Yaşama Sanatı: Vipassana Meditasyonu

Elfangel

Kayıtlı Üye
Katılım
29 Ara 2009
Mesajlar
938
Tepkime puanı
354
YAŞAMA SANATI: VİPASSANA MEDİTASYONU

Herkes barış ve uyum arıyor, çünkü yaşamlarımızda eksik olan onlar. Hepimiz zaman zaman çalkantı, rahatsızlık ve uyumsuzluk yaşarız. Bu huzursuzluğu hissettiğimizde, sadece kendimizde tutmakta kalmayız onları; diğerlerine de geçiririz. Mutsuzluk, mutsuz olanın çevresindeki atmosfere nüfuz eder ve etrafındakileri de etkiler. Kuşkusuz yaşamanın ustaca bir yolu değildir bu. Bizler diğerleriyle barış içerisinde yaşamalıyız. Ne de olsa, insanlar sosyal varlıklardır, toplum içinde yaşamalı ve diğerleriyle ilişki içinde olmalıdırlar. Peki ama nasıl barış içinde yaşayabiliriz? Nasıl uyum içinde kalabilir, diğerlerinin de barış ve uyum içinde olabilmeleri için çevremizde barışı ve uyumu koruyabiliriz? Sefaletimizden kurtulmak için, oluşturan temel sebebi bilmeliyiz, acı çekmemizin sebebini. Eğer sorunu araştırırsak, anlaşılır ki, zihnimizde bir olumsuzluk ya da bozukluğu ürettiğimizde, mutsuz olmak durumunda kalırız. Zihinde olumsuzluk, bozukluk ya da bulanıklık, barış ve uyumla bir arada var olamaz.

Olumsuzluğu nasıl üretiriz? Yine bir araştırmayla açıklık kazanır. Birisi istemediğimiz bir şekilde davrandığında, ya da bir olay istemediğimiz bir şekilde cereyan ettiğinde mutsuz oluruz. İstenmeyen şeyler olur ve biz gerginlik yaratırız. İstenilenler gerçeklenmez, araya engeller girer, biz yine gerilim yaratırız; düğümleniriz. Ve yaşamımız boyunca istemediğimiz şeyler hep olur, istediklerimiz olur ya da olmaz ve bu reaksiyon süreci, düğümler yaratmak – kördüğümler – tüm zihinsel ve fiziksel yapımızı gergin ve olumsuzluk dolu hale getirir, yaşam çekilmez olur.

Şimdi, bu sorunu çözmenin bir yolu, istenmeyen hiç bir şeyin olmamasını sağlamak, herşeyi tam olarak arzu ettiğimiz şekilde sürdürmeyi becermektir. Ya bu gücü oluşturabilmeliyiz, ya da yardımımıza gelecek bir başkasının bu güce sahip olması gerekir; istenmeyen şeyler olmaz, herşey istediğimiz gibi olmaya devam eder. Ama bu imkansızdır. Dünyada tüm istedikleri yerine gelen hiç kimse yoktur, istemedikleri hiç bir şeyin vuku bulmadığı ve herşeyin arzularına göre geliştiği hiç himse.Sık sık isteklerimize ters düşen şeyler gelir başımıza. O zaman şu soruda sıra: İstemediğimiz şeylerin oluşmasını göğüslerken nasıl gözü kapalı karşılık vermeyi bırakabiliriz? Nasıl gerilim yaratmayı bırakır, uyum ve barış içinde kalabiliriz?

Diğer ülkelerde olduğu gibi, geçmişte Hindistan’da da bilgeler bu sorun üzerinde çalıştılar – insan ıstırabının sorunu – ve bir çözüm buldular: İstenmeyen bir durum karşısında öfke, korku ya da başka bir olumsuzluk ürettiğinizde, dikkatinizi hemen başka bir şeye verin. Örneğin, bir bardak su alın, içmeye başlayın – öfkeniz çoğalmayacak; tam tersi, yatışacak. Ya da saymaya başlayın: bir,iki,üç,dört. Ya da bir sözcüğü tekrarlamaya başlayın, bir deyim ya da mantrayı, belki de Tanrının ya da bağlılık hissettiğiniz bir azizin adını, bir süre sonra öfkeden özgürleşeceksiniz.

