Nagarjuna-Budist Düşünür

Mefetseger

Moderator
Katılım
17 Ağu 2010
Mesajlar
856
Tepkime puanı
291
Konum
Ankara
İş
Uzman Biyolog
M.S. 2. yüzyılda yaşamış ve değilleme mantığıyla ün kazanmış olan ünlü Budist düşünür. Dünyayı anlama, yorumlama ve varlığın gizini çözme girişimlerinin zorunlu olarak sınırlarla karşılaşacağını, ve eşyanın boş olduğunu öne süren Nagarjuna, yalnızca bilge kişinin, varlıkla ilgili olarak var mı yok mu sorusuna takılmadan, "ne var, ne yok" diyeceğini, her şeye tepeden bakacağını ve tartışmadan susacağını savunmuştur.

Mahayana Budizm’inin kaynaklarına göre Nagarjuna, tarihin önemli kişiliklerindendir. Nagarjuna felsefesinin temelini “Orta Yol” (Madhyamika) öğretimi oluşturmaktadır ve bu konuyla ilgili Budist filozoflar birçok eser bırakmıştır. Nagarjuna’nın ana düşüncesi bir nevi Buda öğretilerinin tekrardan ortaya çıkarılmasıdır. Bu skolâstik düşünce bir keresinde Hinayana okulunda tehlike yaratmıştır ve bir süre sonra yok olmuştur. Bu zamana kadar var olan bütün bakış açılarını değiştirmiş bu yöntemin amacı, mantıklı bir yol olarak, Budist öğretilerini anlaşılır hale getirmekti. Bu yol, özellikle sonsuzluk ve yok etme gibi eylemleri anlaşılır duruma getirdi ve sonunda bunlar terk edildi. Bu fikirlerin amacı, yaygınlaşan eğitim fikrini korumak ve sürdürmekti. Boşluğun tanımı, ayrıntılı bir şekilde var oluş kavramı ile birlikte kaleme alınmıştır. Nagarjuna da bunu, gerçeğin ikiliği olarak ele almıştır. Vajrayana ve Zen Budizminin geleneklerinde var olan her şey Hindistanlı Budist düşünürleri etkilemiştir.

Efsaneye göre Nagarjuna yaşamı ve eserleri

Nagarjuna hakkında var olan bilgiler, Çin ve Tibet dilinde Paramārtha (499–569) ve Xuanzang (603–664) tarafından yazılmış eserlerde güçlü efsaneler şeklinde yer almaktadır. Bilgilerin gerçekliği kanıtlanabilir olmadığı için bilgiler güvenilir değildir. Bu efsaneler nesilden nesle aktarılmıştır. Örneğin, çevirmen Kumārajīva’nın (344–413) kaleme aldığı bir eserde Nagarjuna, görünmez olabilen bir büyücü olarak ele alınmıştır. Eserde kralın cariyesi, erkek arkadaşıyla beraber olup kralı kandırır. Nagarjuna ve iki arkadaşı saraya gizlice girerler ve planlarını uygularlar. Dönüşte bu iki arkadaşı sihirli sözler sayesinde affedilince, Nagarjuna ortadan kaybolur. Fakat sevgili olan bu çift idam edilir. Bu kötü olay Nagarjuna'nın acıyla yüzleşmesine neden olmuştur ve bundan sonra Nagarjuna kendini Buda’nın yoluna adamıştır.

Başka bir efsaneye göre Nagarjuna’nın ejder yılanı olduğu söylenmektedir. İnsanlar onu denizin derinliklerinden çağırarak iletişim kurarlar. Nagarjuna’nın adı “Beyaz Yılan” anlamına gelmektedir. Hint mitolojisinde beyaz, saflığı, yılan ise bilgeliği simgelemektedir. Başka bir efsanede ise Nagarjuna’nın çocuklukta çaresiz bir hastalığa yakalandığı ve bundan dolayı kendini bir manastıra kapattığı söylenir. Efsaneye göre, bu manastırda Budist yazılarını okuyarak hastalığını yenmiş ve ölümsüzlüğe ulaşmıştır. Ayrıca çoğu efsanede Nagarjuna’nın, zamanında bir böcek öldürdüğü ve bu böceğin daha sonra canlanarak Nagarjuna’nın düşmanı olduğu anlatılmaktadır.

