ÖLÜM

La-edri

Kayıtlı Üye
Katılım
21 Haz 2010
Mesajlar
2,195
Tepkime puanı
509
ÖLÜM

“Hoş gelsin safa gelsin, ama biraz geç gelsin.”

“Ölüm olmasaydı” denilince Voltaire’nin ünlü sözü akla gelir;
“Ölüm olmasaydı onu icat etmek zorunda kalırdık.”

Ölümsüzlük imkansız ama olsaydı; herhalde yaşamın tadı ve değeri bu denli güzel olmazdı. Hatta yaşamın anlamı olmazdı.
Peki ölümsüz bir dünyada dinler olur muydu?
Bilimin eriştiği bu noktada en azından bu kadar inançlı edinemezlerdi.
Kıyamet ve kıyamet sonrası yaşam inançları olurdu. Yine dünyanın, kainatın birgün yok olacağı, tüm insanların öleceği ve iyilerin daha mutlu bir dünyada-cennette, kötülerin ise cehennemde yaşayacağına inanılırdı belki.
Yaşama bağlılık inanan-inanmayan ayırt etmiyor. Kimileri belli etmese de en dindar müslümanlar dahi yaşama dört elle sarılıyor. Şu uçuruma düşen müslüman fıkrasında olduğu gibi:

Bir dala tutunmayı başaran müslüman yukarı seslenir:
” İmdaat! Kimse yok mu? “
Yukarıdan bir ses cevaplar:

” Bırak kendini. Birşey olmayacak, kurtulacaksın. “
Adam: ” yardım et! ” diye tekrar seslenir. Yukarıdan:

“Ben Allah’ım! Bana inan, bırak kendini.” diye cevap gelir.
Bu defa adam daha yüksek sesle bağırır:
“Başka kimse yok mu?”

Can tatlı ne de olsa, din-iman tanımıyor.
Bilim ve tıp geliştikçe insan ömrü uzuyor. Belki de bu yıllarda doğanlar yüzyılı aşabilecekler. 100 sene sonrası insanlığın geleceği aşama ise bilinemiyor. Belki de yaşlanmayı engelleyici formüllere ulaşılabilecek ve insan ömrü 300-500 yıl olacak. Tabi dünyanın kötüye giden şartları düzelirse. Bu gidişle 100 sene sonrası küçük kıyametler kesin gözüküyor.
Bir ateist ölümden korkar mı? Korkar. Ya müslüman? O da korkar.
Ateistin korkması normal. Çünkü ölüm ona göre yok oluş demek. Basit bir hayvan dahi, bir sinek, bir böcek bile yaşamaya çalışıyor. Tehlikeyi görünce kaçıyor.
Peki bir müslüman neden korkar ve yaşama bu denli bağlanır?
Madem ölüm sonrası sonsuz yaşam inancı var. Bu korku niye?
Ölümsüz bir dünyayı bırakalım ama ömrünü uzatabilmek için, daha uzun yaşayabilmek için müslümanın da, hristiyanın da imkan olsa yapamayacağı yoktur. Yani ömrü 50-60 yıl uzatan yeni bir ilaç bulunsa, ama fiyatı çok yüksek olsa, diyelim 1 milyon dolar. İlacı kullananların da yaşlı olmalarına rağmen sağlıklı yaşadığını görüyorlar, yani ilaç kanıtlanmış.
Zengin olsanız almaz mısınız? Zengin olabilmek ve alabilmek için çırpınmaz mısınız? “Almam, çırpınmam” diyen pek inandırıcı olmaz herhalde.
“Ölümünden sonrasına dek kimseye mutlu demeyin.” diye yazar mutsuz Aşil. Çok daha mutlu Epikurus “ölüm hiçbir şeydir.” diye fikir yürütür. Erken döneminde Wittgenstein “Ölüm yaşamın içindeki bir olay değildir. Ölüm yaşanmaz.” diye yazar. Belki benzer bir mantık izleyen Woody Allen ölümden korkmadığını söyler ve ekler: “Sadece, gerçekleştiğinde orada olmak istemiyorum, hepsi o” Konu ölüm olduğu zaman, espirilerle derin içgörüler, zarif nüktelerle kasvetli düşünceler birbirine karışır. Ölüm marazi bir konu olabilir, ama ölüm konulu sohbetler ve paylaşılan düşünceler kasvetten çok neşe ve keyif üretme, yaşamın değerini arttırma ve dostluklar kurma olanağı taşır.
“İnsan doğduğu andan itibaren ölüme doğru yol alır.” Ve “ölüm yok olmaktır” görüşünün yanında, ölümün mutlak hayatın başlangıcı olduğuna da inanılır.
Eğer ölümden asıl korkunuz yok olmaksa, ölümün yeni bir yaşamın başlangıcı olduğuna inanarak bu korkunuzu aşabilirsiniz. Eğer korku ölüm anında duyulacağı sanılan acılara ise; acılar dayanılmaz hale gelmeye başladığında insanın kendinden geçtiğini ve hiçbir acı hissetmediğini düşünebilirsiniz.
Ölümü kabullenemeyen ve sonsuz yaşamın arzusu içinde olan insanlar için, öteki dünya inancı ve dine bağlılık vazgeçilmez oluyor. Sıkıntıya, zora düşenler dua ile medet umuyor veya arzularını, ihtiyaçlarını sağlayabilmek için tanrıdan talepte bulunuyor.
Bu durumda olanlar için Montaigne’nin ölüm konusunda yazdıkları ilginç olabilir.