Bu çözüm etkiliydi; çalıştı. Hala çalışır. Böyle karşılık verildiğinde zihin çalkantıdan kurtulur. Bununla beraber bu çözüm sadece bilinç düzeyinde çalışır. Gerçekte, dikkatin yönünü değiştirmek olumsuzluğun bilinçaltına itilmesine sebep olur, siz orada aynı kirliliği üretmeye ve çoğaltmaya devam edersiniz. Yüzeyde, barış ve uyum katmanı vardır, ama zihnin derinlerinde uyumakta olan olumsuzluğu baskılamış bir volkan; er ya da geç vahşi bir patlamaya sebep olacaktır.

İçsel gerçeğin arayıcıları araştırmalarını sürdürdüler ve, kendi içlerinde zihin ve öz gerçekliğini deneyimleyerek, dikkati dağıtmanın sadece sorundan kaçmak olduğunu ayrımsadılar. Kaçmak çözüm değildir; sorunu karşılamalısınız. Zihinde olumsuzluk yükseldiğinde, sadece gözlemleyin, karşılayın. Zihinsel bir çalkantı; siz, zihindeki çalkantıyı gözlemlemeye başlar başlamaz, gücünü kaybeder ve yavaşça solmaya başlar.

İyi bir çözüm; iki aşırılığı da bertaraf ediyor – baskılama ve dışa vurma. Olumsuzluğu bilinçaltına gömmek onu yok etmeyecektir, zararlı fiziksel ve sözel eylemlerde bulunmak sadece sorunları çoğaltır. Ama sadece gözlemlerseniz, karmaşa sessizce ayrılır ve siz özgürleşirsiniz. Kulağa hoş geliyor, ama gerçekten pratik mi? İnsanın kendi karmaşasını kabullenmesi zordur. Öfke baş gösterdiğinde, farketmeden etkileniriz. Sonra öfkeyle dolmuş olarak kendimize ve diğerlerine zarar verecek fiziksel ve sözel eylemlere baş vururuz. Öfkemiz dindiğinde, ağlamaya ve pişman olmaya başlarız, zarar verdiğimiz kişiden ya da Tanrı’dan özür dilemeye başlarız: “Hata Yaptım! Lütfen beni affet!” Ama bir sonraki kez benzer bir duruma düştüğümüzde yine aynı tavırları sergileriz. Bu sürekli pişmanlıklar fayda etmez.

Sorun şu ki, olumsuzluğun başlangıç anını farketmeyiz. Bilinçaltının derinliklerinde başlar, bilinç düzeyine erişmesiyle o denli güçlenmiştir ki, bizi ezer ve geleni gözlemleyebilmemize izin vermez.

Diyelim ki, bir özel sekreter tutuyorum, ve ne zaman öfke yükselmeye başlarsa, o bana; “Bak, öfke başlıyor!” diyor. Ben öfkenin ne zaman başlayacağını bilmediğimden, gün boyu, üç ayrı vardiyada üç ayrı sekreter tutmalıyım! Diyelim ki buna param yeter, ve öfke yükselmeye başladı. Sekreterlerimden biri der ki, “Ah, bak – öfke başladı” İlk yapacağım şey, onu azarlamaktır: “Seni aptal! Bana öğret diye mi para ödüyorum sana?” Öyle öfke doluyum ki, nasihatın yararı yok.

Diyelim ki bilgelik ağır bastı, onu azarlamadım. Onun yerine, dedim ki, “Teşekkür ederim. Şimdi oturup öfkemi gözlemlemeliyim.” Bu mümkün mü? Öfkemi gözlemlemeye çalışmak için gözlerimi kapar kapamaz, öfkemin sebebi derhal aklıma gelir- öfkeme sebep olan insan ya da olay. Böylelikle öfkenin kendisini değil sadece duygunun dışsal uyarıcısını gözlemlemeye başlarım. Bu sadece öfkemi ikiye katlar ve sonuç yine olumsuz. Öfkeyi ayaklandıran dışsal nedensellikten bağımsız soyut olumsuzluğu, soyut duyguyu gözlemlemek çok zordur.

