Yaratıcı Hoşnutsuzluk

mally

Kayıtlı Üye
Katılım
29 Ocak 2010
Mesajlar
720
Tepkime puanı
225
Yaratıcı Hoşnutsuzluk

attachment.php

Hiç şöyle sessiz sessiz hiç kımıldamadan oturduğunuz oldu mu? Bir kez deneyin gerçekten sakin sakin sırtınızı dik tutarak oturun ve şöyle zihninizden geçenleri izleyin. Onları denetlemeye çalışmayın. Sakın zihninizin bir düşünceden ötekine atlamasını engellemeyin yalnız zihninizin nasıl bir düşünceden ötekine bir konudan başkasına atladığını bilinçle izleyin bu olayın farkında olun. Zihnin işine hiç karışmadan yalnızca izleyin. Sanki bir ırmağın kıyısında oturmuş da akan suları izliyormuş gibi izleyin. Akan ırmakta pek çok şeyler görürsünüz. Kuru yapraklar, kuru dallar balıklar, hayvan leşleri görürsünüz su yüzünde. Ama her zaman canlıdır ve hareketlidir ırmak, işte zihniniz de böyledir, sürgit durmak dinlenmek bilmeyen bir kelebek gibi oradan oraya uçar durur.

Bir şarkı dinlerken nasıl dinlersiniz şarkıyı? Şarkıyı söyleyen kimse hoşunuza gitmiş olabilir. Çok güzel bir insan olabilir şarkıyı söyleyen kimse ve siz söylediğiniz şarkı sözlerinin anlamını izliyor olabilirsiniz ama bütün bunların karkasından seslerin ve durakların uyumunu dinliyorsunuzdur. Tıpkı bunun gibi kıpır kıpır kımıldanmadan sakin sessiz oturun, elleriniz de ayaklarınız da hatta parmaklarınız da oynamasın, yalnız zihninizi izleyin. Çok eğlenceli bir oyun bu. Eğer bunu bir eğlence olarak yaparsanız çok büyük bir çabayı gerektirmeden sizin hiç denetiminiz olmadan zihninizin kendiliğinden durulduğunu sakinleştiğini göreceksiniz. O zaman zihniniz düşüncelerinizi sansür etmekten, yargılamaktan içlerinde değerli ya da değersiz olanları ayıklamaktan vazgeçecektir. Ve zihniniz böyle kendiliğinden sakinleşince gönlünüzün şen olmasının nasıl bir şey olduğunu keşfedeceksiniz. Şen olmak nasıl bir şeydir bilir misiniz? Şöyle içten gülmek her şeyden tat almak, güler yüzle hiçbir korku duymadan başkalarının yüzüne gözlerinizi kaçırmadan bakabilmek… İşte gönlü şen olmak budur.

Gerçekten bir kimsenin yüzüne gözlerinizi kaçırmadan bakabildiniz mi? Hiç öyle gözlerinizi ayırmadan öğretmenlerinizin ananızın babanızın önemli bir görevlinin ya da fakir bir işçinin yüzüne bakıp bakışınızın etkisinin izlediniz mi? Peki çoğumuz karşımızdakinin yüzüne gözlerimizi dikerek bakmaktan korkarız, diğerleri de kendilerine böyle bakılmasından hoşlanmazlar. Çünkü onlar da bakışlarımızın üzerilerinde sabitleşmesinden korkarlar. Kimse gerçek kişiliğinin açığa çıkmasını istemez. Çünkü içimizde çeşitli seviyelerde ıstıraplar huzursuzluklar, mutsuzluklar saklamaktayız. Karşısındakinin yüzüne gülerek bakışlarını kaçırmadan bakan insan pek azdır. Oysa gülümsemek ve mutlu olmak çok önemlidir. Çünkü insan gönlünde bir şarkı duymadıkça yaşam çok anlamsız olur. İnsan bir tapınaktan diğerine bir kocadan ya da bir karıdan diğerine bir öğretmenlerden ya da gurudan diğerine durmadan dolaşıp dursa da içten gelen çoşku olmadıkça yaşamın anlamı olmaz. Bu içten gelen coşkuyu bulmak da kolay bir şey değildir. Çünkü siz hoşnutsuzluğunuzun nedenlerini yüzeysel şeylerde arıyorsunuz.