ÖLÜM
”Madem ki ölümün ününe geçilemez, ne zaman gelirse gelsin.
Bütün dertlerin bittiği yere gideceğiz diye dertlenmek ne budalalık!

Nasıl doğuşumuz bizim için her şeyin doğuşu olduysa, ölümümüz de her şeyin ölümü olacak.
Öyleyse, yüzyıl daha yaşamayacağız diye ağlamak, yüzyıl önce yaşamadığımıza ağlamak kadar deliliktir.
Ölüm başka bir hayatın kaynağıdır. Bu hayata gelirken de ağladık, eziyet çektik; bu hayata da eski şeklimizden soyunarak girdik.
Başımıza bir kez gelen şey büyük bir dert sayılamaz. Bir anda olup biten bir şey için bu kadar zaman korku çekmek akıl karı mıdır?
Ölüm uzun ömürle kısa ömür arasındaki ayrımı kaldırır. Çünkü yaşamayanlar için zamanın uzunu kısası yoktur.
Aristo, Hypanis ırmağının suları üstünde bir tek gün yaşayan küçük hayvanlar bulunduğunu söyler. Bu hayvanlardan, sabahın saat sekizinde ölen; genç, akşamın beşinde ölen; yaşlı ölmüş sayılır.
Bu kadarcık bir ömrün bahtlısını, bahtsızını hesaplamak hangimize gülünç gelmez?
Ama, sonsuzluğun yanında, dağların, ırmakların, yıldızların, ağaçların hatta bazı hayvanların ömrü yanında, bizim hayatımızın uzunu, kısası da o kadar gülünçtür…
Doğa bunu böyle istiyor. Bize diyor ki:
“Bu dünyaya nasıl geldiyseniz, öylece çıkıp gidin.
Ölümden hayata geçerken duymadığınız kaygıyı, hayattan ölüme geçerken de duymayın.
Ölümünüz varlık düzeninin, dünya hayatının koşullarından biridir.
Hayat bir işinize yaramadıysa, boşu boşuna geçtiyse, onu yitirmekten ne korkuyorsunuz?
Daha fazla yaşayıp da ne yapacaksınız?
Yaşadığınız her an, hayattan eksilmiş, harcanmış bir andır.
Ömrünüzün her günkü işi, ölüm evini kurmaktır. Hayatın içinde iken ölümün de içindesiniz; çünkü hayattan çıkınca ölümden de çıkmış oluyorsunuz. Ya da şöyle diyelim:
Hayattan sonra ölümdesiniz; ama hayatta iken ölmektesiniz. Ölümün, ölmekte olana ettiği ise, ölmüş olana ettiğinden daha acı, daha derin , daha can yakıcıdır.
Hayattan edeceğiniz karı ettiyseniz, doya doya yaşadıysanız, güle güle gidin.
Niçin hayat sofrasından, karnı doymuş bir misafir gibi kalkıp gidemiyorsun?
Niçin günlerine, yine sıkıntılar içinde yaşanacak; yine boşuna gelip geçecek başka günler katmak istiyorsun?
Hayat kendiliğinden ne iyi, ne kötüdür: Ona iyiliği, kötülüğü katan sizsiniz.

