Perilerin Koşusu

Evrenos_21

Kayıtlı Üye
Katılım
19 Ağu 2010
Mesajlar
17
Tepkime puanı
3
PERİLERİN KOŞUSU

Stonehenge’e dışardan bir kez daha baktım. İnsan gerçekten de düşünmeden edemiyor. Nasıl yapmışlar bu adamlar bunları? Ve niçin yapmışlar?
perilaeran.jpg

Hiç zannetmiyorum işgüzar 50-60 tane İskoçyalının “Dur lan, şuraya yuvarlak çizelim, içine taşları dikelim, sonrada tepelerine yine taşlar koyalım, millet kudursun 300-400 yıl sonra “ diye düşündüklerini.
Peki niçin? Kimse bilmiyor. Değişik teoriler var bir sürü.
Kimisi Druidlerin ayin yeri olduklarını düşünüyor. Kimisi bir yıldız gözlem evi olduğunu . Kimisiyse bir hava alanı. Ben mi? Bence biraz farklı. Bence burası faeri ülkesine ait olanların - ya da daha kolay anlaşılacak dilde konuşacak olursak -perilerin, dünya boyutuna geçtikleri yer.
Maalesef dilimizde “peri” ve “ cin” kelimesi dışında dilimiz bu “doğa üstü yaratıkların” isimlerinde hayli kısır. Ama İskoçlar ve İrlandalılar öyle mi ya ?
Dolaplarda ve yatakların altında saklanan, insan ruhlarıyla beslenen yaratıklar “Sucubus”lar
Birisi öldüğünde yandaki bir ağaca tüneyip bağıra çağıra ağlayan dişi hayalet , “banshee”
Peki, ya madencilik işlerinden anlayan ve dağlarda yaşayan, cüceler? Evet, doğru , “dwarf”lar.
Ben işte bu muhteşem güzellikteki yaratıkları incelemeye geldim buraya.
Çocukluğumdan beri sürekli gelirim buraya. Civardaki insanlar geceleyin buraya gelmeyi tavsiye etmezler, çünkü mavimsi ışıklar gördüklerini söylerler.
Özellikle de belli akşamlarda.
Ne de olsa “fae” sakinleri inanılmaz derecede kurnaz ve bizim anlayışımız dışındadırlar..
İlginç tavırları ve özellikleri vardır. Bir ilginç takıntıları, kurallara ölesiye bağlı olmak.
Mesela sadece belli gecelerde dışarı çıkabilirler. Bu gecelerde ise mutlaka ya dolunay zamanı, ya da alacakaranlık zamaninda gözükürler. Özellikle mevsim geçişlerinde, yâda ayin 13unde veya 15inde belirirler. Yada cikacagi gunde , birkaç özellik ayni ana getirmelidir, mesela 6. Ayın 15inde geceyarisi gibi ( hem yılın ortası , hem ayın ortası hem de gunun ortası )
Uzun uzun mitolojileri inceledim , buradaki insanlarin hikayelerini dinledim. Druidlerle ve modern cadılarla konuştum. Burasi hakkinda bayağı bir bilgi sahibi oldum. O yüzden bu gece buradayım ya zaten.
Bugun Mart 13, ve Cuma günü. Mevsim dönüşü olan bir ay, ayın 13ü, üstelik gece dolunay çıkacak.
Cebimde onlara zarar verdiği söylenen dökme demirden yapilma hiçbir malzeme yok. Elektronik bir cihaz ya da fotoğraf makinası da getirmedim. Gayet doğal ve rahatım.
Hava şu an tam alacakaranlık olmak üzere. Henuz kızılımsı bir hava olmasına rağmen dolunay net bir şekilde gözüküyor.
Şansıma bekçiler dünyanın her yerinde aynı. Biraz para verip , üniversite kimliğimi ve yanımda getirdiklerimi görünce , gece kalmam konusunda fazla problem çıkarmadılar.
periler1.jpg
Çantamdaki meyve suyunu çıkarip içtim. Bekçilerden biri yanima geldi , onunla biraz konuştuk. Kesinlikle “peri” lere inanmayan bir tipti.Yıllardır burada duruyordu ve köylülerin bahsettiği o mavi ışıkları hiç görmemişti. Köylülerin uzakta bir diskodan gelen lazer ışıklarını , peri ışığı zannettiklerini söylüyordu.