Buna rağmen, bir kişi nihai gerçeğe ulaşarak gerçek çözümü buldu. Zihinde bir karmaşa yükseldiğinde, fiziksel anlamda iki durum daha eşzamanlı olarak devreye giriyordu. Birincisi, nefesin normal ritmini kaybetmesiydi. Zihin olumsuzluklara kaydığında daha sert nefes almaya başlarız. Bunu gözlemlemek kolaydır. Daha süptil bir düzeyde, bedende başka hisler uyandıran biyokimyasal bir reaksiyon başlar. Her çalkantı, beden içinde bir başka duyuya yol açar.

Bu durum pratik bir çözümü getirir beraberinde. Sıradan bir insan, zihindeki soyut bozuklukları – soyut korku, kızgınlık ve hiddet – gözlemleyemez. Ama doğru alıştırma ve uygulama ile direkt olarak zihinsel bozukluklarla bağlantılı olan solunum ve bedensel duyuları gözlemlemek çok kolaydır.
Solunum ve duyular iki yolla yardımcı olurlar. İlki, onlar özel sekreterler gibidir. Zihinde olumsuzluk başayınca, nefes normal seyrini kaybeder; bağırmaya başlar, “Bak, bir şeyler yanlış gidiyor!” Ve biz nefesimiz azarlayamayız; uyarıyı kabul etmek zorundayız. Benzer şekilde, duyular da bize bir şeylerin ters gittiğinin sinyalini verir. Uyarıyı aldıktan sonra, nefesimizi, duyularımızı gözlemlemeye başlayabiliriz, ve olumsuzluğun hızla bizi terk ettiğini görürüz.

Bu zihinsel-fiziksel fenomen, madalyonun iki yüzü gibidir. Bir yüzünde zihinde yükselen düşünceler ve duygular, diğer yüzünde nefes ve bedendeki duyular. Tüm duygular ve düşünceler, yükselen tüm zihinsel bozukluklar solunumda ve o hareketin getirdiği duyularda kendini göstermeye başlar. Böylelikle biz, solunumuzu ya da duyularımızı gözlemlediğimizde, aslında zihinsel bozuklukları gözlemlemiş oluruz. Sorundan kaçmak yerine, realiteyi olduğu gibi karşılamaktayızdır. Sonuç olarak, bu bozuklukların güç kaybettiğini farkederiz; geçmişte olduğu gibi bize üstün gelmiyorlardır. Üstelediğimizde, sonunda hep beraber ortadan yok olur, biz de olumsuzlukların git gide yok olduğu huzurlu ve mutlu bir yaşama kavuşuruz.

Bu öz-gözlemleme tekniği yolu, içsel ve dışsal olarak bize realitenin iki vechesini gösterir. Daha önceleri sadece dışarı bakıyorduk, içsel gerçeği yok sayarak. Mutsuzluğumuzun sebeplerini hep dışarıda aradık; dışarıdaki gerçeği suçladık ve değiştirmeye çalıştık. İçsel gerçeklikle ilgili cehalet yaşayarak acı çekmenin sebeplerinin içeride, hoş yada nahoş durumlara karşı kendi gözü kapalı reaksiyonlarımızda yattığını hiç bir zaman anlayamadık. Şimdi biraz alıştırmayla, madalyonun öbür yüzünü görürüz. Nefesimizi ve içeride olan biteni farkederiz. Her ne ise o, nefes yada duyu, zihinsel dengemizi yitirmeden onu sadece gözlemlemeyi öğrenmişizdir artık. Reaksiyon vermeyi ve öfkemizi çoğaltmayı durdururuz. İstemediğimiz hallerimizin bir görünüp gitmelerine izin veririz.