Dünyayı size bırakıp gidenler gibi, siz de başkalarına bırakıp gidin.
Hep eşit oluşunuz benim adaletimin esasıdır. Herkesin bağlı olduğu koşullara bağlı olmaktan kim haklı olarak şikayet edebilir? Hem sonra, ne kadar yaşarsanız yaşayın, ölümde geçireceğiniz zamanı değiştiremezsiniz. Ölümden ötesi hep birdir. Beşikte iken ölseydiniz, o korktuğunuz mezarın içinde yine o kadar zaman kalacaktınız.
Hiçten daha az bir şey olsaydı, ölüm hiçten daha az korkulacak bir şeydir denebilirdi .
Ölüm size ne sağken kötülük eder, ne ölüyken. Sağken etmez, çünkü hayattasınız; ölüyken etmez, çünkü hayatta değilsiniz.

Hiç kimse yaşamından önce ölmüş sayılmaz; çünkü sizden arta kalan zaman da, sizden önceki zaman gibi sizin değildir: Ondan da bir şey yitirmiş olmuyorsunuz.”


Bizden önce geçmiş zamanları düşünelim. Bizim için onlar yokmuş gibidir.
Hayatınız nerede biterse, orada tamam olmuştur. Hayatın değeri, uzun yaşanmasında değil, iyi yaşanmasındadır. Öyle uzun yaşamışlar var ki, pek az yaşamışlardır. Şunu anlamakta geç kalmayın: Doya doya yaşamak yılların çokluğuna değil, sizin gücünüze bağlıdır. Her gün gittiğiniz yere hiçbir gün varmayacağınızı mı sanıyorsunuz? Avunabilmek için eş dost istiyorsanız; herkes de sizin gittiğiniz yere gitmiyor mu? Ya da geride bıraktıklarınız da daha sonra gelmeyecek mi?
Ömrün bitince, her şey seninle birlikte yok olmuş olacak.
Madem bunun önüne geçmek imkansız, madem herkes neticede aynı akıbete uğrayacak; öyleyse ölümü dert etmek niye?
Yaşadığınız müddetçe dünyanın tadını çıkarın. Doya doya yaşamaya bakın. Yapmak istediklerinizi ertelemeyin, yapabiliyorsanız hemen yapın. Anı yaşayın, hayatı ıskalamayın.
Yaşamının nedenini bilen insan ölümünün de nedenini bilir ve ölümden korkmaz.
İnsanın ölümden korkması doğal görülmelidir. Bu korku sadece insanın önünde sınırlı bir zamanın bulunduğu hakkındaki bilgi değildir , ölüm hakkındaki bilgisizliktir. Böyle bir duyguya sahip olmak doğaldır. Fakat bütün insanların böyle bir duyguya sahip olduklarını söylemek güçtür. İnsanlar arasında gününü gün eden ya da öbür dünyaya hazırlananlar vardır. İnsanlar değişik değer duygularına sahiptir. Değer duygusu, insanın eylemlerini yöneten etkendir. Böyle olduğuna göre bu dünyayı bir zindan, gelip geçici bir dünya olarak görenler daima çıkacaktır. Hangi görüşe inanılırsa inanılsın bilinmelidir ki; Yaşam insan için en büyük armağandır. Ama tesadüfen gelmiş olsun, ama Tanrıdan olsun, bu armağan en güzel şekilde değerlendirilmelidir.

_alinti_
 

güneşinkızı

Kayıtlı Üye
Katılım
19 Ağu 2010
Mesajlar
56
Tepkime puanı
13
Bizden önce geçmiş zamanları düşünelim. Bizim için onlar yokmuş gibidir.
Hayatınız nerede biterse, orada tamam olmuştur. Hayatın değeri, uzun yaşanmasında değil, iyi yaşanmasındadır. Öyle uzun yaşamışlar var ki, pek az yaşamışlardır. Şunu anlamakta geç kalmayın: Doya doya yaşamak yılların çokluğuna değil, sizin gücünüze bağlıdır. Her gün gittiğiniz yere hiçbir gün varmayacağınızı mı sanıyorsunuz? Avunabilmek için eş dost istiyorsanız; herkes de sizin gittiğiniz yere gitmiyor mu? Ya da geride bıraktıklarınız da daha sonra gelmeyecek mi?


çok güzel bir paylaşım olmuş arkadaşım teşekkürler
 
Üst