Biraz benle lafladı , sonra etrafta turlamak için gitti.
Adamın bu laflarına hiç sıkılmadım. Ne de olsa Fae’ın tipik özelliklerinden biri de sadece inananlara görünmektir.
Ben , eğer bu gece birşey göreceksem, en iyimser tahminle bir “pixie “ göreceğimi tahmin ediyordum. Şu ufak, avuç içinden biraz daha büyük olan , kanatlı uçuşan perilerden. En fazla gözüken , ve hiç bir özelliği olmayan periler. Onların en fazla sevdiği söylenen besin olan bal ve şarapı, bu yüzden getirmiştim yanıma.
Alacakaranlığı biraz geçipde etrafta kıpırtı olmadığını farkedince, perilerin iyice geç bir saatte ortaya çıkacaklarını anladım . Bu iş canımı sıktı. Saatlerce boş boş oturmam gerekecekti yani.
Ingilterenin meşhur buz gibi havasına katlanmak için çantamdan önce montumu çıkardım, sonrada bir druid’in verdiği tavsiye üzerine , gözkapaklarım üstüne yağmur suyunda öğütülmüş yonca yapraklarından oluşan vıcık vıcık bir karışım sürdüm. İşe yarayacağından değil de, ne olur olmaz.
Hava iyice karardı ve yıldızlar ortaya çıktı. Yere uzandım ve çocukken öğrendiğim yıldız kümelerini seçmeye çalıştım. Şu büyük ayı, şu da venüs galiba, ama şu ne , tam çıkaramadım.
Uykum geldi, uyumamak için ayağa kalktım ve gezinmeye başladım. Bekçilerden birinin yanına gittim. Adam deneyimliydi, termosta kahve getirmişti. Biraz kahve içip konuştuk sonra ben tekrar taşların yanına döndüm.
Zaman tahminimden de ağır geçiyordu. Sürekli kalkıp dolaşmaya başladım, böylece soğuk havadan da daha az etkilenirdim.
Aklima birden başka bir fikir geldi. Ya bu pixiler , ben olduğum için ortaya çıkmıyorlarsa? Bekçiler tanıdıktı, ama ben bir yabancıydım. Bu yeni düşüncemle , taşlardan iyice uzaklaştım. Stonehenge’i uzaktan görebileceğim bir yere giderek yüzükoyun uzandım.
Uzun sure bekledikten sonra uykumun geldiğini farkederek tekrar sırtütüne dönüp yıldızları incelemeye başladım. Kayan bir yıldız. Hemen dilek tut. Bir chopper’ım olmasini diliyorum. Zaten ancak bu gidisle yıldızlardan medet gelecek. Yıldız dedim de , acaba eski sevgilim ne yapıyordur şimdi? Ünlü bir tiyatro oyuncusu olmaya kafayı takmış, beni terkedip hayalinin peşinde koşmayı tercih etmişti. Başarmıştı da . En son elime geçen kültür-sanat gazetelerinden birinde “yıldızı parlayanlar” arasinda en iddiali genç bayan tiyatrocu olarak adını görmüştüm.Kimbilir kiminle beraberdir şimdi?
Gökyüzünde oynaşan şu kızıl ışıklar gibi , o da kıpkızıl saçlarını sağa sola….Bir dakika, ne dedim ben?
Daldığım hayalden birden sıyrılarak Stonehenge’e baktım. Taşların oradan kızıl ışıklar geliyordu. Kızıl mı? Mavi olması gerekiyordu.
periler2.jpg
Hemen ayağa kalkıp hızlı, fakat temkinli adımlarla Stonehenge’e yürüdüm. Ayağım bir şeye takıldı. Bekçilerden biriydi , elinde brandy şişesiyle yere uzanmış, sızmıştı. Yavaşça dürttüm uyanması için. Uyanmadı. Sanki büyülenmiş gibiydi. Taşların oradan hala kızıl ışıklar geliyordu. Oraya doğru yavaş yavaş yürümeye devam ettim. Kalbim heyecandan küt küt atıyordu. Taşlar da sanki kalp atışımla doğru orantılı olarak ışıkları bir parlaklaştırıp bir sönükleştiriyorlardı. Bir şey daha farkettim. Işıklar renk değiştirmeye başlamıştı. Ben yaklaştıkça ışıklar mavileşiyordu. En dışarı sıradaki taşlara vardığımda ışıklar tamamen mavileşmişti.
