Şehit, Şehitlik, Şehitliğin Sırrı, Hakkın ve Adaletin Büyüklüğü

muhsin iyi

Kayıtlı Üye
Katılım
25 Ağu 2011
Mesajlar
131
Tepkime puanı
46
Allah (c.c.) insanın her yaptığı işe şahittir. O’nun şahitliğinden kimse kurtulamaz. Tek kişinin olduğu yerde ikincisi, iki kişinin olduğu yerde üçüncüsü O’dur. Ayrıca Allah (c.c.) kimsenin ahirette yapıp ettiklerine ve söylediği sözlere itiraz etmemesi için insana görevlendirdiği melekleri ve onların yazdıklarını da şahit tutar.

Er-Rakîb (kullarını gözetleyen) güzel ismi ile eş-Şehîd (kullarının her işine şahit olan, kendi varlığı ve birliği delillerine kullarının şahit olmasını sağlayan) güzel ismi anlam bakımından birbirlerine çok yakındır. Er-Rakîb güzel isminde dünya yaşamında kulu gözetleme, kontrol altına alma anlamı söz konusu iken eş-Şehîd güzel ismi ile ahirette kulun hesabı görülürken aleyhinde ve lehinde delil için tanık olma anlamı kendisini hissettirmektedir.

Eş-Şehîd güzel isminin kulun üzerinde tecelli etmesi nimetlerin en büyüklerindendir. Çünkü şehitlik peygamberlikten sonra gelen büyük makamlardan birisidir. Şehitler ahirette sorguya çekilmeyecekleri gibi cennette çok büyük nimetlere de ereceklerdir. Ayrıca onlar ölüm acısını yaşamadıkları gibi öldüklerini de bilmemekte ve Allah’ın (c.c.) onlara mahsus kıldığı bir âlemde rızıklanmaktadırlar. Elbette böylesi büyük bir devlete her Müslüman sahip olmak için can atar.

“Allah’tan başka ilah olmadığına bizzat Allah şahittir. Ayrıca meleklerle hak ve adaleti ayakta tutan ilim adamları da buna şahittirler. Kendisinden başka ilah olmayan Allah, Azîz (yücedir) ve Hakîmdir (her işe önce O kaza ve kaderle hükmeder; O her işi bir hikmete göre yapar) (Âl-i İmân suresi, ayet 18).” Bu ayet-i kerime şehitlik ile ilgili birtakım sırları içermesi bakımından dikkate değerdir. Allah (c.c.) kendi varlığı ve birliğine kendisini tanık göstermekle buna en büyük değeri veriyor. Sonra kendi katında değerli varlıkları da buna tanık gösteriyor. Bunlar melekler ile hakkı ve adaleti ayakta tutan ilim adamlarıdır.

Kuşkusuz hakkı ve adaleti ayakta tutan ilim adamlarını Allah’ın (c.c.) varlığı ve birliğine Allah’la (c.c.) ve meleklerle birlikte tanık göstermek çok büyük bir manevi makama işarettir.

Bir insan düşünün: Tüm gayesi Allah’ın (c.c.) varlığı ve birliği davasında toplanmıştır. İlâ-yı kelimetullah (Lâ-İlahe illallah Muhammedün resûlullah) hayatının gayesi olmuştur. Nihayet bu yolda canını vermek üzere iken Allah (c.c.) ona şehitliği nasip ediyor. Ama şehitlik demek, bu yolda başkalarını, yani yukarıdaki ayet-i kerimede geçenleri, her şeyden her an haberi ve bilgisi olan ve her şeyi her an gören, işiten Allah’ı (c.c.), O’na yakın olan melekleri, hak ve adalet sahibi ilim adamlarını tanık göstermektir. Kuşkusuz Allah’ın (c.c.) sıfatlarını ve güzel isimlerini hakkıyla bilen birisi Allah’ın (c.c.) şehide tanıklık yapmasını çok iyi anlar. Ama melekler ile hakkı ve adaleti ayakta tutan ilim adamları nasıl şehide tanıklık yapıyorlar?

Meleklerin bir insanın içinden geçenleri bilmesine ihtimal veremiyoruz. Çünkü içimizden geçenleri sadece Allah (c.c.) bilebilir. Yine insanı en ince ayrıntısına kadar Allah (c.c.) gözlemleyebilir. Ama pek çok hadis-i şerifin işaretinden anlamaktayız ki, Allah (c.c.) sevdiği kullarını melekler katında zikretmekte; meleklere durumlarını göstermekte ve tıpkı bir sinema perdesinde olduğu gibi mahiyetini bilemeyeceğimiz bir biçimde onlar hakkında bilgi vermektedir. Bu ilgili kula yaptığı büyük bir ikramdır. Çünkü bu sırada orada hazır olan melekler de o kulun güzel sözlerine ve davranışlarına tanık olmakla birlikte ona dua etmektedirler. İşte şehit, Allah (c.c.) ve melekler katında böyle yüce bir onura sahip olduğundan dolayı bu kutsi ismi almaktadır.

