Tao'dan Esintiler

Mefetseger

Moderator
Katılım
17 Ağu 2010
Mesajlar
856
Tepkime puanı
291
Konum
Ankara
İş
Uzman Biyolog
Taoculuğun yozlaştığı, moğol istilâsıyla birlikte şamanizmin etkisi altında kaldığı, saray dini olduğu dönemler olmuştur. Bodhidharma’nın, yer yer yozlaşmaya başlayan budizmi, esasını bozmadan, sıkıntılı bir dönem geçiren Tao düşüncesiyle bağdaştırarak ortaya çıkardığı Zen anlayışı, kanımızca her iki felsefenin Çin toplumu içinde doğru, yerinde ve adetâ olması gereken bir sentezini oluşturmuştur. Öyle ki Zen’in ortaya çıkması Tao düşüncesinin üzerinde birikmeye başlamış tozlardan arınmasını ve gerçek köklerine dönmesini de sağlamıştır. Bu görüşümüz kimi tutucu çevrelerce fazla iddialı bulunarak önce kuşkuyla karşılanmış, ama sonradan haklı bulunmuştur. Gerçekten de, zaman içinde bozulmaya, hattâ kurumsallaşarak biçimselleşmeye ve yozlaşmaya başlayan bu iki dünya görüşünün sentezi hem her iki görüşün hem de insanlığın yararına olmuştur. Bize göre bugün Güney budizmi olan Theravada (hinayâna) aşırı ‘dinselleştirilmiş’ ve biçimselleştirilmiş; Kuzey budizmi Mahayâna ise güneydekiler kadar olmasa bile elini bir ölçüde dünyadan çekmiş durumdadır. Şimdiki saygıdeğer Dalai Lama’dan sonra nereye gideceği de belli değildir... Kısacası Tao düşüncesi budizme, budizm de Tao düşüncesine güç ve destek vermiş; bu sayede birbirlerini daha doğru anlayarak olağanüstü bir senteze ulaşabilmişlerdir. Nitekim bugün her Zen izdeşi her zaman hem Budha’ya hem de Tao düşüncesine içten ve büyük bir saygı duymaktadır.

Kısacası Zen her ikisinin de rönesansı olmuştur.

Taocular, kimilerinin sandığı gibi olumsuza, sakıncalıya, yanlışa karşı çıkmayan; her şeyi oluruna bırakmış pesimist ve kaderci kimseler değillerdir.

Tao ‘her şeyi eyleme geçiren’dir; her şey onun aracılığıyla ve onun ortamından oluşur, gerçekleşir. O nedenledir ki ‘wu-wei’yi, bir tür eylemsel potansiyel, yani etkinliğin gizilgücü, tüm devinimlerin ve varoluşun kaynağı olarak anlamak gerekir. O nedenle sanıldığının ve sık rastlanan çeviri hatâlarının yansıttığının aksine o mutlak durağanlık veya eylemsiz boşluk demek değildir; olsa olsa ‘eylemsizlik görünümündeki etkinlik’ ve kendisi eyleme geçmese de ‘her şeyi eyleme geçiren’ olarak çevirilip anlaşılması doğruya daha yakın bir anlatım ve anlayış olacaktır. Taocuları, Tao’nun evrenine ‘dirençsizce katılanlar’ olarak tanımlamak mümkündür. Çünkü o nesnel bilginin ötesindedir, o nedenle de katılınmadıkça dışarıdan yeterince anlaşılamaz, kavranamaz.

Tao düşüncesine göre insan gökselliğin ve maddeselliğin bileşimidir. Başka din ve inançlarda farklı biçimlerde mevcut olan ‘üçleme’nin Tao’daki anlamı bu şekildedir. Varlığında gökselliği de maddeyi de barındırır. Hem bu iki temel unsurun ortak ürünü hem buluşma yeri hem de uyum ve dengenin sembolüdür. Eril ‘tin’ ile dişil ‘ten’in birleşerek oluşturduğu varlık olan bireyin yapması gereken, varlığını dengeli biçimde sürdürmek, tekâmül edip yeni ve daha üst bir varoluşun bileşenlerinden birisi olmaktır.

