Varlık Goethe Tebliğleri - Celse 2: Yaradan'ın İradesi

mally

Kayıtlı Üye
Katılım
29 Ocak 2010
Mesajlar
720
Tepkime puanı
225
Yaratan’ın İradesi

Yaratan'ın iradesi, canlı, cansız her mahlûku kucaklar. Sular, senin iradenle değil, fakat Cenab-ı Rabbülalemin'in iradesiyle akar, yol alır. Sular ırmakları doldurur, ırmaklar nehirleri meydana getirir. Nehirler akar denizlere deryalara inciler taşırlar; bu inciler insanların kalplerindeki sevgi pınarından fışkırırlar. O pınarların da haliki Cenab-ı Hakk'tır. Cenab-ı Hakk'ı inkâr, insanın kendisini, kendi varlığını inkâr demektir. İnkâr yokluğu gösterir. Sen var mısın, yoksa yok musun? Var isen, O da vardır. Tanrı da mevcuttur. Varlığını, kendi şahsiyetini ve öz benliğini nasıl inkâr edebilirsin? Yokluk, izafi bir terimdir. Yokluk yoktur. Varlık vardır. Her şeyde, her yerde, her muhitte varlık vardır. Var olmak hayattır. Var olmak sevgidir. Var olmak bilmektir. Ne ile yaşayacaksın? Varlığınla, bilginle, bilerek yaşayacaksın, Varlığın, bilgisini nereden alır? Tabiattan, eşyadan değil mi? Tabiata, eşyaya bu bilgiyi sen mi veriyorsun? Yoksa sen, tabiata ve eşyada gizli ve meknuz bulunan bilgiyi mi alıyor ve keşfediyormusun? Zaten ezelden beri tabiatın eşyanın öz benliğinde mevcut bulunan bu bilgi, bilgeliğin ta kendisi değil midir?

Cansızlık ne demektir. Hayat olmamak ne demektir? Hayat, hayatın kendisidir. Hayat, var olmak demektir. Var olanda hayat mutlaka vardır. Var olan kendi hayatıdır. Senin hayatın değil! Sen, o var olan hayatı buluyor, keşfediyor ve onu emrine alıyor, kullanıyorsun. Bu üstünlük sendedir. Kullanabilme yeteneği sana verilmiştir. Eşyayı, hayvanı, bitkiyi, canlı ve cansız her varlığı her kuvveti kullanmak, ondan istifade etmek hakkı, ezelde Hakk tarafından sana tanınmıştır. Ta ki bilesin Yüce Tanrı'nın vericiliğini, üstünlüğünü, yüceliğini ve her an seni koruduğunu ve böylece her an şükürde olasın. Olasın ki, onlar da seni koruyalar, seveler ve sana daha çok, daha iyi verebileler.

Sen kendini tanımıyorsun, ey mahlûkların en üstünü olan yüce insan! Sen, Tanrı'nın kâinata sunduğu armağansın, en üstün bir armağan, en üstün bir lütuf, fakat sen bunu biliyor musun? Yoksa sen kendini her türlü kayıttan azad ederek hodbince ve aşağılık duyguların tesiri altında bırakarak maddenin, sana muhtaç olan, senden yardım dileyen (-maddeden aldığını maddeye fazlasıyla vermekle mükellef bulunan-) sen, kendini maddeye vermek sorumluluğundan kurtulmak için mi çırpınıyorsun?

Maddenin esareti, habasettir, Maddeyi esir etmeyiniz.

Maddeden faydalanınız. Fakat maddeden aldığınızı, fazlasıyla maddeye vermekle sorumlusunuz. Madde sizden ne istiyor, madde sizden ne diliyor? Sevgi mi? Evet, sevgi, yine sevgi, yine sevgi. Maddeyi sevmeyen, maddeden faydalanamaz. Gözünüzün gördüğü veya görmediği her maddeyi, her varlığı seviniz. Sevgi, en kârlı, en iyi bir ticarettir. Seven kazanır, sevmeyen kaybeder. Sevgi yaratır. Allah da bizi, bizi ve bütün kâinatı sevgisinden yaratmadı mı? Sevmek en büyük kudrettir. Sevebilmek en büyük kabiliyettir. Çocuklarınızı seviniz. Onlara verebileceğiniz en değerli hediye budur.