Bu efsanelerin dışında Nagarjuna’nın gerçek hayatı hakkındaki bilgiler de çok aydınlatıcı değildir. Nagarjuna 2.yy.‘da Brahman bir ailenin oğlu olarak Vidharba’da dünyaya gelmiştir. Yaşamını sürdürdüğü Güney Hindistan’da bir manastır kurmuştur ve orada eğitim vermiştir. Bu üniversite tarzı olan Nalânda manastırı ile ilgili bilgiler yine efsanelerde yer almıştır. Başka kaynaklarda, Nagarjuna’nın, Śātavāhana hanedanı olan arkadaşına yazdığı mektuplarda Budizm ile ilgili görüşlerini vurguladığı görülmektedir.

Nagarjuna’nın eserlerinin geneli Sanskritçedir. Bunun nedeni Nagarjuna’nın Brahman olmasından kaynaklanmaktadır. En önemli dini inceleme yazısı 27 bölümden oluşmaktadır ve orta yolun temel öğretilerini içeren dörtlükler şeklinde yazılmıştır. Bunun yanında daha birçok araştırma yazıları bulunmaktadır ve bunlar Nagarjuna’nın sağlam, doğru eserleri arasında yer almaktadır.

Nagarjuna felsefesinin ortaya çıkışı


Hint felsefesinin en parlak dönemini oluşturan Nagarjuna felsefesi, farklı Budist okullarının ve Budist olmayan okulların bakış açılarından dolayı, karşı karşıya gelmeleriyle ortaya çıkmıştır. Hint felsefesi M.Ö. 1.yy.‘da başlamış ve farklı kültürlerden etkilenmiştir. Yazılı dönemde Sutralar ve buna ek olarak açıklamalı yorumlar ortaya çıkmıştır. Bu felsefi yarış ortamında Budizm ilk kez Budist olmayan kişiler tarafından sorgulanmış ve böylece çeşitli konuları, tartışmaları, soruları, cevapları beraberinde getirmiştir. Örneğin, gerçeği bulmanın mümkün olup olmadığı, yeniden doğumun sona ermesinin ardından tekrar ortaya çıkan açıklama gereksinimini ve gerçekliğin var olup olmadığı gibi bilgi kuramı soruları ortaya çıkmıştır. Bu sorular doğrudan karma yasasına bağlı olduğu için nedensellik kuramı ortaya çıkar. Nagarjuna, uzman, güvenilir olan Vedalar’da iki model geliştirmiştir:

  • Samkhya Öğretisi (neden- sonuç bağlantısının uyumu)
  • Veişya Öğretisi: Samkhya’nın tamamen zıt bir görüşüdür. Sonuçların nedenlerle hiçbir ilişkisinin olmadığını belirtir. (Neden-Sonuç farklılığı)
Budist olmayan okullarda başka nedensellik modelleri de geliştirilmiştir. Bunlar:

  • Jainist anlayışa göre, eylemlerin sonucu kişiden kaynaklanır. Jainist felsefe, sonuçların nasıl ortaya çıktığını sorgular. Sonuçlar da eylemler gibi kişinin özgür iradesine bağlıdır. Jainistler daha sonra Samkhya öğretisini savunmuşlardır.
  • Kaderci yaklaşım; sıkı, ahlaki, etik kuralları olan Determinizm’e (Gerekircilik/belirlemecilik) karşı olarak ortaya çıkmıştır. İnsanın, yeniden doğum döngüsünden kurtulması için hiçbir şansı yoktur. Kurtuluş eylemlere bağlıdır. İnsan yaptığı eylemlerle yüzleşecektir.
  • Materyalist (Maddecilik) anlayış, Hintli düşünürlerin genel ilkelerini reddeder. Ne yeniden doğum döngüsünü ne de Karma’ları kabul ederler. Onlar için yaşam bedenin ölmesiyle son bulacaktır. Dünya herhangi bir yasaya bağlı kalmadan tesadüfen oluşmuştur. Dünyanın ve tüm varlıkların, dört elementin (ateş, hava, su ve toprak) birleşmesinden meydana geldiğini savunurlar. Bu görüşleriyle Hedonizm’e (Hazcılık) karşı çıkmışlardır.
Bu farklı görüşlere 18 Hinayana okulundan sadece iki tanesi katılmıştır. Sarvastiva ve Sautrantika Okulu gerçeklik ve varoluş öğelerinin temellerini sorgulamışlardır. Bu konular üzerinde şiddetli tartışmalar olmuş ve bu iki okul farklı görüşler ortaya koymuştur.