Her geçen gün astronomi, fizik ve özellikle de parçacık ve atomaltı fiziğindeki bilgimiz gelişip onun aydınlattığı yoldaki idrakimiz genişledikçe taocu felsefeyi de daha iyi ve daha doğru anlayabilecek duruma geliyoruz. Einstein’dan Wolf’a, yakın geçmişin ve bugünün hemen bütün kuantumcularının budizme, taoculuğa, sufizme ve Zen düşüncesine olan saygılarını her zaman dile getirmiş olmaları boşuna değildir.

* * *

Tao’nun felsefesine evrenin devingen olduğu, sürekli değişip geliştiği fikri hakimdir. Bu nedenle de binlerce yıl sonra Batı insanının görüş ve düşünceleri ile evreni algılama ve anlama biçimine, klasik Ortadoğu dinlerine göre daha uygun düşmekte, batılı zihinlere her geçen gün daha çok hitap edebilmektedir.

En eski Tao kayıtlarından elimizde çok fazla metin ve belge kalmamış olsa da, hayatiyetini sürdüren bir yaşam felsefesi olması onu her zaman canlı ve taze tutabilmiştir. Taocu bilgelik pratik ve gerçekçidir; yaşamla bağını da hiçbir zaman koparmamış olduğundan, kendine has yalınlığı ve bu yalınlıktan doğup gelişen bir estetiği ve güzelliği vardır. Bütün nesnelerin birliği ve tümünün de Tao’dan geldiği anlayışı, aynı zamanda sonsuz ve sürekli varoluş inancı, taoculuğun birleştirici ve çevreci olması yanında, insan ve doğa ile birlikte tüm varolan nesnelere karşı da doğal bir şefkat ve merhamet duymasına vesile olmuştur. İşte bu nedenlerledir ki Tao tam olarak anlatılamaz, açıklanamaz; yine o nedenle hem varoluşçudur hem değildir, ya da hem tinseldir hem değildir; bütün bunlar Tao düşüncesine nereden ve nasıl baktığınıza bağlıdır. Öyle bir düşünce ki ne kaba materyalist, ne de dinci veya tinsel. Evrenin güzelliğinin ve ihtişamının farkında, hem gerçekçi hem duyguları önemseyen; kesinlikle şiddet karşıtı; hem yaşama sevincine sahip ve sevecen hem de hoşgörülü ve derin bir mizah içeren... Dinsel inançlar açısından bakarsanız Tao ve Zen budizminden başka böyle bir sistem ya da yaşam felsefesi bulamazsınız. O nedenledir ki Tao’nun yoluna girenlerin ne aşırı ve abartılı sevince ne de derin ve yıkıcı bir üzüntüye, acıya kapıldıklarını görebilirsiniz. Her iki uçta bulunmak ta bir taocu için olağandışı, bilinçdışı bir durumdur; daha doğrusu dinginlik karşıtı bir tavırdır. Ama böylesi bir duruma baskılar ve yasaklarla değil, bilinçli bir kendiliğindenlikle ulaşılmıştır. Yani onda klasik dinlerin katı buyruklarıyla oluşturulmuş yapay ya da göstermelik bir durumu değil de, felsefesinden ve yaşamla bütünleşmiş olmasından kaynaklanan doğal ve gerçekçi bir ‘hâl’in yansımasını görebilirsiniz. Tao’daki coşku ve sevinç, yaşamla uyumludur. Sonuca koşullanmazsınız; o size tıpkı sevgi, şefkat ve merhamet gibi doğal ve bozulmamış haliyle gelecektir.