Bu tekniğin üzerinde ne kadar çok çalışılırsa olumsuzluklar o kadar çabuk çözülür. Sonunda zihin tüm bu çarpıklıklardan kurtulmuş, saflaşmıştır. Saf zihin her zaman sevgi doludur; diğerlerine sevgi, düşkün ve acı çekenlere şefkat, kendi başarı ve mutluluğunda neşe, her durumda ağırbaşlı... Bu duruma ulaşan kişinin bütün yaşam kalıbı değişir. Artık fiziksel ve sözel bir eyleme girip diğerlerinin huzur ve mutluluğunu bozmak olası değildir. Şimdi, dengeli bir zihin, sadece huzurlu olmakla kalmaz, çevreleyen atmosferi de etkileyerek, diğerlerine ulaşır ve yardımcı olur.

Her koşul altında içeride deneyimlenen şeye karşı dengede kalmayı öğrenerek, kişi harici durumlara karşı bağlantısızlık geliştirir. Ama bu bağlantısızlık bir kaçış ya da Dünya’daki sorunlara aldırmazlık değildir. Düzenli olarak Vipassana çalışması yapanlar, diğerlerinin acılarına daha duyarlı olurlar ve yardım etmek için ellerinden gelen herşeyi yapmak isterler – koşuşmayla değil; sevgi, şefkat ve ağırbaşlılık dolu bir niyet ile. Zihinde dengede durmayı bilerek, diğerlerine nasıl adanmışlıkla yardımcı olabileceklerini öğrenirler. Bu yolla, diğerlerinin barış ve mutluluğu için çalışırken huzurlu ve mutlu kalırlar. Bu Buda’nın öğretisidir: Yaşama Sanatı. O hiç bir zaman bir din kurup, bir “izm” öğretmedi. Ritleri ve ritüelleri çalışmak adına O’na gelenlere boş formaliteler yüklemedi. Onlara, doğayı olduğu gibi gözlemlemelerini öğretti, içerideki realiteyi gözlemleyerek. Cehaletimiz yüzünden kendimizi ve diğerlerini incitecek şekillerde davranıyoruz. Ama bilgelik yükseldikçe – gerçekliği olduğu gibi gözlemleme bilgeliği – karşılık verme alışkanlığı yok olur. Biz gözü kapalı karşılıkları kestikçe, gerçek eyleme ulaşırız – gerçeği gören ve anlayan, dengedeki zihinden gelen eylem. Böylesi eylem, sadece olumlu, yaratıcı, kendimize ve diğerlerine yararlı olur.

Öyleyse gerekli olan; “kendini bilmek”tir – her bilge kişinin verdiği öğüt - kendimizi bilmeliyiz, sadece entellektüelce fikirler ve teorilerde değil, duygusal olarak değil, gözü kapalı her okuduğumuza ve duyduğumuza inanarak değil. Böylesi bilgi yeterli değil. Daha çok deneysel olarak gerçeği bilebilmeliyiz. Bu zihinsel-fiziksel fenomenin gerçekliğini doğrudan doğruya deneyimlemeliyiz. Kendi başına bu, bizi acılarımızdan özgür kılacaktır.
İçsel gerçekliğimizin bu doğrudan deneyimi, bu öz- gözlemleme tekniği, Vipassana meditasyonunun kendisidir. Hindistan dilinde, Buda’nın zamanında, passana sıradan yolla görmek demekti, kişinin gözleri açıkken; ama Vipassana şeyleri – göründüğü gibi değil -olduğu gibi gözlemlemektir. Tüm psiko-fizikal yapının nihai hakikatine ulaşıncaya kadar görünür hakikat içselleştirilmelidir. Bu hakikati deneyimlediğimizde, gözü kapalı karşılıkları, olumsuzlukları yaratmayı bırakmayı öğreniriz, ve doğal olarak eskiler yok olur. Isdıraptan özgürleşiriz ve gerçek mutluluğu deneyimleriz.

Meditasyon kursunda verilen üç adım vardır. Birincisi, kişi diğerlerinin huzur ve uyumunu bozabilecek fiziksel ya da sözel eylemlerden kaçınmalıdır. Kişi zihnin oyunlarından kendini özgürleştiremez, eğer aynı zamanda o oyunları çoğaltacak bedensel ve sözel eylemler girerse. Bu yüzden, çalışmanın birinci adımı olarak etik bir yasa gereklidir. Kişi öldürmemeyi, çalmamayı, cinsel suistimale girmemeyi, yalan söylememeyi ve toksik madde kullanmamayı üzerine almalıdır. Bu tür eylemlerden kaçınmak, ilerleyebilmek için, yeterli derecede zihninin sessizleşmesine izin verir.

