Büyük Alim Şems-i Tebrizi ...

taco23

Kayıtlı Üye
Katılım
12 Eyl 2010
Mesajlar
50
Tepkime puanı
6
Şems-i Tebrîzî hazretleri güzel halleri ve kerâmetleri
Sirâceddîn anlatır: "Kış mevsiminin ortasıydı. Bir kimse bahçesine gül dikmişti. Bunu Şems-i Tebrîzî'nin bulunduğu bir mecliste; "Efendim! Ben bu günlerde bahçeye gül ağacı diktim. Acaba tutup gül verir mi? Yoksa emeğim boşa mı gider?" diye sordu. Bu kimsenin tereddütlü hâlini gören Şems-i Tebrîzî; "Cenâb-ı Hak isterse, böyle sebepsiz de yaratır." derken, hırkasının altından bir demet gül çıkardı. Orada bulunan bizler bu kerâmeti görünce, hayretimizden şaşırıp kaldık."


Sultânın bir oğlu vardı. Çok yiğit ve yakışıklı idi. Fakat bir şeyi hemen ezberleyemez çok kısa zamanda da unuturdu. Hocaları, onun unutkanlığından usanmışlardı. Babası bir gün Şems-i Tebrîzî'nin huzûruna gelip, oğlunun durumunu anlattı ve himmetini istirhâm edip, Kur'ân-ı kerîm öğretmesini istedi. Şems-i Tebrîzî de kabûl buyurup; "İnşâallah her gün Kur'ân-ı kerîmin bir cüzünü (yirmi sahife) ezberler." dedi. Orada bulunanlar, bu söze şaşırdılar. Ertesi günden îtibâren, çocuk derse gelmeye başladı ve her gün yirmi sahife ezberledi. Bir ayda Kur'ân-ı kerîmin tamâmını ezberlemiş oldu.


Şems-i Tebrîzî hazretleri ile Mevlânâ, mehtaplı bir gecede medresenin damında oturmuş sohbet ediyorlardı. Bir ara Şems, etrâfına bir göz gezdirerek; "Hiçbir pencereden ışık görünmüyor, herkes ölü gibi yatıyor. Keşke uyanık olsalar da, âhiret için birazcık çalışıp, kıyâmet gününde güç durumda kalmasalar. Yoksa bu hâlleriyle ölüden farkları yok." dedi. Bunun üzerine Mevlânâ hemen ellerini kaldırıp; "Yâ Rabbî! Şems-i Tebrîzî hazretlerinin hürmetine bu uykuda ölü gibi yatan kullarını uyandır!" diye duâ etti.Duânın akabinde, gökyüzünde bir anda bulutlar toplanmaya, şimşekler çakmaya ve gök gürlemeye başladı. Bu şiddetli gürültülerden uyuyan herkes uyandı. Yakın evlerden "Allah!Allah!" sesleri gelmeye başladı. Bir müddet bu sesleri dinlediler ve Şems; "İnsanların, Rabbimizin hıfz-u emânında (korumasında) olabilmeleri için, âlim, kâmil bir rehbere ihtiyaçları vardır. Ancak böyle bir rehbere kavuşanlar, yer ve gök âfetlerinden, maddî ve mânevî bütün zararlardan korunabilirler. Görüldü ki, şu insanların uykudan uyanıp "Allah! Allah!" demeleri, gök gürlemesinden dolayıdır. Onun gibi, bu insanların hakîkî uykudan uyanmaları, cenâb-ı Hakk'ın sevdiği bir âlimi veya velîsi sebebiyle olmaktadır." buyurdu.

alıntı...
 