Evrensel yasalara karşı kişisel saldırıların uyumsuzluk nedeni olacağı kesindir. Kaldı ki böyle bir şey gerçekte tutarlı ve doğayla uyumlu olmadığı gibi ne etik ne de erdemlidir. O nedenle taoculuğun ‘doğal uyumluluğu’ klasik dinlerin dayatılmış esaslarından kaynaklanan o zorlama ‘yapay uyum’ gibi tedirginlik yaratmaz; baskıcı ve sindirici değil, özgürlükçü ve dingindir. Çünkü Tao felsefesinde farklı düşünmek ve daha da önemlisi sorgulamak kusur, kabahat ya da suç değildir. Yani kimse düşüncelerinden dolayı suçlanmadığı gibi, aksine akıl yürütme teşvik edilir. Kuşkular giderilmek için, aykırılıklar çözümlenmek ve senteze varmak için, çelişkiler uyumluluğu sağlamak içindir. Kısacası düşünme günah olmayınca düşüncenin suç olması da söz konusu değildir. Hepimizin bildiği gibi klasik dinlerde esaslar sorgulanamaz, hattâ onlardan kuşkulanılamaz bile. Tao’ya göre ise bu temel bir bilgisizlik nedenidir. Böylesi bir anlayış nedeniyle de taocu hiçbir biçimde dogmatik olamaz.

Taoculukta yapay ibadetler, yakarışlar olmadığı gibi sanal göksel varlıklar, kötü ve karanlık güçler, adaklar ve kurbanlar da yoktur. Bütün bunların doğa yasalarına, evrenin akışına ve gelişimine aykırı olduğu kabul edilir. Ne kendi bedenine ne de başka bir canlıya eziyet edilir. Esas olan, doğayla uyumlu biçimde içsel gelişimdir. Buradaki tek bir yaşam süresinin sonunda gidilecek bir azap mahalline (cehennem) de, ebedî cennete de taoculukta rastlayamazsınız. Doğruluk ve erdemle sürdürülen bir yaşamda, doğayla uyumlu, yeterince hoşgörülü, erdemli ve şefkatli iseniz zaten böylesi kavramlarla uğraşmaz, zihninizi bulandırıp boşu boşuna tedirginlik duymazsınız.

Tüm varoluş alanını oluşturup denetleyen, görünürdeki ‘yin-yang’ ikiciliği zaten insan zihnini, karşıtlıkların gerçekteki yaratıcılığı, evrensel denge, birliktelik ve karşılıklı bağımlılık... gibi kavramlara; bu kavramlar da doğal olarak uyumluluk ve hoşgörü kadar sevgi, şefkat ve merhamete de götürür. Bunlardan da ‘Taocu Bilgelik’ doğar. Çünkü bunlar o sonsuz ve evrensel kaynağın yansımalarıdır. Tao’daki karşıtlıklar, başka felsefelerdeki gibi bağdaşmaz, bütünleşmez ve çözümlenemez çelişkiler değil; aksine yaratıcı, katılımcı ve uyumlu olup hem birbirlerini hem de onları oluşturan gerideki asıl bütünselliğin kavranmasını mümkün kılan, yapıcı ve birleştirici, bütünleyici unsurlardır. Yani bir bakıma her biri, karşıtının ortaya çıkması için gereklidir. Zaten her ikisi de, diğerinden bir parçayı ya da özelliği kendi içinde barındırır. Çünkü ‘iki’ olanlar da, daima ‘bir’ olandan doğar veya kaynaklanırlar.

* * *

Bugün varlığını sürdüren eski inanç ve felsefeler hâlen etkili iseler bu onların, doğru ya da yanlış olduklarına bakılmaksızın bir işlevi yerine getirmekte olduklarını gösterir. O da ‘işe yarama’dır, ki buna ‘işlevselliğini sürdürme’ de denilebilir.