İkinci adım, bir tek şeyin, nefesin; üzerinde sabit kalma alıştırmasıyla, vahşi zihin üzerinde ustalık geliştirmektir. Mümkün olduğu kadar uzun bir süre, dikkatini nefesine vermelidir. Bu bir nefes egzersizi değildir; kişi nefesini düzenlemez. Onun yerine, doğal solunumu olduğu gibi gözlemler, aldığı gibi, verdiği gibi. Bu yol zihni sakinleştirir, zihin yoğun olumsuzluktan etkilenmeyecektir. Aynı zamanda, kişi konsantre olur, içsel çalışmayı yapabilmek için zihnini keskinleştirir.

Bu ilk iki adım, etik bir yaşam ve zihni kontrol etmek oldukça gerekli ve yararlıdır, ama üçüncü adımı almadıkça, olumsuzluğun baskısına yol açarlar: zihindeki kirliliği arındırarak kendi doğası ile ilgili anlayış geliştirmek. İşte bu Vipassana’dır: kişinin kendi realitesini, kendi içinde sürekli değişen zihin-öz fenomeninin kendini duygu olarak ifadesinin; sistematik, sakin ve tarafsız gözlemi. Bu Buda öğretisinin doruk noktasıdır: öz-gözlemleme yoluyla öz-arınma.

Kendi başına ya da toplu olarak yapılabilir. Herkes acı çekmekle karşı karşıyadır. Bu evrensel şifa gerektiren evrensel bir hastalıktır, mezhep ayırmaz. Birisi öfke duyuyorsa, bu Budist öfke değildir, Hindu öfke değildir, Hristiyan öfke değildir. Öfke öfkedir. Bu öfke sonucu kişi ajite olmuşsa, bu ajitasyon Hristiyan değildir, yada Yahudi, ya da Müslüman. Şifa evrensel olmalıdır.

Vipassana böylesi bir şifadır. Kimse, diğerlerinin uyum ve huzuruna saygı gösteren bir etk yasaya itiraz etmez. Zihnin üzerinde kontrol kurmaya kimse itiraz etmez. Kimse zihnin olumsuzluklarından özgürleşerek kişinin kendi doğasıyla ilgili anlayış geliştirmesine itiraz etmez. Vipassana evrensel bir yoldur.

İçsel hakikatı gözlemleyerek gerçekliği gözlemlemek – kendini doğrudan doğruya ve deneysel olarak bilmektir. Kişi uygulama yaptıkça, kendini zihinsel bozuklukların sefaletinden özgürleştirir. Kaba, harici, görünür hakikatten, kişi zihin ve özün nihai hakikatine doğru yol alır. Bunu aştıkça, zihin ve özün, zaman ve boşluğun, göreceliğin koşullu alanının ötesindeki gerçeği deneyimler: tüm kirliliklerden, çarpıklıklardan, ve ısdıraptan özgürleşmenin bütünsel gerçeği. Kim bu nihai gerçeğe ne isim takarsa yersizdir; bu herkes için son hedeftir.

Hepiniz bu nihai gerçeği deneyimleyin. Hepiniz ısdıraptan arının. Gerçek barış, gerçek uyum ve gerçek mutlulukla kalın. Tüm varlıklar mutlu olun.

Yukarıdaki metin, S.N. Goenka’nın İsviçre, Bern’de yaptığı konuşmaya uygun olarak yazılmıştır.

Alıntı
 

schutze07

Kayıtlı Üye
Katılım
11 Nis 2010
Mesajlar
347
Tepkime puanı
19
+Rep sana Vipassana için :) Emeğinize sağlık böyle etkinliklerde yapılıyor bildiğim kadarıyla düşünseniz ya herkes ayrı şehirlerden ülkelerden katılıyor süper bişey bu.
 
Üst