La-edri

Kayıtlı Üye
Katılım
21 Haz 2010
Mesajlar
2,195
Tepkime puanı
509


trans.gif

untitled-4%20copy.jpg



Şems-i Tebrizi


Asırlarca meyve veren dostluk
Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nden Dr. M. Mustafa Çakmaklıoğlu ise "Mevlânâ ile Şems'in karşılaşması kadar dikkat çekici, üzerinde konuşulan ve tartışılan, sonuçları bakımından hayli verimli ve bir o kadar da düşündürücü bir buluşma ve dostluk olmasa gerek" kanaatinde. Ona göre bu buluşma "Şems ve Mevlânâ'daki tesirlerinin yanında tasavvufi bir tecrübe olarak da günümüze kadar eşsiz semereler vermiş" bir konu... "Bir taraftan bir fakih, kelâm âlimi, müderris ve bir vâiz olarak kendi yöresinde meşhur Celâleddin Muhammed'i; bir Mevlânâ, eşsiz bir aşk sûfîsi ve şâiri olarak yaşadığı coğrafyanın sınırlarının çok ötesine taşıyarak evrenselleştiren; diğer taraftan Tebriz'in, ilmî münazaralarla ve eser tedvînâtıyla çok fazla meşgul olmayı sevmeyen Melâmî-meşrep, özgür ruhlu, gezgin sûfîsini bir aşk ve irfan Güneşi/Şems olarak dünyaya tanıtan" bu buluşma herkesin tartışılması gereken bir şey.
Çakmaklığolu'nun ifadesiyle " bu iki sûfî arasında sıra dışı bir dostluğun müşâhedesi, kimin hoca kimin öğrenci ya da kimin şeyh kimin mürit olduğuna dair bir karar verilemiyor oluşu" da bu buluşmanın sıradan târihî bir karşılaşma, aralarındaki sohbetin de sıradan ilmî-entelektüel bir münâzara olmadığının göstergeleri...Ona göre Şems ve Mevlânâ buluşmasını üç evrede özetlemek mümkün: "1. İlkkarşılaşma: Hayret. 2. Buluşma: Vuslat, uzlet, terk, sohbet, aşk, fenâ, vahdet. 3. Ayrılık: Sükût, uzlet, keder, sema', şiir.



İlahi aşk ve mutlak birliğin somut hali: Şems
Şems-i Tebrizî, Mevlânâ için saf aşkın, müşahede âleminde tecessüm ve tezahür etmiş hakikî bir görünümüdür ve aynı zamanda vahdet sırrını da hakikatinde barındırır. Avni Konuk da Şems'in vahdet-i mutlak sırrı olduğunu şu şekilde açıkça ifade ediyor: "Şems hakkında apaçık konuşmak, onun sırlarından bahsetmek sırr-ı vahdet-i apaçık söylemektir ki bu da fitneye, kana, kavgaya sebeptir". Zîrâ aşk mertebesi mutlak vahdet mertebesini ifade eder. Buradan yola çıkarak Çakmaklıoğlu Şems'in en önemli hususiyetini vurguluyor: "Bütün bunlardan bir insan-ı kâmil olarak Şems'in, hakikati ve rûhâniyeti îtibâriyle önemli bir husûsiyetini öğrenmekteyiz: Ezelî, ilâhî aşkın ve vahdet-i mutlak sırrının somutlaşmış şekli olması". Mevlânâ ise Şems-i Tebrîzî'nin şahsında hem ontolojik, hem epistemolojik ve hem de estetik açıdan vahdeti tecrübe etmiştir.
Ve devam ediyor:"Zaten o, farklı bir çok husûsiyetine ve bir çok ilimde vukûfiyetine rağmen ricalullahın sohbetine eriştikten sonra hepsinden sıyrılıp tecrid, tefrid ve tevhid âlemini tercih eden bir sûfî olarak tasvir edilir".Kısaca aşk ve vahdet âdetâ Şems'le aynîleşmiştir.
Mevlânâ ile Şems ilişkisi bir başka açıdan da Musa a.s. ile Hızır a.s. ilişkisine benzetilir. Adeta bu ilişkinin detaylım açıklaması, genişletilmiş yorumu gibidir. Sultan Veled, her ikisinin sohbetini Musa-Hızır ilişkisine benzetir. Artık aşk ve vahdet-i mutlak sırrı kendisinde tezahür eden Şems, Mûsâ-i Kelîm makamında bulunan Mevlânâ'ya Hızır olmuştur.
Şems sempozyumunda Selçuk üniversitesi Mevlana Araştırma Merkezi Müdürü Osman Nuri Küçük "Hızırlık" durumunu şöyle ifade ediyor: "Şems'in hakikati ve rûhâniyeti îtibâriyle önemli bir husûsiyetini öğrenmekteyiz: Ezelî, ilâhî aşkın ve vahdet-i mutlak sırrının somutlaşmış şekli olması". Mevlânâ ise Şems-i Tebrîzî'nin şahsında hem ontolojik, hem epistemolojik ve hem de estetik açıdan vahdeti tecrübe etmiştir.
Ve devam ediyor:"Zaten o, farklı bir çok husûsiyetine ve bir çok ilimde vukûfiyetine rağmen ricalullahın sohbetine eriştikten sonra hepsinden sıyrılıp tecrid, tefrid ve tevhid âlemini tercih eden bir sûfî olarak tasvir edilir".Kısaca aşk ve vahdet âdetâ Şems'le aynîleşmiştir.
Mevlânâ ile Şems ilişkisi bir başka açıdan da Musa a.s. ile Hızır a.s. ilişkisine benzetilir. Adeta bu ilişkinin detaylım açıklaması, genişletilmiş yorumu gibidir. Sultan Veled, her ikisinin sohbetini Musa-Hızır ilişkisine benzetir. Artık aşk ve vahdet-i mutlak sırrı kendisinde tezahür eden Şems, Mûsâ-i Kelîm makamında bulunan Mevlânâ'ya Hızır olmuştur.
Şems sempozyumunda Selçuk üniversitesi Mevlana Araştırma Merkezi Müdürü Osman Nuri Küçük "Hızırlık" durumunu şöyle ifade ediyor: "Şems'in döneminin toplumsal normlarına genellikle zıt hareket etmesi, pek fazla kişiyle arkadaşlık etmeyişi, genelde yalnız oluşu gibi özellikleri, yaptıklarından dolayı kendini insanlara ve onların teamüllerine uygun bir sorumluluk içinde görmeyen Hızır'ı akla getirmektedir. Çünkü Hızır'ın dikey boyuttan yönlendirilen davranışları yatay boyutun toplumsal teamül ve normlarına zıttır, alışılagelen bilgi kalıplarının ötesindedir".