Hoşnut olmamak ne demektir biliyor musunuz? Hoşnutsuzluğun ne olduğunu anlamak son derece güçtür. Çünkü biz hoşnutsuzluğu belirli nedenlere yöneltiyoruz. Böylece de bastırmaya çalışıyoruz. Tek endişemiz kendimizi güvenli bir durumda tutabilmek, kazancımızı ve saygınlığımızı güven altına almak ve böylece kendimizi üzüntülerden sıkıntılardan korumak. Ev yaşamında da okul yaşamında da bu böyle öğretmenler de tedirgin olmak istemiyorlar. Onun için alışılagelmiş eğitim sistemlerinden vazgeçemiyorlar. Çünkü insan bir kez hoşnutsuzluk hissederse soruyu sormaya başlar araştırmaya yapmaya başlar. Bunun sonucunda da huzursuz ve tedirgin olur. Ancak insan gerçek bir hoşnutsuzluk duyunca hoşnutsuzluğu ortadan kaldırabilmek için bir girişimde bulunabilir.

Bir girişimde bulunabilmek nedir biliyor musunuz? Eğer kimse sizi zorlamadan bir şey başlatabiliyor ya da değiştirebiliyorsanız bu bir girişimdir. Öyle çok büyük olağanüstü bir şey olması gerekmez, bunlar sonra da gelebilir. Sizden kimse istemeden, kendiliğinizden bir ağaç diktiğiniz zaman, içinizden iyilik yapmak geldiği zaman, ağır bir yük taşıyan kimseye sempatiyle gülümsediğiniz zaman, sokakta duran taşı başka bir kimsenin ayağına takılmasın diye kaldırdığınız zaman içinizden geleni yapmak için içinizde bir kıvılcım çaktı demektir. İşte bu bir girişlimdir eğer yaratıcılık denen çok büyük olağanüstü şeyin ne olduğunu biliyorsanız girişim işte onu başlatan gösterişsiz alçak gönüllü bir eylemdir. Yaratıcılık derin hoşnutsuzluktan kaynaklanan girişkenlikle ortaya çıkar.
Hoşnutsuzluktan korkmayın tam tersine hoşnutsuzluğu besleyin ki kıvılcımın aleve dönüşsün böylelikle sizin hoşnutsuzluğunuz süreklilik kazansın ve her şeyi içine alsın. İşinizden, ailenizden o geleneksel para peşinde koşma mevki ve mal peşinde koşma tutkusunuz da içine alsın. Ancak o zaman düşünmeye, bir şeyler keşfetmeye başlayacaksınız. Ama yaşınız ilerledikçe bu bir şeyler araştırma düşünme yeteneğiniz azalacaktır. Bakıp gözetmek zorunda olduğunuz çocuklarınız olacak, komşularınızın sizin için neler düşündükleri ve toplum yargılarının üzerinizde ağır basmaya başlayacak, o zaman siz bu yakıcı hoşnutsuzluk ateşini yavaş yavaş söndürmeye başlayacaksınız. Hoşnutsuzluk hissetmeye başlayınca hemen radyoyu açacaksınız, yahut bit guru bulacaksınız, puja yapacaksınız belki de kulübe üye olacak kadınların peşinde koşacak, bu ateşi söndürmek için elinizden geleni yapacaksınız. Ama şurası kesin; bu yakıcı hoşnutsuzluk ateşi olmadan yaratıcılığın kaynağı olan girişkenliğe sahip olamazsınız. Neyin doğru olduğunu keşfedebilmek için öncelikle kurulu düzene başkaldırmalısınız. Ama babalarınızın parası ne kadar çoksa ve öğretmenlerinizin durumu ne kadar güvenliyse onlar da sizin başkaldıran isyancı bir kişi olmanızdan rahatsız olacaklardır.

