ya da yıllardır kör olan birinin güneşi görüp, güneşin içine girdi zannetmesi gibi…
Bu durumda; kişi, Allah’ın zatına ulaştırılmış olur. Aslında zatında olanı, her yerde olanın her daim yanında ve iç içe olduğunu görür. Bu basit bir biliş değil, keskin bir görüş ve insanı uyutmayan, içinde yangınlar çıkaran bir hissediştir. Ta ki yok olana kadar… Görüşün derinleşmesinde bir sınır yoktur…

Âşık sevdiğinin kapısını çalar, içerdeki ses “kim o!” der. Âşık: “BEN” der. İçerdeki ses: ”aşkta BEN yok” der. Yıllar geçer sonra âşık yine aynı kapıyı çalar içerideki yine “kim o!” der. Bu sefer âşık “SEN” der ve kapı sonuna kadar açılır… Çünkü sevgilinin yanında ikinci bir ben’e yer yoktur. İki benliğin olduğu bir kalpte aşk olmaz, birleşmişlik olmaz.
Benliğin yok olması demek “öylece durup hiçbir şey yapmamak, hiçbir şey istememek değildir”. Kara sevdaya düşen, Aşktan ölen bitmiştir. Fakat sevgilinin benliğinde bitmiştir… Artık istekleri onun istekleri olur, düşünceleri onun düşünceleri… Kişi ben şöyle giyineyim bugün diyemez; sevgili olan “O”, nasıl istiyorsa benim isteğim odur. O bugün ne yapmamı istiyorsa benim isteğim o’dur der.

Âşık olmak kişinin elinde değildir. O, kalbi saf, tertemiz ve mütevazı olanlara verilmiş ilahi bir armağandır. Âşık olmaya verilmiş bir izin vardır.
Haydi, sanki âşıkmışçasına günde 5 kez sevgilinin evinde o’nu gözleyin, haydi onun çağırmasını bekleyerek evinin önünde dolaşın, davet gelince en güzel elbiselerle içeri girin, haydi günde en az 5 kez ona olan övgünüzü ve hayranlığınızı göklere haykırın ezanlarla… Haydi, âşıkmışçasına her karşılaştığınıza ondan bahsedin ve “merhaba” yerine onun adını söyleyin… “Selam, selam seninle olsun” deyin.
Âşık olmak kendisine nasip edilene kadar en sevdiğimiz dünyalıklarımızı armağan ederek, kendinizi küçülterek, herkesin ortasında O’na secde ederek, hatta sokak ortasında ezan okunur okunmaz… İnsanlar, “Delirmiş bu aşktan” diyerek ayıplayınca kadar…

Allah Rasülü (s.a.v), ümmetinin zikir delisi olmasını istiyor ve şöyle emrediyor:
“Yüce Allah’ı o kadar çok zikredin ki, insanlar size deli desinler.” (Ahmed, Müsned, Müsned, III, 68; Hakim, Müstedrek, I, 499; İbnu Hıbban, Sahih, No:817, Heysemi, Mecmau’z-Zevaid, X, 75)
Kişi, aklıyla aşka asıl layık olanı görürse, yani âşık olduğumuz ve olacağımız her şeyi yaratanı, aşkın asıl sahibini görürse ve ona yönelirse kendisine gerçek aşk verilir. Sadece sabırlı olmak… O duyguyu gerçekten yaşayana kadar taklit etmek lazım ve emredileni yerine getirmek. Sevgiliden gelen Kuran mektubunun her satırını ezberleyecek kadar çok okumak, tüm aklımız ve kalbimiz anlamak için tükeninceye kadar özümsemek, onu her duyuşunda ya gözleri dolmak ya da yüzünde güller açmak arasında gelip gitmek… İşte aşk bu demek.

Bir ben’i olan emir kabul etmez. Çünkü kendi benliğinin emirleri vardır zaten bedeni üstünde. Bir benlik üzerinde iki ayrı efendinin emirleri birden işleyemez. Aslında kendi benliğine esirdir o gerçekte. Ne zaman, “Artık ben yokum, ben bir hiçim, sen sadece sen varsın benliğimin ve her şeyimin sahibi efendisi sen ne dersen o olacak, benim konuşursa onu dinlemeyeceğim ve onu yok sayacağım, onunla savaşıp öldüreceğim verdiğin güçle” derse… Bu durumda öteki benliğini, Rab, kıskanarak o kulun elleri ile öldürür. Kim benliğini öldürürse Allah için; Allah da ona kendi zatını sunar.