Tarih boyunca pek çok düşünce akımının, dinin, yaşam felsefesinin dünyamızdan gelip geçtiğini görüyoruz. Çabucak kaybolanlar olduğu kadar, bir süreliğine etkilerini artıran ama sonra sadece izleri kalanlar ya da biçim değiştirenler (şamanlık) olduğu gibi; yakın geçmişte, hattâ günümüzde yeni oluşumlarla, bol makyajla (hinduizm ve türevleri gibi) ya da öncekilerin işlemiş olduğu pek çok konudan sadece birini veya birkaçını öne çıkarıp insanları etkileyenler (bazı new age dinleri) de var. Ama Tao ve taoculuk bunlardan çok farklıdır. Kendinden sonra gelen pek çok inanç sistemini ya da akımı derinden etkilemiş olan Tao düşüncesi, yazıya döküldüğü tarihler esas alınırsa Buda düşüncesinin çağdaşı gibi görünür; yani yaklaşık 2500 yıl kadar önce... Ama özgün-geleneksel Tao felsefesinin kökleri günümüzden 4500 ilâ 4800 yıl öncesine kadar gidebilmektedir. Eskimemiş olmasının nedeni ‘yaşayan’, yaşıyor olmasının nedeni ise ‘pratik’ ve ‘anlaşılır’ olmasındadır. Yazıya döküldüğü yıllardaki çağdaşı olan budizmin, yıllar sonra ‘mahayâna’ ana koluyla etkileşimi ve onlara az da olsa eklenen Konfüçyüs baharatı, ortaya tadına doyum olmayan, son derece doğal ve aklı-zihni-ruhu güçlendirip geliştirerek insanın yolunu hem gösterip hem de aydınlatan fevkalâde bir besin çıkarmıştır.

Budizmin birinci devrimi ‘mahayâna’nın ayrılmasıdır. Böylece ilk yenilenmesi ve arınması ile birlikte rotasında da düzeltme gerçekleştirilmiştir. İkinci büyük aşama Nagarjuna ile, üçüncüsü ise Bodhidharma ile olmuştur. Bodhidharma’nın, budizmi taoculukla buluşturması önce birleşme’ye zamanla da bütünleşme’ye dönüşerek en güzel meyvesini vermiştir. İkisinden biri olmasa o mükemmel karışım veya müstesna bir alaşım diyebileceğimiz Zen olamaz ve bugüne kadar da gelemezdi. Yani esasında bugün budizm yaşıyorsa bu biraz da taoculuk sayesindedir. Tao düşüncesi insanlığı bu denli etkilemeye devam edebiliyorsa o da Zen nedeniyledir.

Örneğin Tao’nun ve Zen’in ortaklaştığı temel ilkelerden birisi “şiddetsizlik ve zararsızlık”tır. Bütün varoluş unsurlarını, aynı zamanda kendinizin de bileşenleri; geçmişteki, şimdiki ve gelecekteki parçalarınız olarak görürseniz onlara nasıl şiddet uygular, nasıl zarar verebilirsiniz ki? İşte bu, bütün varoluşun birbirine karşılıklı bağımlılığını farketmiş olmaktan kaynaklanan ‘doğal şefkat’tir ve sizi bozulmamış içsel doğanıza, ‘gerçek-kendi’nize ulaştıracak olan anlayışın ve yolun başlangıcıdır.

.....

Skolastik bir dinsel pekala şöyle sorabilir: ‘Eğer Tao belirsizse, bu sizin Tao hakkındaki fikirlerinizin de belirsiz olduğunu göstermez mi?’. Taocu ise kolaylıkla yanıtlar: “Sizin ‘belirli’ sandığınız her şey gerçekten de belirli mi, yani sakın ‘yanılsama’ olmasın? Tao hakkında bilebileceğiniz her şey zaten eksik olacaktır; o halde ona ait bir fikrin de belirsiz olması gerekmez mi?” Ardından şöyle de ekleyebilir: “Herşey Tao’dan geldiğine göre, Tao’nun herhangi birşey olması mümkün müdür?” ...Tabii soruyu soran da sorduğuna soracağına pişman olur.