Mürşid-i Kâmil
Osman Nuri Küçük tasavvufun püf noktalarından olan mürşid-i kâmil konusuna da Şems üzerinden değiniyor: "Mevlânâ gibi Şems'in de tasavvufî seyr ü sülûkun gereklerinden biri olarak üzerinde durduğu öncelikli konulardan biri sâlikin olgunlaşmak için bu yolda kendisine rehberlik yapacak kâmil bir pîre duyduğu gereksinimdir. Şems'e göre kişi manevi yolda tekamüle erişmek için ne kadar mücadele edip çalışsa da ledün ilmine erişmiş bir Allah dostunun kılavuzluğunda çalışmadan bu maksadını gerçekleştiremez".
Şems'e göre kâmil pîr, sâlike eksikliklerini gösteren bir ayna gibidir. Sâlik o kâmil prototipe bakarak kendi eksiklerini fark eder ve bunları tezkiyeye çalışır. Zira insan, zahiri varlığındaki dağınıklıkları ve kirleri aynaya bakarak fark ettiği gibi iç dünyasının çarpıklık ve hastalıklarını da gönlü her türlü manevi kirden arınarak saf bir hale gelmiş kâmil insan aynasında fark edebilir. Çünkü eksik ve kusurları giderebilmenin öncelikli şartı bunların fark edilmesidir. Bu yüzden Şems şöyle der:
"Bütün Peygamberlerin öğütlerinin özeti şudur: Kendine bir ayna ara".
Küçük bu durumu şöyle açıyor: "Mutlak mânâda insan-ı kâmilin prototipi Hz. Muhammed (sav) iken her devirde Muhammedi kaynaktan aldığı nuru taşıyan kâmil bir Allah dostu bulunmaktadır. Tasavvufi düşüncede asrındaki tüm velilerin önderi olarak kabul edilen bu en kâmil Allah dostuna "kutup" denilir".

Alintı
 
Üst