Kuran’da meleklere Hz. Âdem’e secde etmelerinin emredildiği bildirilmiştir. Bu pek çok kişinin aklına melekler Allah dururken neden Hz. Âdem’e secde etti? Bu durumu kabullenemeyen şeytana Allah neden kızdı gibi sorular gelmektedir.

Secde etmek bir başka varlığın Yaratıcı olduğunu kabul etmek manasına gelmemektedir. Secde aşırı eğilmek olup, karşıdakinin kendinden çok üstün oluşunu kabul etmek demektir. Allah (c.c) İblisin içindeki kibri ve küfrü ortaya çıkarmak için meleklerden (İblis meleklerin içinde idi bazı rivayetlere göre meleklerin hocası idi) Âdem (a.s)’a secde etmesini istedi. O Hz. Âdem’i Yaratıcı olarak görmediği için değil onu kendinden aşağı gördüğü için secde etmedi. Zaten ayette anlatıldığı gibi iblis secde emrine uymama nedeni olarak, “O Yaratıcı değil ki” dememiş bunun yerine “Ben ondan üstünüm, o çamurdan yaratıldı, ben ise ateşten” demiştir. Yani secde etmek şeytanında ifade ettiği gibi ilahlık belirtisi değil üstünlüğün kabulüdür. Bu nedenle Yusuf suresinde Yusuf’un anne ve babasının kardeşleri ile birlikte Hz. Yusuf’a rüyasında secde ettiğini ve surenin sonunda Yusuf’un üstünlüğünü görerek gerçek hayatta da secde ettiklerini rüyanın gerçekleştiğini ifade eder. Yani kendisine secde edilen tek varlık Hz. Âdem değildir. Bir peygamber olan Yakup (a.s)’da Kuran’daki ifadeye göre Hz. Yusuf’a secde etmiştir.
“Ve rafea ebeveyhi alel arşi ve harru lehu succeda,” (YÛSUF suresi 100. ayet)

Çünkü Kuran’daki tanımlardan anlaşıldığı üzere secde; sadece üstünlüğün kabul edilmesinin lisan-ı hal ile ifadesidir. Secdenin Allah’a mahsus olduğu bizim saygımızdan doğan gelenekçi bir tanımlamadır. Meallerin çoğunda buradaki secde kelimesi geçmez. İnsanların yanlış yorumlayacağından korkularak genellikle kendi anladıkları şekilde yazmışlardır.
Aynı durum diğer canlılarda görülür. Kimi zamanlarda hayvanlar birbirlerinin alanlarına girip işgalci durumunda kaldıklarında, karşısındakini kendinden üstün ve güçlü görmüşse eğilirler. Hatta bu hareket bazı hayvan türlerinde öyle belirgindir ki; onların secde ettiklerini rahatça söyleyebiliriz. Secde bu nedenle insanın ve tüm canlıların doğasına kazınmış bir üstünlük kabul etme ve sığınma halidir. Bir şeyden sığınan ya da korunan insan da korktuğu şeyi görmese bile secde haline girer ve elleriyle başını veya yüzünü kapatır. İslam insanın fıtrat dinidir ve Allah katındaki tek dindir. Yalnızca Allah’a özgü olan şeylerden en önemlisi Kuran’ın fihristi ve özü olan Fatiha suresinde açıklanmıştır.