Zaten ‘bilinemeyen’in aynı zamanda ispatlanamayacak olduğunu sanırım kabul ediyorsunuzdur. Eğer ‘Tao’ sözcüğü tanımlanamıyorsa, ya tam olarak bilinemiyor ya da anlaşılamıyor demektir. O halde neden sözedilmekte olduğu da başlangıçta bilinemez, kısmen bilinebilse de sözcükler onun anlatımında yetersiz kalır. Agnostikçe görülen bu düşünüşün aslında ne denli doğru olduğu açıktır. Tanımlanamazsa anlamlandırılamıyor demektir. O halde geriye tek bir şey kalıyor: ‘Tao’yu anlamak isterseniz, önce taocu felsefeyi anlamaya çalışmalısınız’.

Sıradan bir yoldan daha çok yol, ama daha farklı bir yol olan taoculuğu anlamaya çalışmakla işe başlayabilirsiniz. Onu kavrayabilirseniz her şeyi bir başka açıdan, ama kesinlikle daha özgür biçimde kavramaya da hazır olacaksınız.

Çağdaş insana en çok hitap edebilecek felsefeler Tao ve Zen’dir; ama işin garibi onlar felsefe de değildirler. Başı ve sonu olmayan Tao’nun içine girdikçe ve Zen’i anlamaya başladıkça, o güne kadar anlaşılamayan pek çok şey anlaşılabilir hâle gelecektir. Daha da ilginç olanı o güne kadar nasıl olup da anlaşılamaz olarak kalabildiklerine şaşıracaksınız. Örneğin bütün varoluş alanını vareden ve kontrol eden Yin ve Yang’ın, tıpkı yerle gök gibi hem ayrı hem de bir arada olduklarını kavrayabilmek size hem derin bir huzur hem de yepyeni bir sorumluluk verecektir. Oradan da ister ‘karşıtların uyumlu birliği’ne, ister aynı bütünün değişik görünüşlerine, ister bölünmüş gibi görülenlerin gerçekte nasıl birleştiğini, doğanın bütünlenebilir unsurları bir araya getirmesiyle algılama noktasına erişebilirsiniz. Çünkü Tao evrenin anlamı, öncesi, şimdisi ve sonrasıdır. Ayrıca, Tao’nun içine girmeden Zen’i anlayabilmek de hissedebilmek de mümkün değildir.

Gerçekten de taocunun mantığını ve zihninin işleyişini biraz olsun anlayabilmek için taocu felsefeye aşina olmanız gerekir. Örneğin taocunun işi hiçbir zaman Tao’ya boyun eğmek, ona kulluk etmek olmadığı gibi, anlayamadığı zaman sanal gerçeklikler ve faraziyeler uydurmak da değildir; aksine onunla ‘uyum içinde olmak’tır. Bu, Ortadoğu dinsellerinin kolay kolay anlayabileceği birşey değildir. İşte o nedenledir ki bir taocu korkulu, kuşkulu ya da kaygılı değil; uyumlu, doğal ve katılımcıdır. Nihai hedefi de varoluşla ‘bir olmak’tır. Taocu tapınmadığı için Varoluş’la arasında ayrılıktan ve ayrışmadan kaynaklanan o bildik mesafe de yoktur; aksine kendisi gibi yine Tao’dan gelmiş olan çevreyi, doğayı ve evreni ‘anlamaya’ çalışır..., tabii herşeyden önce de ‘kendini’. Çünkü bilir ki, bakma kastı ile baktığında onu göremez; dinlediğinde duyamaz; ama her şey ondan gelir, ona döner...

Tao’ya göre zihin, beden ve ruh yeterince gelişmemiş ve gerektiği kadar olgunlaşmamışsa aydınlanma yolunda ilerlenemez. Hep biryerlerde takılıp kalırsınız. Dinler zihni, aklı ve ruhu doğal olmayan mecralara çektikleri için zihin-beden-ruh zamanla ya safdışı kalır, ya da hastalanır ve işlev göremez hâle gelirler. O vakit yaşam gücü azalır, idrak geriler; yin ve yang dengelenemediğinden birlik sağlanamaz, olağanüstü ve mükemmel düzenin farkına varılamaz.