Hak ve adaleti ayakta tutan ilim adamalarının şehide tanıklığı ise biraz karanlık ve sırlı kalmakla birlikte Allah’ın (c.c.) davası yolunda mücadele edenlerin özelliklerini göstermesi bakımından anlamlıdır. Kuşkusuz doğrusunu Allah (c.c.) bilir, ama burada şehit, hak ve adaleti ayakta tutma şerefiyle kendisine veya kendi gibi şehit olanlara tanıklık etmektedir, diye düşünmekteyim. Çünkü Allah’ın (c.c.) varlığı ve birliği davası, hak ve adaleti ayakta tutmak anlamına gelmektedir.

Allah (c.c.) yolunda savaşan, Allah’ın (c.c.) varlığı ve birliği davası uğrunda canını veren bir kimse, hakkı ve adaleti ayakta tutma amacıyla hareket etmektedir.

Hakkı ve adaleti ayakta tutmak ise öyle sıradan bir iş değildir. Bunun için pek çok kişinin düşmanlığına hedef olabiliriz. Kim vurduya da gidebiliriz. Başımıza bir şey gelmese de büyük bir kaygı yaşayacağımız muhakkaktır. Bazen de çıkarlarımızın zedelenmesinden çekinebiliriz. Birkaç kez mahkemelik çeşitli olaylara tanıklıktan gayr-i ihtiyari olarak kaçındığımı itiraf edeyim. Nefis nedense “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın.” mantığıyla hareket etmektedir. O zaman anladım ki bu iş cephede düşmanla savaşmaktan daha büyük bir yürek istemektedir.

Doğrusunu Allah (c.c.) bilir, ama ben şehitliğin sırrının hakkı ve adaleti ayakta tutma azminde saklı olduğunu düşünmekteyim. Çünkü hem yukarıdaki ayet-i kerimenin ve hadislerdeki 99 Esma-i Hüsna sayımında bu güzel isimden sonra gelen “el-Hakk” güzel isminin işareti hem de hakkı ve adaleti ayakta tutma mücadelesinin canını feda etme derecesinde büyük bir cesaret ve özveriyi gerektirmesi bunu göstermektedir. Kuşkusuz Allah (c.c.) kimin şehitlik nimetine ermesi gerektiğini en iyi bilendir.

Hadislerde şehit olarak ölme ihtimali olanlar sayılırken belirtilen veba gibi devasız hastalıkla ruhunu teslim etmek, yangında yanmak, suda boğulmak, hac farizası sırasında ve savaşta Allah rızası için canını vermek gibi ölümler sıralanırken aslında bunların birer bahane olduğunu asıl önemli olanın hayatımızla bunu hak etmemiz gerektiğini bilmemiz gerekir. Hayatı hak ve adalet mücadelesi ile geçen birisine Allah şehitliği murat ettiği zaman canını ne zaman ve nerede alacağını bilir. İnsanlar anlasın diye hadisi şeriflerde geçen bir ölüm halini de imza olarak bırakabileceği gibi bunu gizleyebilir de. Bu ona kalmıştır.

Allah (c.c.) mutlak adalet sahibi olduğu gibi insanlardan gördükleri zulüm karşısında hak ve adalet için çalışan ve bu uğurda çaba gösterenleri de sever: “Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız, yakınlarınız aleyhinde bile olsa Allah için şahitler olarak adaleti ayakta tutun (Nisa suresi, ayet 135).” Böyle olan inananlara da umulur ki Allah (c.c.) mükâfat olarak şehitliği nasip edebilir.

Allah her mümine hayatında birkaç kez hak ve adalet bayrağını doğrultması gereken bir imtihan konusunu önüne mutlaka çıkarır. Mesele böyle durumlarda fırsatı ganimet bilip ufak tefek dünya menfaatleri; korku, kaygı ile hakkın ve adaletin yüce bayrağını indirmemektir.

Bizzat peygamberler zulme boğulmuş toplumları kurtarmak ve Allah’ın (c.c.) adaletiyle tanışmaları için gönderilmişlerdir. Bunun için cihat yapmaları ve bu cihatta inananların böyle bir dava ile ölmeleri sadece hakka ve adalete şahitlik içindir. Onlar hayatları ve ölümleri ile Allah’ın Eş- Şehîd güzel ismini tecelli ettirmektedirler.

Ben şehitlik gibi yüce bir manevi rütbeyle hayatın sonlanmasındaki sırrı hayatı boyunca hak ve adalet olan yolda mücadele edenlere, kendi menfaatine aykırı bile olsa hatta zarar görse de hakkı ve adaleti savunanlara verilen bir mükâfat olarak görmekteyim. Ayeti kerimeler ve hadisi şerifler de bu düşüncemizi doğrulamaktadır. Yani şehitlik hayatın sonu gibi görünse de aslında hak ve adalet uğruna mücadele ile geçen bir hayatın bütününün bir karşılığıdır, mükâfatıdır. Allah her birimize şehitliğin gereği olan imtihanlardan başarılı olmamızı ve şehitliği nasip eylesin. Amin.

Muhsin İyi
 
Üst