Yaratıcılık yalnız resimde şiirde geçerli bir şey diye düşünülmemelidir. Elbet resimde şiirde yaratıcılık güzel de bu yaratıcılığın ancak küçük bir parçası. Önemli olan bütünüyle hoşnutsuz olmak. Ancak bütünüyle hoşnutsuzluk büyüyünce yaratıcılığa dönüşecek olan girişkenliği başlatabilir. Gerçeği bulmanın, tanrıyı bulmanın yolu budur, çünkü tanrı bu yaratıcılık durumudur.
İşte insan böylesine hoşnutsuz olmalı ama bir yandan da gönlü şen olmalı. Bunu anlayabiliyor musunuz? İnsan bütünüyle hoşnutsuz olmalı ama öyle asık yüzlü her şeyden yakınan yapıcı olmayan bir tutum değil neşeyle keyifle sevgiyle birlikte götürmeli hoşnutsuzluğunu. Hoşnutsuz kimselerin çoğu son derece can sıkıcı insanlardır; durmadan yakınacak bir şeyler bulurlar durumlarının yada koşulların başka türlü olmasını isterler, aslında onların hoşnutsuzluğu yüzeyseldir.

Şimdi gençken başkaldırıyorsanız, isyancıysanız, yaşlandığınız zaman da bu isyancılığınızı sürdürmelisiniz, bu isyancılığınızı gönül şenliğiyle büyük bir sevecenlikle sürdürmelisiniz. Bu tür hoşnutsuzluğun büyük bir anlamı vardır. Çünkü sonuçta yepyeni şeyler ortaya çıkacak yepyeni şeyler yapılacak yaratılacaktır. Bunun için de size doğru bir eğitim verilmiş olmalı şu sizi yalnız bir iş sahibi olmaya hazırlayan ya da başarı merdivenini tırmanmanıza yardımcı olan türden bir eğitim değil, sizin düşünmenize yardımcı olan size genişlik veren bir eğitim. Genişlik denince daha geniş bir yatak odası daha geniş bir ev değil, daha geniş düşünme olanağı veren bir eğitim. Öylesine bir genişlik ki hiçbir inanç hiçbir korku onu sınırlamasın.

Soru: Hoşnutsuzluk berrak düşünmeyi engeller. Bu engeli nasıl aşabiliriz?

Krişnamurti: Benim söylediklerime kulak vermiş olduğunu sanmıyorum. Belki kafan soracağın soruyla uğraşıyordu. Belki soruyu nasıl sorayım diye uğraşıyordun. Hepimiz aynı şeyi yaparız sık sık. Herkesin kafasında bir takım düşünceler vardır. Eğer benim söylediklerim sizin işitmek istediğiniz şeyler değilse bir kulağınızdan girer ötekinden çıkar. Elbet kafanızı dolduran bir yığın sorunlarınız vardır. Eğer soru soran arkadaşımız söylediklerimi dinlemiş olsaydı sözünü ettiğim türden bir hoşnutsuzluğu içten içe duyumsasaydı, gönül şenliğiyle yapıcı yaratıcı bir hoşnutsuzluğu duyumsasaydı öyle sanıyorum ki bu soruyu sormayacaktı.

Şimdi gelelim soruya. Hoşnutsuzluk berrak düşünceyi engeller mi? Eğer düşündüğün şeyden bir sonuç almayı istiyorsan berrak bir biçimde düşünmek mümkün olabilir mi? Eğer zihninizin bütün çabası düşünerek bir sonuca ulaşmaksa böyle bir düşünce berrak bir düşünce olabilir mi? Ya da siz yalnızca bir amaç için bir şey bulmak bir şey elde etmek bir şey kazanmak için düşündüğünüz zaman berrak düşünebilir misiniz?

Eğer sizin önyargınız belirli bir inancınız varsa, bir Hindu, bir Hıristiyan bir komünist olarak düşünüyorsanız berrak bir biçimde düşünebilir misiniz? Kuşkusuz bir direğe kösteklenmiş bir maymun gibi zihniniz bir inançla kösteklenmemiş olduğu zaman düşüncenizden bir sonuç beklemediğiniz zaman kafanıza takılı bir önyargı olmadığı zaman daha berrak düşünebilirsiniz. Daha basit ve dolaysız olarak şöyle söyleyeyim. Kafanız şöyle ya da böyle bir güvencenin peşinde değilse yani korkuları yenmişseniz, hiç bir şeyden korkmuyorsanız ancak o zaman berrak düşünebilirsiniz.