İç sıradaki taşlarda hafif bir kıpırdanma hissettim ve kıkırdama sesleri duydum.
Kalbim deli gibi atarak iç sıradaki taşlara doğru ilerledim. Taşların arasında bir şey kıpırdadı. Olduğum yerde dondum kaldım. Kıpırdayan şey bir insan değildi. Ama şu ana kadar mitolojilerde okuduğum varlıklardan birine de benzetememiştim. Göz ucuyla gördüğüm yaratık insan boyutlarında ama mavi bir şeydi.
Tüm cesaretimi toplayarak bir kaç adım attım. Etrafta en ufak ses duyulmuyordu ama beynimin içinde kıkırdamalar ve gülüşmeler yankılanıyordu. Varlığı yine gördüm. Biraz daha yakında olduğumdan daha netti görüntü. Kesinlikle bir insana benziyordu. O an arka planda birinin daha kıkırdayarak koşuştuğunu gördüm. İki kişiydiler. Bir kaç adım daha atarak en ön sıradaki taşların , oradan da en öndeki “altar” taşının önüne çıktım. Görüntüden soluğum kesildi.
Etrafta masmavi ışıklar uçuşuyordu. İki tane , şu ana kadar hiç görmediğim doğa üstü yaratık inanılmaz bir zerafet ve çeviklikle dans ediyorlardi. İkisi de benimle ilgilenmiyor gibiydi, kendi aralarında koşuyorlar ve dansediyorlardi. İkisini de iyice inceledim.
Masmaviydiler. Saçları , alevler gibi tepelerinde mavi mavi dalgalanıyordu. Sivri kulaklıydılar ve uçları yukarıya doğru kayan sivri gözleri vardı. İnce uzun ve sivri bir burun hemen altinda ise yine küçücük bir ağız bulunuyordu. FRP oyunlarındaki “elf” lere benziyorlardı. Yüzleri kesinlikle korkutucu değil, tam tersine estetik ve rahatlatici bir hava içeriyordu. İkisi de tamamen çıplaktı . Dışardan bakıldığında türlerinin dişileri olduğu belli oluyordu ana yakından bakınca hiç bir cinsel organ gözükmüyordu. Ağızlarını açmamalarına rağmen etrafımda gelip giden gülüşmeler ve fısıldaşmalar artmıştı.
Birden , varlıklardan biri beni gördü. Dansetmeyi bırakmadan daha hafif hareketlerle yanima geldi gülümsedi ve tekrar uzaklaştı. Az sonra diğer dişi de beni farketti, ve aynı hareketi tekrarladı. İçine beni kattıkları bir oyun mu oynuyorlardı acaba ?
periler3.jpg
Cesaretimi toplayarak yanlarına doğru yürüdüm. Onları tutmak istedim ama , dokunmak bile imkansızdı. Birer su parçası gibi kaya kaya , seke seke kaçışıyorlardı. Bunun üzerine olduğum yerde durup onları incelemeye devam ettim.
Saçları dışında vücutlarında en ufak bir tüy bile yoktu. Normalde soylendiği kadarıyla üstlerine başlarına taktıkları deniz kabuğu şeklinde takıları da yoktu.
Tamamen çıplaktılar, tamamen serbest.
Tamamen özgür.
Geniş ve hayali bir çember etrafında dönerek dansettiklerini farkettim.
Cesaretimi tekrar toplayarak o çemberin içine girdim. İkisi de gittikçe artan bir tempoyla etrafimda dansetmeye devam ettiler. Etrafta uçuşan mavi ışıklar azaldilar ama nedense varliklari daha net görebiliyordum. Kulağımda hala o tatlı fısıltılar ve ıslık sesi gibi gelen kıkırdaşmalar vardı.
Tempoları tekrar yavaşladı ama bu sefer çember daralmaya başladı . Bana doğru iyice yaklaştılar.