Tanrı'dan örnek alınız. Sevdi ve sizi yarattı. Sevdi ve cihanı yarattı. Sevdi ve seni dalalete düşüren şeytanı yarattı, şeytanı başka yerde arama. Şeytan senin içinde, dimağındadır. Şeytan, senin ruhuna musallat olmuş bir parazite benzetilebilir. Şeytanı sevme diyemem, şeytanı sev de diyemem. Şeytan senin dostun değildir. Fakat düşmanın da olamaz. Ta ki seversen, ta ki bütün kâinatı sevgiyle kucaklar ve onu sevgiyle aydınlatırsan, şeytan senden uzaklaşır. Şeytan, sevginin nurundan kaçar ve korkar. Şeytan, sevgisizlikten hoşlanan bir ifrittir. Şeytan, sevgisizliğin ta kendisi olma yolunu tuta tuta, sevgiye aşina ruhlardan kaçmak için bahaneler icat eder. Fakat her an tetiktedir. Senin zaafını arar; senin iradesizliğini, aczini bekler. Ta ki, Hak yolunda' dalalete sapasın, ta ki hiddetinin esiri olup gönülleri kırasın, paralayasın.

Yıkmak kolaydır. Yıkmadan yapmak daha kolaydır. Neyi mi? Kırık bir gönlü, yıkmadan, daha aşağılara sürüklenmeden doğruluğa sevk etmek senin tabiatın icabı olmalıdır. Tabiatın, tabiattan gelir. Tabiat, tabiatlar doğurur. Sen de öyle değil misin? Tabiat gibi alıp vermiyor musun? Alıp verirken minnet hislerini gerçekten duyuyor musun? Tabiat sana hizmetkârdır. Tabiat sana hizmet ediyor. Maddesiyle, ruhuyla, bedeniyle, enerji kaynaklarıyla, görünen ve görünmeyen nice faaliyet ve verimli kaynaklarıyla seni beslemiyor mu? Sen niçin başkalarını beslemiyorsun? Beslemek, insanın öz varlığının temel prensiplerinden sayılır. Sen bu temel prensibe riayet ediyor musun ey İnsan? Ey, en lütufkâr emellere hizmet etmekle görevli tutulan yüce yaratık, sen hiç bir zaman aslını bilmedin; bilmek yolunu da tutmadın.

İstemek tabiatın sana vermesini her an sağlayan, [sürdüren] bir enerji israfından başka bir şey değildir. Enerji kaynaklarını kuruttukça neyi isteyebileceksin? Sen, istemenin, talep etmenin lüzumsuz israfa yol açtığını anlamak, bilmek dahi istememekle, kendi öz benliğine, yaratılış sırrına ihanet ettiğinin farkında mısın? Ya’ Rab bütün bu aciz ve zavallı kullarını, affı mağfiretinden mahrum kılma! Senden isteyeni çevirmeyen Sen, Sen'den istemeyeni de çevirme yolundan. Senin yolun hak yoludur. İstemeyenler, istememekte ısrar ettikçe sana yaklaşır ve senin rızanı alırlar. Gidenler gittikleri yolda, vardıkları hedefle hep Senin lütfu keremini bulurlar; bulurlar da sana ebedi şükürlerini ifadede kusur etmezler. Sen, istemeyen kullarını koru Ya Rab, isteyen kullarını, istedikleri için affı mağrifetine al Ya Rabbi!

Sen, istemeyen varlığı, istenenin aksi olarak yarattın. İstenen, istendiği için Senin rahmet kapılarını zorlar. Sen, isteneni verir ve onu kurtarırsın. Fakat isteyenin buna ne derece tahammülü vardır. İstenen şey, isteyeni kavrar; arzusuyla, tabiatıyla, verimiyle, verimsizliği, sevimliliği ve sevimsizliğiyle... İsterken dikkatli ve tedbirli isteyiniz, istemek bir kudrettir. Bunu israf'tan kaçınasınız. Her ne olursa olsun, istemekte, sürekli istekler serdetmekte, aynı mevzu ve şeyi istemekte inat göstermeyiniz. Size verilmemesi gerekeni, kaderi zorlayarak almaya çalışmayınız. Kader, 'tabii bir hayat çizgisidir, Tabiatın size bahsettiği nimetleri çiğnemeyiniz. Fakat onu da istemekte acelecilik göstermeyiniz. Acele edenler yanılırlar. Yanılmak kuvveti israf etmektir. İsraf ise haramdır.