Bunun için hoşnutsuzluk eğer peşinde olduğunuz bir şeyi elde dememekten ileri geliyorsa bir sonuç alma çabasıysa hoşnutsuzluğunuzun nedeni, eğer kafanızın dinç olmasını istiyorsanız da hoşnutsuzluk sizi tedirgin ediyor hoşnutsuzluğunuzu boğmak y da yok etmek istiyorsanız elbet böyle bir durumda berrak düşünmek mümkün olamaz. Ama siz her şeyden hoşnutsuzsanız, önyargılarınızdan, inançlarınızdan korkularınızdan hoşnut değilseniz bir sonuç almanın bir şey elde etmenin de peşinde değilseniz bütün bu hoşnutsuzluklar düşüncenizi keskinleştirir, odaklaştırır. Öyle belirli bir nokta üzerinde olmaz bu odaklaşma, ya da düşünceleriniz belili bir doğrultuya yönelmez. Yalnızca düşünceleriniz basit dolaysız ve berrak olur.

İster genç ya da yaşlı olalım çoğumuzun hoşnutsuzluğunun nedeni istediğimiz bir şeyi elde edememektir. Elde demediğimiz şey daha fazla bilgi, daha yüksek aylık kazanç, daha iyi bir iş, daha güzle bir otomobil olabilir. Hoşnutsuzluğun nedeni daha çoğunu elde edemememizdir. Ama benim sözünü ettiğim bu tür bir hoşnutsuzluk değil. Daha çoğunu istemek ya da elde etmeye çalışmak berrak düşünmeyi engeller. Ama buna karşın sizin hoşnutsuzluğunuzun nedeni istediğiniz bir şeyi elde edememek değil de nedenini bilmeden eğer işimizden para kazanmaktan, mevki peşinde koşmaktan başka şeyler olabilecekken bunları olamamaktan özetle şu ya da bu şeyden değil de hepsinden birden geliyorsa, o zaman bizim hoşnutsuzluğumuzun düşüncemize berraklık getireceğini sanmıyorum. O zaman boynumuzu eğip bizim için çizilen yazgı yolunu izleyemeyeceğiniz soru soracağınız araştıracağınız işlin derinine girmeye çalışacağız. Bunun da kazandıracağı bir iç görü olacak, oradan da taratıcılık ve gönül şenliği çıkacak ortaya.

Soru: kendini tanımak nasıl bir şey? Ve bu tür bilgi nasıl elde edilir? İnsan nasıl kendi kendini tanır?

Krişnamurti: Bu sorunun ardındaki düşünce biçimini görebiliyor musunuz? Saygısızlık etmek istemiyorum ama, bu sorunun ardındaki düşünce biçimini araştıralım. Bunu nasıl başarabilirim, bu tür bilgiyi nasıl satın alabilirim? Neler yapmalıyım bunun için? Ne gibi özverilerde bulunmalı ne tür ödünler vermeliyim bunun için? Ne gibi bir yol izlemeliyim? Bunu elde etmek için hangi meditayon yöntemini uygulamalıyım? İşte düşünceler bunlar bunu elde etmek için bunu uygulamalıyım diye düşünen kafa son derece basit makineleşmiş bir kafadır. Sözüm ona dindar düşünen kimseler böyle düşünürler. Ama kendini tanımak bu yolla sağlanamaz. Kendini tanımak kendindeki öteki arkadaşınızla öğretmenlerinizle çevrenizdeki öteki insanlarla karşılaştırmanız sonucunda gelir. Kendinizi başkalarını incelediğiniz gibi incelemeniz koşuluyla gelir. Davranışlarınızı ne tür giysiler giydiğinizi nasıl konuştuğunuzu nelerden tiksindiğinizi nelerle öğündüğünüzü incelediğiniz zaman gelir. Kendinizi böyle incelediğiniz sizinle ilgili her şeyi incelediğiniz ve kendinizi aynada yüzünüzün gördüğünüz gibi gördüğünüz zaman gelir. Yüzünüzün biçiminin bir başkası olmasını birazcık daha yakışıklı olmasını isteyebilirsiniz ama olan bu. Her şey aynaya yansıyor. Gördüklerinizi görmezlikten gelip aman ne kadar güzelim diyemezsiniz.
Eğer bir ayana bakarmışçasına bir aynanın yansızlığıyla kendinizi başkalarıyla karşılaştırabilirseniz kendinizi tanımada hiçbir sınır olmadan ilerleyebilirsiniz. Bu tıpkı ne dibi ne kıyısı olmayan bir okyanusa dalmaya benzer. Çoğumuz bir yerlere varmak bir şeyler başarmak isteriz. İsteriz ki ben artık kendi kendimi tanıdım artık mutluyum diyebilelim. Ama işte böyle olmuyor. Eğer kendimizi gördüklerimizi kınamadan başkalarıyla kendimizi ölçmeden daha yakışıklı daha güzel daha erdemli olmayı istemeden kendinize bakabilirseniz ne olduğunuzu ne olmadığınızı görüp bununla yetinebilirseniz o zaman çok ama çok uzaklara gidebileceğinizi anlayacaksınız. Bu yolculukta varılacak hiçbir hedef yoktur ve işte bu yolculuğun asıl gizemi ve güzle yanı da burasıdır.