Sarvastivad’lar, geçmişin, bugünün ve geleceğin bir bütün olduğunu, bunların birbirinden ayrı düşünülemeyeceğini savunurlar. Hepsinin etki tepki olduğunu vurgularlar. Sarvastivad’lar gerçeklik etmenlerini “varoluş” olarak nitelendirirler. Bu anlayış Sautrantika’ların görüşüne karşıdır. Sautrantika’lara göre, varoluş tamamen gerçek değildir. Nagarjuna, bütün bu genel-geçer nedensellik modellerini kitabının ilk bölümünde dörtlükler şeklinde vermiştir. Aşağıda Nagarjuna’nın “orta yol” öğretilerinin temel görüşü yer almaktadır.
Nagarjuna felsefesi Sarvastivad’ların görüşüne benzemektedir. Onlara göre varoluş etmenleri sonsuzdur. Sautrantika’lar ise varoluş etmenlerinin sonsuz olmadığını ve bir boşluğa bağlı olduğunu savunurlar. Bu anlayışı Nagarjuna şu cümlelerle belirtmiştir:
“Varoluş bir boşluktur. İnsan bu boşlukla orta yolu bulur.”

Nagarjuna’nın İçeriksizlik Felsefesi


Nagarjuna’nın amacı, Buda’nın ikinci evre öğretileri doğrultusunda, Sarvastivadin ve Sautrantika’ların görüşlerine yeni bir anlayış getirmekti. Nagarjuna bu yönüyle hem yeni okulun hem de Mahayana Budizm’inin kurucusu olmuştur. Önemli Budist konularını, varoluş ve “Boşluk” eşdeğerliliği bakış açısıyla incelemiştir. Böylece “Orta Yol” öğretilerinin temellerini atmış, buna da şu sekiz kavramı reddederek başlamıştır:

Ölmeyen, oluşmayan, terk etmeyen, devam etmeyen, birlik olmayan, yalnız olmayan, görselleşmeyen, yok olmayan Sarvastivadin’ler ve Sautrantika’lar, Nagarjuna’nın görüşlerini aşırı tutucu bulduklarından benimsemezler. Örneğin Sarvastivadin’lere göre sonsuzluk vardır, Sautrantika’lara göre ise sonsuzluk kavramı yoktur. Bu her iki okul da görüşlerinden dolayı Buda’nın esas öğreti mantığından uzaklaşmıştır. Buda’nın görüşü şu kısa cümleyle açıklanabilir: “Ben sadece bir tek şeyi öğretirim: Acı ve acının yok edilmesi.”

Nagarjuna’ya göre, bilgisizlik acının kaynağıdır ve acıdan kurtulmak için bilgisizliği en aza indirmek gerekmektedir. Onun görüşleri tamamiyle pratik yarar sağlayan, mantıklı, güvenilir bilgiler ortaya koyar. Nagarjuna görüşlerinin tümü Prajnaparamita (Mahayana) metinlerinde yer almaktadır.
İçeriksizlik kavramına gelince, Nagarjuna tüm fanilik olgularını, en ince ayrıntısına kadar incelemiştir. Olguların, var olup yok olabildikleri için içeriksiz olup olmadıklarını sorgulamıştır. Acılardan kurtulmanın “Dört Yüce Gerçek ve Sekiz Aşamalı Yol” ile mümkün olduğunu vurgulamış ve bu nedenle, var oluş ile ölümün anlamsız olduğunu belirtmiştir. Ona göre olgular içeriksiz olmasaydı, hiç gelişemez, her şey durağan, değişmez, oldukça donuk olurdu. Nesneler de hareketsiz olurlardı. Sonuç olarak, Nagarjuna nesnelerin belirli bir yerde bulunmadıklarını ortaya koymuştur.