Artık o kadar yaklaşmışlardı ki, elimi uzatsam değebilecektim onlara, ama durdum ve bekledim. Daha evvel onlara dokunmaya çalıştığımda elimden yağ gibi kaymışlardı çünkü.
Birden sanki telepatik olarak iletişim kuruyorlarmış gibi aynı anda ellerini bana doğru uzattılar. İkisi de aynı anda omuzlarıma dokundular ve bana gülümsediler. Artık koşmuyorlardı , etrafımda yürüyerek yavaş yavaş dönüyorlardı . Kollarını direk omuzlarima uzatmışlar, bana dokunarak gülümseyerek etrafımda tur atıyorlardı. Dişilerden biri elini omzumdan aşağıya doğru indirerek elimi tuttu ve sıktı. Böyle olunca mecburen bende onlarla beraber dönmeye başladım. Diğer dişi de biraz sonra diğer elimi tuttu. Kısa bir süre böyle döndükten sonra , yavaş yavaş , yine kayar gibi bir şekilde beraber yürümeye başladık.
İyi de oldu aslında , daha fazla dönsem midem bulanırdı .
Yavaş yavaş taşlardan uzaklaşmaya başladık. Uzaklaştıkça etrafımızda azalarak dönüp duran mavi ışıklar iyice azaldılar ve bir müddet sonra tamamen kayboldular . FAzla önemsemedim. Ne de olsa tepede dolunay vardı ve etrafı mükemmel bir şekilde aydınlatıyordu.
Varlıklar ellerimi bırakmadan yavaş koşmaya başladılar.Ellerimi öyle sıkı tutuyorlardı ki bırakmam olanaksızdı.Bende onlarla beraber yavaş tempoda koşmaya başladım. Hala etrafımdan ufak ufak kıkırdamalar ve gülüşmeler geliyordu. İnanılmaz hoşuma gitti bu durum.
Çok uzun bir süre koştuk. Şansıma düzenli spor yaparım, o yüzden çok az yoruluyordum. Varlıklar bana gülümsediler ve ellerimi bırakarak belime sarıldılar , ben de –mecburen- onların boyunlarına sarılmak zorunda kaldım.
Koşunun temposu birden artti.
İnanılmaz bir hızla koşmaya başlamıştık. Yer altımdan kayıyordu sanki. Yavaş bir tempodan birden hızla bir tempoya geçtiğim için nefesim sıkıştı ve bir süre nefes alamadim.Tekrar nefes almaya başladığımda kalbimin normalin çok üstünde attığını hissettim. Kollarımı onların boyunlarından indirmek için hamle ettim ama beceremedim, kollarım onlarin boyunlarına yapışmıştı sanki.
Etrafımdaki fısıltılar ve gülüşmeleri hala net bir şekilde duyabiliyordum ve onları görebiliyordum. Hala suratlarında aynı gülümseyişle koşuyorlardı. Durmalarını söylemek için ağzımı açtım fakat ağzımdan ses çıkmadı. O kadar hızlı soluyordum ki, konuşamıyordum .
perilerson.jpg
Acıklı gözlerle onlara baktım . Anlamadılar. Ya da anlamazlıktan geldiler.
A303 ve A304 nolu otoyolların kesiştiği noktadan uçarcasına geçtik.Burası Stonehenge’e 3 km uzaklıktaydı. Ama koşmaya başlayalı en fazla beş dakika olmuştu. Bu da demek ki yaklaşık satte 40 km hızla koşuyorduk . Bu imkansızdı .Nasıl bu kadar hızlı hareket edebiliyorduk ? Guiness rekorlar kitabında en hızlı koşan adam yaklaşık 36 km hızla koşmuştu, o da sadece 100 metre . Ben şimdiden bu hızla 3 km koşmuştum.