Soru: Ruh nedir?

Krişnamurti: Kültürümüzün uygarlığımızın yarattığı bir söz “ruh”. Uygarlık çok sayıda insanın ortak isteklerinin ürünüdür. İşte bir örnek olarak Hint uygarlığına bakın, çok sayıda insanın ortak isteklerinin ürünü değil mi? Hangi uygarlığı alırsanız alınız hepsi için durum aynıdır. Bu konuda ortak istek ölen çürüyüp giden bedenle her şeyin bitmemesidir. Ölümsüz olan, yok edilmez, çok daha büyük olan bir şeyin var olması isteğidir. Bu istekten de ruh kavramı gelişmiştir. Ara bir tek tük bu ölümsüzlük denen olağanüstü şeyi yani ölümün etkisizleştiği bir ruhsal durumu keşfedenler çıkıyor. Bütün sıradan insanlar evet ne kadar haklı bu söylediklerinde büyük bir gerçek var diyerek onların sözlerine dört elle sarılıyorlar. Kendileri de ölümsüzlüğün peşinde oldukları için ruh sözcüğüne sıkı sıkı yapışıyorlar.

Siz de bedensel varlığınızın üstünde ötesinde bir şey var mı? Bilmek istiyorsunuz. Bu bitmez tükenmez işe gidip gelmeler, hiç de ilgi duymadığınız bir işte çalışmak, durmadan itiş kakış, kıskançlıklar, çocuk doğurmalar bir yığın gereksiz lakırdı… bütün anlamsız şeylerden öte bir şey var mı diye merak ediyorsunuz. Kendi başına ruh sözcüğü yok edilemez. Zaman ötesi bir varoluş düşüncesini idile getiriyor. Ama siz gerçekten bir ruh olup olmadığını henüz keşfedemiyorsunuz. İsa ya da Shankara ya da bilmem kim ne demiş olursa olsun yahut sizin içinde yetiştiğiniz dinsel geleneğin bu konuda bizden inanmamızı istediği şeyler ne olursa olsun ben kendim böyle zaman ötesi bir yaşantı var mı? Bunu kendim bulacağım demiyorsunuz. Toplumun ortak isteğinin ya da uygarlığınızın biçimlendirdiği bir düşünceye karşı çıkmıyorsunuz hemen kabul edip –evet ruh vardır- diyorsunuz. Bakınız onu şöyle tanımlıyorsunuz, bazılarınız daha başka tanımlıyorsunuz, bu tanımlamadaki farklılıklar yüzünden aranız bölünüyor birbirinize ters düşen inançlarınız yüzünden birbirinize düşman oluyorsunuz.

Gerçekten zaman ötesi bir ruh durumu var mı? Bunu öğrenmek isteyen kimse uygarlığın bize benimsettiklerini toplumun ortak isteklerini aşmalı ve konuya yalnız başına eğilmelidir. İşte eğitimin temel görevi bu olmalıdır, konuya yalnız başlına bir yanıt aramasını öğrenmek bir kişinin ya da çoğunluğun isteklerine düşüncelerine tutsak olmamak yani gerçeği kendi başına bulmaya gücü yetmek.