Örneğin bir ağaç; dal, gövde, kök, yapraklar, beslenme, rüzgâr, yağmur, güneş ışığı gibi farklı etmenlere bağlıdır. Tüm evren de tıpkı bir ağaç gibi başka etmenlerden bağımsız değildir. Eğer ağaç, bu etmenlerden bağımsız olsaydı yetişemez, gelişemezdi ve var oluş – ölüm döngüsüne bağımlı olmaz, ölümsüz olurdu.

Nesnelerin tek başına içeriği yoktur, birtakım etmenlere bağımlı olduklarından hiçbir zaman tek başlarına var olamazlar. “Kendi başına var olma” ya da “kendin olma” kavramları Hint felsefesinde bilim olarak incelenmiştir. Hiçbir desteğe ihtiyacı olmadan, tek başına var olmak demektir. Nagarjuna, bu görüşü reddeder, çünkü ona göre her şey bir etmene, kurala bağlıdır. Nagarjuna’ya göre evren sürekli var olmaz. Nesnelerin farklı farklı şekilleri yoktur, aynı şekilde devam ederler. Fanilik ve ölüm bağımlılık ve anlamsızlıktır:

Fanilik ve ölümsüzlük sana hoş gelebilir. Ancak gördüğün sadece yanılsamadan ibarettir. Fanîlik ve ölümsüzlük ile ilgili bu farklı iki görüşe göre ise oluşum evresindeki her şey özünde kalıcılığa sahip olmadığından ne sürer (sonsuzluk), ne de sonlanır (yok oluş), ne bir’dir (monizm), ne de çokluktur (pluralizm).

Nagarjuna öze ilişkin, var oluş ve ölüm kavramlarını hayal ve sihirle de bağdaştırmıştır. Buna göre boşluk bağımsız, serbest, gerçekliğin olmamasıdır. Nesnelerin, varlıkların içini dolduramamaktadır. Nasıl ki denizdeki dalgalar susuz var olamazsa, var oluş ve ölüm olguları da bir serap gibidir, var olduklarını sanırız, fakat yokturlar. Olgular sonsuz değildir. Yok olmak için boşlukta var olacakları için boşluktan gelmezler. Zaten bunlar boşluğun temelleridir, bu nedenle ne var, ne de yokturlar. Bu tespitin sonunda Nagarjuna, Mūlamadkyamakakārikā’nın cümlelerinden alıntıyla bir dörtlük yazmıştır. Bu dörtlük Samsar ve Nirvana kavramları arasında hiçbir fark olmadığını anlatmaktadır:

Samsar’ı Nirvana’dan, Nirvana’yı Samsar’dan ayıran hiçbir şey yoktur. Nirvana’nın sınırı Samsar’ın sınırıyla aynıdır. Bu ikisi arasında en ince bir fark dahi bulunmaz.

Kurtuluş bakımından ise mutlak var oluş dünyasının oluşumu ve belirsiz Nirvana kavramı arasında da fark yoktur. Boşluk kurtuluş demektir.
“Boşluk” kavramı, Nagarjuna’nın merkezi bir unsuru olarak farklı katmanları uzlaştırma işlevine sahiptir. Ayrıca bu kavram, dil ve düşünce gibi var olan gerçekçilik algılarının kayıtsızlaşmışlık durumlarını değiştirip, göreceleştirmeye yaramaktadır. Böylelikle bazı temelli varsayımlar ortadan kaldırılır, bunların yerine daha derin bilgi ve buna bağlı olarak “Boşluk Deneyimi” geçer.

Donuklaşmış ve kalıplaşmış düşünce ve kanaatler, bu boşluk deneyimi sayesinde artık bir uç görüşe saplanıp kalmamaktadır. Örneğin; “Kendin Olmak” “Yabancı Olmak”, “Özgünlük” ve “Farklılık”. Böylece bütün kavramlar kırılıp yerini düşüncenin kavrayıcı ve kalıcı özüne bırakır. Nagarjuna, kavramsal açılım kavramı ile özellikle bu düşünme biçimini, sakinleştirici ve buna bağlı olarak bütün saplantıları çözümleyici şekilde karşılar.