“Yalnız senden yardım dileriz ve yalnız sana ibadet ederiz” ayetinde görüldüğü gibi yalnız Allah’tan istemek gerekir. Peki, bir başkasından hiçbir şey istemeyecek miyiz? Mesela arkadaşım Ahmet bana şu konuda yardım et gibi… Elbette isteyeceğiz, Allah Resulü de istedi. Fakat istermiş gibi görünürken hakikatte Allah’tan istediğimizin bilincinde olmalıyız.
“Nereye dönerseniz dönün Allah’ın yüzü oradadır” ayeti gereği; konuşan ve hareket eden tüm âlemin Allah (c.c)’ın tecellisi ve bizimle iletişime geçtiği yüzü olduğunun bilincinde olmalıyız. Birinden bir şey isterken hakikatte ondan değil Allah (c.c)’dan istediğimizi bilmeli ve yalnızca O’nun kaderinin takdirinin vuku bulacağını bilmek lazımdır.

Tüm âlem bir perde, Vechullah ışığının üzerine düştüğü ve Kelamullah rüzgârı onu sallamakta.
Evden çıkmadan önce “Allah’ım helal, hayırlı rızık ver” diye dua etmeliyiz, sonra bir hamal isek yük sahibinin yanına yaklaşıp kalbimizle “Rabbim vereceğin rızka bu adamı vesile kıl, bana onun eliyle ver” diyebiliriz. Sonra o yük sahibine deriz ki “Yüklerini şu ücrete taşıyabilirim, kabul edersen yükünü alayım.” diyebiliriz. Bu durumdan adamdan yüklerini bize vermesini ve para vermesini istemiş oluyoruz. Fakat verenin Allah olduğunu bilerek, onu sadece bir resim gibi görerek… Sonuçta olan şeyi de Allah’ın takdiri bilip razı olarak. İşte böyle isteyen Allah’tan istemiştir. “Eşhedü en la ilahe illalah” daki ifadeyle, “Şahidim, görüyorum Allah’tan başka ilah yok” diyen kişinin bizzat her yerde Allah’ı görme hali gibi; konuştuğunun kim olduğunu bilir hale gelir insan.

Yalnız Allah’a ibadet etmek ise, şu şekilde anlaşılabilir; ibadetin manası, hakikatte Allah için yapılan, Allah’a yönelmiş her türlü çabadır. Dua, Kâbe’ye bakmak, iyi düşünmek, araştırma yapmak dahi Allah’ın rızasına ulaşmak, onun yolunda olmak adına yapılıyorsa ibadettir. Hatta “günaha bulaşırım” diye evde yatıp uyuyan davete gitmeyen kişinin uyuması dahi ibadettir. Âlim düşünerek uykuya dalsa uykusu da ibadettir. Yalnız Allah için yapılan ve içine bir başkası kesinlikle dâhil edilmeyen ibadetler kabul edilen ibadetlerdir. Yani birinin yükünü taşısak ve içimizden şunu geçirsek “hem sevap olur Allah sever, hem de ilerde bu kadıncağızı bir yerde görürüm hakkımda iyi konuşur ya da küçükte olsa bir iyilikte bulunur” ikili bir niyete girdiği için bundan sevap gelmez ve kabul olmaz. İbadet yalnız ve yalnız Allah için yapılan işlerdir. O nedenle niyetlenince bir iyiliğe ya da bir işe önce beynimizi aklımızı şirkten temizlememiz gerekmektedir. Bu da en güzel besmele hatta Fatiha okuyarak işe başlama ile olur. Elbette, manasını tefekkür ederek… İşi yalnız Allah için halis kılıp iyice temizlenerek başlamak gerekir.

Sonuç olarak meleklerin Âdem’e yaptığı secde Allah’ın emrine -anlamasalar bile- itaat olduğu için, hakikatte Allah için yapılan bir ibadettir ve Hz. Âdem’in üstünlüğünün lisan-ı hal ile kabulüdür. Çünkü kalplerinde ne melekler ne de iblis insanın üstün bir varlık olabileceğine ihtimal vermiyordu. İblis bu iddiasını öteye götürüp insanı yoldan çıkarıp iddiasını ispatlamak için Allah’tan kıyamete kadar izin istemiştir. Bu durum Allah (c.c)’ı daha çok gazaba getirmiş ve şeytana tabi olan, onu yardımcı tutan her insanı, şeytanıyla birlikte cehenneme dolduracağını söylemiştir.

Araştırmacı Yazar ve Yönetmen Erdem Çetinkaya’nın “Kutsal Gizemler -I-” kitabından alıntıdır.
 
Üst