Hiç kimseye bel bağlamayın ben yada bir başkası böyle zaman ötesi bir yaşantı olduğunu söyleyebiliriz ama bunun sizin için ne değeri olabilir? Eğer karnınız açsa yemek yemek isteyeceksiniz lakırdılar sizi hiçbir şekilde doyurmayacak. Önemli olan sizin kendi kendinize bulmanızdır. Çevrenizde her şeyin bozulup çürüyüp yok olmaya yüz tuttuğunuz görüyorsunuz. Şimdi uygarlık dediğimiz şeyi ortak istekler ayakta tutmayacaktır, o da paramparça olacaktır sonunda. Zaman azman yaşam sizi sınıyor. Eğer bu sınamaya vereceğiniz karşılık alışkanlıkların yivlerinden yalaklarından dışarı çıkamazsa yani vereceğiniz yanıt boynu bükük bir kabulse bu karşılığın bir değeri yoktur. Ancak zaman ötesi zaman dışı daha çoğun yada daha azın bütünüyle etkisizleştiği bir ruh durumu olup olmadığını araştırmadan kendim bulmadan kabul etmeyeceğim dediğiniz zaman keşfedebilirsiniz. Bu ancak çoğunluğa karşı bir başınıza kalmaktan korkmadığınız zaman olabilir.

krishnamurti.jpg


J. Krişnamurti​
 

_evr_

Banlı Kullanıcı
Katılım
6 Mar 2011
Mesajlar
338
Tepkime puanı
60
Yazılarınızı heyecanla takip ediyorum:)
 
Ü

Üye silindi 56746

bana göre hoşnutsuzluğumuzun temel sebeplerinden biri, başkalarıyla kıyaslanmak.

mesela ülkemizde 1.50 boy mizah(!) konusu; uzun ya da orta boylular daha çekici, daha güzel/yakışıklı imajı yaratılıyor. 1.50'ler ölsün.

bir kadının standart ölçülerde güzel sayılması için kusurunun olmaması lazım. kusuru varsa bilhassa müstakbel, olası kayınvalideler tarafından gıybet konusu yapılabiliyor (ayşenin kızının şusu budu varmış vah yazık). mahalle baskısı... istemeseniz bile kulağınıza gelir bu gereksiz bilgiler.

ekranlarda, medyada da bize kadınlar kusursuz yansıtıldıkları için bu durumda ufacık bir kusuru olan kadınlarımız eksik hissedip estetik operasyonlara yönelip sağlığından olacak hale geliyor. tabii ki kazanan estetik uzmanları oluyor.

özellikle genç yaştaki kadın ve erkekler (kadın olduğum için kadın örneğini verdim, aynı problem erkekler için de geçerli.) kendilerini keşfetme çağlarında bedensel kusurları veya eksikliklerini sorun etmeye daha meyilliler.

kısacası dış dünyadaki tüm etmenler kendimizi sevmememiz üzerine kurulu, olduğumuz gibi olmayalım ve değişelim, standarda uyalım. hep bir standart ölçü olsun karşımızda ve kıyaslama yaparak o ölçüye ne kadar uyuduğumuz meselesiyle canımızı sıkalım. parası olan estetik yaptırıyor, olmayan depresyona girip antidepresana boğuluyor, bu kez de ilaç şirketleri kazanıyor.

üslup Eckhart Tolle'ninkine çok benziyor, esinlenme mi mevcut yoksa aşırı esinlenme mi bilemedim :unsure:

sanki Eckhart'ı okudum.
 

XirisX

Kayıtlı Üye
Katılım
15 Eyl 2018
Mesajlar
190
Tepkime puanı
832
Konum
İstanbul
“Çünkü insan gönlünde bir şarkı duymadıkça yaşam çok anlamsız olur.”

Güzel bir yazıydı, okumasını tavsiye ederim herkese..
Toplumun ortak isteğinin ya da uygarlığınızın biçimlendirdiği bir düşünceye karşı çıkmıyorsunuz hemen kabul edip –evet ruh vardır- diyorsunuz. Bakınız onu şöyle tanımlıyorsunuz, bazılarınız daha başka tanımlıyorsunuz, bu tanımlamadaki farklılıklar yüzünden aranız bölünüyor birbirinize ters düşen inançlarınız yüzünden birbirinize düşman oluyorsunuz.​

Bu kısım da, az önce forumdaki başka bir konuda okuduğum tartışmanın üstüne manidar oldu. :)
 
Üst