Kurtuluş, Karma’ların ve bağımlılıkların ortadan kaldırılmasıyla olmaktadır. Karma ve bağımlılık farklı beklentilerden, beklentiler soyut nesnelerden meydana gelir. Ancak bu soyut nesneler boşlukta kaybolur. Nagarjuna çoğu kez evrenin ardındaki gerçeklikle boşluğun karıştırılmaması gerektiğini vurgulamıştır:

Boşluk, „muzzaferler“, yani Buda’lar tarafından her türlü kanaatin reddi olarak öğretilmiştir. Boşluğu bir kanaat olarak sunanlar ise şifa edilemez olarak tanınmıştır.

Nagarjuna, „Boşluk“ kavramını asla diğer kuramları çürütmek, değiştirmek için ortaya atmamıştır. Bu nedenle onu bir kuram olarak nitelendirmez. „Boşluk“ kavramıyla hedeflediği amaç; ruhu rahatlatmak, sakinleştirmek ve dünyaya derin bir pencereden bakmayı sağlamaktı.

Kişi, aynı anda hem var hem yok diyemez. Bunun ikisi birbirinden çok farklıdır. Amaç çok bilmek, ama az konuşmaktır.

Nagarjuna’nın Dörtlü Teori Modeli


Nagarjuna, “Budist Tetralamma” olarak da adlandırılan bu dörtlü modelini, Pali Kanon’un Digha-Nikaya’sında yer alan Dörtlü Zincirden esinlenerek ortaya koymuştur. Özellikleri bakımından birbirine benzemektedir. Aşağıda Samyutta Nikaya’dan alıntı, Buda ile önce derviş, daha sonra Buda’nın öğrencisi olan Kassapa’nın bir diyaloğu yer almaktadır. Konuşma Buda’nın, acıların oluşumuyla ilgili açıklamasını içermektedir:

-Kassapa: Aziz Gotama, acaba acılar kendi kendine mi oluşmaktadır?
Buda: Böyle konuşmamalısın Kassapa.
-Kassapa: Ya da şöyle mi sormalıyım: Acılar başka şeylerden mi oluşuyor?
Buda: Böyle konuşmamalısın Kasapsa.
-Kassapa: Yoksa hem kendi kendine hem de başka şeylerden mi oluşuyor?
Buda: Böyle de sormamalısın Kasapsa.
-Kassapa: Tamam, ne kendi kendine ne de başka şeylerden, o zaman tesadüflerden mi meydana geliyor?
Buda: Hayır, Kassapa, böyle de dememelisin.
-Kassapa: Peki, Aziz Gotama, o zaman acı diye bir şey yok diyebilir miyiz?
Buda: Tahminen acı var Kassapa.
-Kassapa: O halde acı bilinmez ve görünmez bir şey mi?
Buda: Ben acıyı gayet iyi biliyor ve görüyorum, Kasapa.
-Kassapa: Yüce Gotama o halde bana acıyı açıklar mısınız lütfen?

Bunun üzerine, Buda Kassapa’ya acının ne kendi kendine ne de başka şeylerin etkisiyle oluştuğunu ayrıntılı şekilde açıklar. Sonunda bu iki görüşten uzak durmasını söyler ve Tathagata’nın merkezindeki esas öğretiyi açıklar: “Biçim, cehalet tarafından yapılandırılır, farkındalık ise biçim tarafından yapılandırılır.”

Buda bu örnekle Dörtlü Zinciri (Urteilsvierkant) tartışmaktadır. Budist düşünceye göre Buda, uzak durulması gereken sonsuzluk inanışının ve yok etme öğretisinin uç görüşlerini sorgulamıştır.

Nagarjuna’nın Dörtlü Zincir modeli temelde bir teori olarak uygulanmaktadır. Bu zincir şöyle sıralanmaktadır:
1.Nesneler aynıdır.
2.Nesneler farklıdır.
3.Nesneler hem aynı hem farklıdır.
4.Nesneler ne aynı ne de farklıdır.