Haram, düzene aykırılıktır. Er veya geç sizi helak edecektir. Haramdan kaçınınız. Haramı yemeyiniz, yedirmeyiniz. Düşünceleriniz, ince sezgileriniz haramı tanır ve ne olduğunu size bildirir. Siz, bildirildiği halde harama el uzatırsanız, elinizi ateşle yakmakla müsavi duruma getirirsiniz. Perispriniz yanar. Tabiata aykırı davranış, perispri düzenini bozar ve sizi hastalığa düşürür. Hastalık, istemektir. Hastalığın sebebi, haramı istemek ve haram peşinde koşmaktır. Haram İlahi düzene aykırı istek ve görüntülerdir. Haram, kâinatla birlik ve bütünlük içinde olan ruhunuzu ve binnetice vücut organlarınız ve vücut yapınızı bu düzenin dışına atar. Tıpkı vücudun, dikenler arasında, ısırgan otlarının içinde ezilmesi, zehirlenmesi ve ceza çekmesi gibi durumlar tevlit eder. Haram kötülüktür. Ruh ise iyiliktir. İyi olan kötüye esir edilir mi? Bu akıl bu ruh; iyinin, en iyinin emrinde olmalıdır. En iyi Tanrı'dır. Sen en iyiyi bırakarak, en kötünün, yani şeytanın emrine nasıl girersin?! Bu bir mantık gereği sayılmamalıdır. Haram, şeytan işidir. Şeytan haramla beslenir. Onun gıdası haramdır. Kim ki haram iş işler ve haramla beslenirse, vücudu ve ruhu şeytanın gıdası haline gelir. Şeytan gelir ve o vücudu, o ruhu istila eder. Onun düzenini, tabii ve İlahi halini, intizamını bozar ve orada kendine uygun auralar yaratır.

Haram iş işleyen ve haram yiyen hiç bir kimse gösterebilir misin ki huzur içinde olsun ve huzurla yüz yüze gelebilsin? Huzur da artık ondan uzak kalır. Huzur ve saadet sevginin kardeşleridir. Seven harama uzak durandır. Seven, istemeyendir. Seven sevdiğine, sevdiklerine verendir. Çünkü alıcı olan insandır. İnsan aldıklarını ödemekle mükellef tutulmayacak mı sanırdınız? İnsan, aldıklarıyla borçludur. Kime karşı? Cenabı Vacibülvucud’a ve aldıklarına; verenlere, eşyalara, şahıslara, hayvanlara, bitkilere, tabiata, kuvvet kaynaklarına, suya, havaya, elektriğe, her şeye, her şeye borçlu ve yükümlüdür. Allah'tan sana verenleri korumasını dile! Dile ki, vericilikleri daim olsun ve seni yaşatsın. Kâinatın bu ulu düzeni er geç hükmünü yerine getirecektir. Alan vermeye alışacak.

Alan, vermediği takdirde, bu, kendisinden zorla alınacaktır. Verilen ve alınan bir yük, bir fazlalıktır. Bunun fazlalığı er geç bir düzene sokulacak ve fazlalık, başka metotlarla, başka yollardan dışarı atılacak ve alınacaktır. Alıcılar, vericilerdir. Vericiler hem verir, hem alırlar. Verenler, zorla almasını bilmektedirler. Rızaen verileni rızasız alan, rızaca vermelidir ki, bu kutsal düzen aksaksız yürüyebilsin. Zira en vermeyenden cebren alınır ve bu cebir, o insanı, o varlığı perişan eder, hasta eder.

Niçin hastalıklarınız o kadar çoktur? Çünkü vermiyorsunuz. Neyi mi? Aldıklarınızı; almak zorunda olduklarınızı, vermek zorundasınız ki, onlarla da başkaları geçinsin ve tekâmülünü tamamlasın. Tamamlanan varlık, vericiliğini devam ettirir. Vericilik onun tabiatı icabıdır. Almadan verilemez, Vermek zorunda olan verecektir. Onu siz durduramazsınız. O, verecektir. Vermek, onun yaşantısı ve kaderidir. Vermeyen, vermekle mükellef olduğu halde vermeyen, ergeç yok olur; başka verenlere iltihak eder ve onun bir parçası bir rüknü olur, kendi benliğini yitirir, veren içinde erir. Vermek ve almak, kaderin tabii icabetindendir. Bu tabii icabı bozmayınız. Bozarsanız siz de bozulur ve hasta olursunuz.