Kulaklarım uğulduyordu.Artık fısıldaşmalar konuşmalara , gülüşmeler ise yoğun gülmelere dönüşmüştü. Bacaklarım artık beni dinlemiyordu. Şu anda bir taşa takılıp düşsem ,durana kadar en az 100 metre taklalar atardım. Başımı arkaya yasladım, daha iyi nefes alabimek için. Hızla tepemden geçip giden bulutları gördüm. Hızımız daha da artmıştı. Ağzım tamamen açılmış, sadece içeri hava almaya çalışan bir boru gibiydi. Ciğerlerim acıyordu ve aldığım hava gittikçe yetersiz gelmeye başlamıştı.Hiperventilasyona girmeme ramak vardı. Bacaklarım kopacak gibiydi, ve inanılmaz derecede hızlı koşmaktan tabanlarım ısınmıştı.Başımı aşağıya indiremiyordum ama ayaklarımdan duman çıktığına eminim.Kalbim ise patlayacak gibi atıyordu, o kadar hızlanmıştı ki kulaklarımdaki uğultunun esasında rüzgardan değil kalbimden geldiğini anladım.Dalağım tamamen şişmişti, eğer varlıklar beni arkaya yatıracak şekilde tutmasalardı çoktan iki büklüm olmuştum.
Kulağıma gelen gülme sesleri kendilerini yavaş yavaş iğrenç kahkahalara çevirdi. Sanki cehennemin yedinci katında tutsak duran şeytanların genzinden kopup gelen sadist kahkahalara dönüşmüşlerdi.
Acınacak gözlerle yanımda koşan varlıklara baktığımda önce bir şey göremedim. Çünkü ilk onları gördüğümde , etraflarında uçuşan , sonra kaybolan mavi ışıklar tekrar belirmişlerdi. Fakat bu sefer mavi değil kırmızıydılar ve inanılmaz parlaktılar. O kadar parlaktılar ki gözümü açamadım, yanımda koşan varlığa direk olarak bakamadım.
Gözlerim kararıyordu . Kalbim yerinden fırlayacak gibi atıyordu. Ve buna rağmen gittikçe koşu temposu artıyordu. Artık çaresiz şekilde koşan bir kukla durumundaydım. Tek isteğim bir an evvel durmak ya da ölmekti.Ve bu iki isteğime de yakında kavuşacaktım sanırım.
Kafamdan nasıl öleceğime dair hızlı senaryolar geçti.Bu tempoya dayanamayan kalbim birden patlayacaktı. Ya da aşırı basınçtan damarlarımdan biri yırtılacaktı. Bu hizla koşarsam hiperventilasyon yaşıyacak ve bilinç kaybına uğrayacaktım. Yada ciğerlerime yoğun basınçtan kan sızacaktı.O da olmazsa dalağım patlayacak ve aç bir kobra yılanı gibi vücuduma zehrini salacaktı.
Kısacası ne olursa olsun ölecektim.
Kızıl ışıklardan hala varlıkların suratını göremiyordum ama artik o neşeli fısıldaşmalar tamamen kaybolmuş, yerini anlamını bilmediğim ve gırtlaktan gelen korkunç sözler almıştı. Gülüşmeler tamamen kaybolmuş,iğrenç ve çirkin kahkahalar her yanımı sarmıştı. Hiç bir ölümlünün duymaması gerektiği lafları duyduğum için ruhumun sonsuza kadar lanetlendiğini hissediyor ve bir an evvel sağır olmayı diliyordum. Ama kulaklarımın uğultusu ve ayaklarımın yanmasına rağmen hala herşeyi net olarak hissediyor ve duyuyordum.
Etraftan gelen o güzel ağaç ve çimen kokulari da gitmiş, yerini en kötü tabakhane de rastanamayacak kadar keskin ve iğrenç bir koku doldurmuştu.
Yavaş yavaş hayatım gözlerimin önünden bir film şeridi gibi geçmeye başlamıştı. Doğuşumu gördüm, 2 yıl sonra küçük kardeşimin doğuşunu. Bir yıl sonra merdivenden düşüşümü ve burnumun hep o yüzden sağa doğru baktığını. Pafi’yi gördüm, küçükken beslediğim köpeğim. Evden kaçınca amma ağlamıştım . Sonra ilk aşık olduğum kız. Gerçekten de güzledi ha, siyah saçlar, masmavi gözler. Şu an kimin kalbini kırmakla meşguldur acaba ? Ismi neydi onun ? Aklıma kesinlikle gelmiyor.
Anılar ne de güzel akıyor gozlerimden. Okula gitmem, ilk bir kizla beraber olmam, sonra kızın transseksüel oldugunu öğrenip sabaha kadar kusmam, üniversiteye gitmem, mezun olmam, hayatımın kadınıyla tanışmam , nişanlanmam….