Budist mantığına göre “Kendin Olmama” öğretisi şu anlama gelmektedir: A ile A eşdeğer değildir. Bu süreç, varoluşun düzenli olarak bir araya gelen ve yeniden yok olan, ben imgesiyle devamlı değişmesi sürecini ayırmaktadır. Bu değişim bağlılık aracılığıyla güçlendirilmektedir. Bu şu anlama gelir, biçemsel mantığın temel önkoşulları reddedilmektedir ve A ile A’nın az benzediği ortaya çıkmaktadır. Böylece varoluş etmenlerinin dâhilinde, kendin olmama durumu bulunabilir.

Bunun, ilerleyen çeşitlere göre Dörtlü Zincir yardımıyla değil de, kesin gerçekliklerle kanıtlanması geçerlidir. Bu, bir iddianın yanlışlığının kanıtlanması veya doğru gerçekliğin yerine bir yanlışın konulması anlamına gelmektedir. Ayrıca bir bilgiye karşı koyan, tartışma biçimlerindeki ve fikir silsilelerindeki zayıf noktaların işaret edilmesi anlamına da gelir. Bundan dolayı, buna göre en son değerlendirilebilecek, geçerli olan tek kriter, söylenilenlerin kutsal olup olmadığı ve derinlemesine bir anlayışa uygun olup olmadığı düşüncesinde bulunmaktadır. İfade biçimleri göreceli bir düzleme ait ise bu ifade biçimleri zorunludur. Ama bunlar öğreti içeriğinde aracılık etmek ve aktarmak için “kutsal olarak uygulanması” ispat edilmeli ve buna göre bu ifadelerin gerçeklik oranı kullanılabilirlik ile ilişkilendirilmelidir.

Bu gerçek ve tam anlama durumu sözsüz anlayışta geçerlidir. Bu sözsüz anlayış “Zen” anlayışında “Düşünülmeyen Düşünce” olarak bilinen bir ifadedir. Böylece değerlendirmenin dört noktasının uygulanması iki bakış açısına sahiptir: Birincisi yapıcı olmayan bir düşünceyi ifade eder, buradaki yapıcı olmama durumu; sınırlı, kısıtlanmış ve kutsal olmayan düşüncenin çıkmazlarını ve bir görevini ifade etmektir. İkincisi de yapıcı bir düşünceyi ispat etmektir. Yani bilgelikteki cehalet durumunu kanıtlar. Aynı zamanda da bu düşünceden yola çıkılmasını kanıtlar. Dörtlü Zincir unsurları, bugüne kadar bazı Zen ustalarında ve Zen ustalarının çözülmesi için verdiği sorunlar geleneğinde tekrar kendini bulmaktadır.

İkili Gerçeklik Öğretisinden


Buda’nın öğretilerini içeren Dharmalar’da, Buda “İkili Gerçekliği” desteklemiştir. Birincisi, “Gizli Gerçek”, diğeri ise “En üst Duyunun Gerçekliği”dir. Bu ikisi arasındaki fark da pek fazla hissedilmez. Zaten Buda’nın öğretilerinde derin bir gerçeklik de fark edilemez. Bu gerçekler, kelimelerle ifade edilemez ya da duyularla gösterilemez. Gerçekliğe duyularla varılsaydı, Nirvana’ya ulaşılamazdı.

Yukarıdaki bölüm Nagarjuna’nın iki gerçeklik arasındaki farkı anlatan bir ifadesidir. Daha sonralarda bu görüş Madhyamaka’da (Orta Yol) sürdürülmüştür ve bugün Budist okulları bu anlayışı kabul etmektedir. İlk Budist araştırmasında bu “İki Gerçeklik” modeli “samutti sacca ve paramattha sacca” arasında incelenmiş ve ikisi arasında bir gerçeklik derecelendirmesi yapılmıştır. Nagarjuna, bu model üzerinde durmuş ve sadece Sanskritçe ifadelerin kullanımını değiştirmiştir. Bunları “Samutti Satya” (gerçek farkındalık) ve “Paramartha Satya” (yüce gerçek) olarak nitelendirmiştir. Kişi en üst gerçekliği söyleyemez, sezgisel görüşe doğrudan ulaşmak için bunu sadece geleneksel gerçeklik aracılığıyla açıklayabilir. Bu temel davranış modeli, Zen anlayışında şöyle resmedilmiştir:
“Parmak ayı gösterir, fakat gösterilen ay değildir.”

Alıntıdır.
 
Üst