Tao düşüncesi toplum normlarının, toplumsal değer, yaşam biçimi ve alışkanlıklarının, insanın doğallığı demek olan ‘gerçek-kendi’sine erişimin önündeki engeller olduğunu kabul eder. Bu durumu hem de bundan yirmibeş asır önceki, bu kadar konformist olmayan, toplum baskısının bugünkü kadar hissedilmediği dönemlerin yazınında kolaylıkla görebiliyoruz. Onlardaki temel düşünceler özetle şöyledir:

. Herşeyin temelinde Tao vardır, daha doğrusu herşey Tao’dan gelir; tüm varlıkların varolma nedeni Tao olduğu gibi bütün evrim ve dönüşümler de Tao sayesinde mümkün olabilir.

. Tao düşüncesinde bireylere ödül ve ceza veren tanrısal bir güç yoktur. Bir taocu ne kadar övgü amaçlı da olsa, Tao’yu nitelemek için kullanılacak her yüceltici sıfatın gerçekte onu sınırlayacağının ve kısıtlayacağının bilincindedir.

. Taocu düşünceye göre içinde farklılık, karşıtlık, tezat bulundurmayan ortam yaratıcı da değildir; asıl kaos oradadır.

. Felsefesini gerçekten özümlemiş bir taocu wu-wei’yi hiçbir zaman eylemsizlik olarak algılamaz, fakat doğru biçimde ‘edimsizlik’ olarak algılar.

Geleneksel budizmde ve Tao düşüncesinde yer almayan yapay ‘kutsallık’ kavramına, örneğin Zen’de de rastlayamazsınız. Her üçünün de felsefelerinin odak noktası kuramsal, göksel ya da kutsal bir güç değil, ‘insan’dır. Arınmaya, farkındalığa, tekâmüle ve erdeme yönelen insan... O nedenledir ki her üç düşüncenin mensuplarının doğa ile uyum sağlama yetenekleri ile yaşama ‘koşulsuz ve önyargısız katılma’ becerileri, coşkuları, ‘bir olabilme’ anlayış ve kapasiteleri, diğer inanç sistemlerinin mensuplarından çok daha farklı ve güçlüdür. Hal böyle olunca, yani zihni kutsallığa ilişkin kavramlarla bulandırılmamış, korku ve endişelerle baskı altına alınmamış olduğundan taocu da ne yaşamdan kaçıp ondan elini-eteğini çeker; ne de yaşama aşırı derecede bağlanır. Ama uyumlu ve tutarlı biçimde yaşamın içinde yer aldığından, ondan gerçek anlamda haz ve huzur duyar; yaşamı içine sindirir, çatışmaz ve böylelikle de onun tadına varabilir.

Sözlerle anlatılabilen herşey sınırlıdır, ya da sözlerle anlatmaya kalktığınızda sınırlamış olursunuz. O nedenledir ki ‘anlatılabilen Tao, Tao değildir’. Böyle baktığımızda Chuang Tzu’nun sadece Kant ile değil, Wittgenstein’la da Krishnamurti ile de ortaklaştığı pek çok nokta bulabilirsiniz. Bu durumda iki büyük teorisyen ve yazar olan Lao Tse de Chuang Tzu da günümüze öyle yaklaşırlar ki, bir anda çağdaşımız oluverirler.

Tao’yu anlayamamamız doğaldır; zaten anlaşılabilir olan Tao değil, taoculuktur. Taoculukta ‘Tao’ herhangi birşeyin adı değildir; ama hem evreni oluşturan hem de onda oluşmuş her şeyin temelinde Tao vardır
Kaynak:Alıntıdır.
 
Üst