Birden çok fazla ağrı hissetmediğimi farkettim , ya vücudum aliştı, ya da öleceğim..
Kararan gozlerimi zar zor açtım. Kızıl ışıklar sanki biraz olsa azalmıs gibiydi . Bir şey daha farkettim, stonehenge’e geri dönüyorduk. Derin soluk almalarım arasında öksürdüm ve üstüme kan sıçradı. Bir kaç kez daha öksürdüm, kan devam etti. Demek damarlarım yırtılmış ve ciğerlerime kan girmeye başlamıştı. Bir öksürük krizi gelmek üzereydi, hissediyordum. Bu tempoyla öksürük krizine girersem , nefessiz kalacağımdan dolayı , kesinlikle ölürdüm.
Son bir kez varlıklara dönüp yalvarırcasina bir bakış attim, belki acirlar diye.
Sadece bir kaç saniye kadar onları net olarak görebildim. Daha sonra yine o kızıl ışıklar belirdi ve onların görüntüsü yine buğulandı.
Az önce ( sahi ne kadar oldu koşmaya başlayalı, on dakika mı, yoksa on saat mi? ) koşmaya başladığım o mavi varlıklarla alakaları yoktu.
Yüzleri hala uzundu fakat estetiklikle artik uzaktan yakindan ilgisi kalmamıştı. Korku filmlerinden veya deli bir ressamin tablosundan firlamış gibiydiler.
periler4.jpg
Vücut rnekleri tamamen alev kırmızısına dönmüştü. Evvelden masmavi bir şekilde kafalarinda alevler gibi dalgalanan saçlar , gerçek alevlere dönüşmüş ve çok yoğun bir şekilde yanip , havaya koyu dumanlar saliyorlardi. Kafataslarinin aleve yakin olan kisimlari , korlaşmış kömürler gibi için için kızıl yanan siyah kütlelerdi. Gözleri hala ince ve uzundu ama gözleri uğursuz bir sarılıkla parlıyor ve sürekli kandan gözyaşları döküyorlardi. Kulaklari yine ince uzundu ama yer yer yarılmış, her tarafı urlar ve etbenleri kaplamıştı. Dudaklar inanılmaz dolgun ve büyük , içerde sarı ve sipsivri bazilari çürümüş bazilari kirilmiş ufacik dişleri barındırıyordu. Sipsivri ve iğrenç dilleri akla hayale gelmez kötülükte bildiğim , bilmediğim ve de bilmek istemediğim tarzda günahlari konuşuyordu.
Dişiydiler , ama o tanrisal güzellikten eser kalmamıştı. Vücutlarin çoğu yeri deforme olmuş, etbeni ve sivilce kaplamıştı. Cinsel bölgelerinden sürekli sarımtırak ve irinimsi , tiksindirici bir sıvı akıyordu ve bu sıvıdan o tabakhane benzeri koku yayılıyordu.
Korkudan dona kalmış, sürekli kan tükürürken, ne kadar genç yaşta öleceğim düşüncesi belirdi kafamda.
Derken birden bitti. Herşey bir anda durdu
Kolumdaki şeytanların koşusu durdu. Yerin altimdan kayması durdu.
Çoktan şişip ağrı şokuna girmiş dalağımın sancısı durdu. Tüm ağrılarım durdu.
Düşüncelerim durdu.
Hayallerim durdu.
Kalbim durdu.
Şeytanlar kollarımı bırakıp usulca yanımdan çekip giderken , stonehenge’ın en dış sırada duran taşların yanına , cansız bir şekilde düştüm. Tamamen karanlığa gömülmeden önce farkettiğim bir şey sabah olduğu ve bekçilerin yanıma gelmesiydi.
Bekçilerden biri yanıma gelip ölüm nedenimi incelemeye başladı.
Sonra karanlık.
 

BattleFury

Kayıtlı Üye
Katılım
27 Ara 2010
Mesajlar
487
Tepkime puanı
72
Dünyanın en büyük Fındık Kıracagıdır belki... zamanla küçülmüş ve ele-acuva sıgmıstır :D
 
Üst