Hastalık mikrop işi sayılmaz. Hastalık mikrobu davet eden bir zeminle başlar. Bizatihi bir mikrop, bu zemini bulmadıkça üreyemez. Üreyemedikçe de, büyüyüp vücuda yayılamaz. Münferit, kendi başına yabancı bir varlık olarak vücudun bir köşesinde sürünür gider ve yok olur; daha doğrusu, sağlam hücreler tarafından massedilir, yenir ve faydalı gayelere hizmet eden bir unsur olur. Hastalığın zemini hazır ise, istediğiniz kadar ilaç ve tedavi görün, mikrop vücuda yayılacaktır ve ergeç tesirini gösterecektir. Önce, zemini yok etmelisiniz. Mikropları öldüren ilaçlar, zemine tesir edemez. Kâinatta sonsuz mikrop kaynakları vardır. Yine bir gün onların istilasına uğrarsınız. Onları defetmek, zemini düzeltmekle, dimağı ve ruhu temizlemekle mümkündür. Dimağ, Yaratan'dan aldığı güçle sakat ve rahatsız zemini düzeltir, takviye eder, ona kuvvet ve kudret aşılar. Bu kuvvet ve kudret, kendine gelen mikropları absorbe eder, onu kendinden uzaklaştırır, yeter derecede uzak mesafede tutar. Mikroplar içinde yaşayan insanların bağışıklık kazanması dediğiniz durumun mekanizması budur. Yoksa hücrelerin mikroplara alışması bahis konusu olamaz. Mücadele gücü, hücrede vardır. Hücre, içyapısı itibariyle müstakil bir varlıktır. Ruhu, şahsiyeti ve müstakil bir yaşantısı olan bir varlıktır. Bu varlık yaşamalıdır; tabii ömrünü sürmelidir. Bu tabii ömrü sürerken, onu koruyacak olan, idareci, yüksek seviyedeki ruhunuzdur. Ruhunuz, binlerce kâinata hükmetmektedir. Hücreler, birer canlı varlık olmaları sebebiyle, birer ruh sahibidirler. Onların bu ruhu, idareci ruhun emri altındadır. Onlar, idareci ruhun otoritesine mutlak surette itaatkârdırlar. Onları isyana sevk etmek hastalık yolunu açmak demektir. İsyan ruha ve vücuda zararlı unsurları musallat etmek demektir. İsyan bu tasallutla başlar. Ruha musallat olan şeytan ve onun yanıltıcı fikirleridir. Vücuda musallat olanlar ise, yine şeytan işi olan içki habaset ve keyif verici diye isimlendirdiğiniz içkiler ve düzensiz gıda topluluklarıdır. Afyon, esrar ve benzerleri vücudun düşmanlarıdırlar. Vücut vasıtasıyla ruha hükmeden habis duygular ve kuvvetler toplamıdır. Sigara, tütün bir hayır değildir, zararı mutlaktır.

Kanseri sadece sigarada aramayın. Kanser, sevgisizliktir. Kanser, intibak güçlüğünden, sevgi mahrumiyetinden doğar. Sevmeyen kimse sorumludur. Kansere sebebiyet veren sevgisizliği doğuranlar sorumludurlar. Öyle ki, onların düşmanca ve habisane düşünceleri, karşı taraftaki insanın vücudunda, sevgisizlik, dolayısıyla da bir kanser hastalığı zemini yaratır. Kanser dediğimiz sevgisizlik, ruhtan vücuda yansıyan bir radyum ışını gibidir. Yakar, tahrip eder, dejenere eder, isyana sevk eder; isyana sevk olunanlar da, başka hücreleri isyana sevk etmek için çılgınca bir ihtirasa kapılırlar. Ve bu vetire, birbiri peşi sıra sürükler ve süratli olarak devam eder gider.

Kanser tedavisinde, önce ruhsal tedavi yapınız, zemini yok etmek için gayret gösteriniz ki, hastalığa tutulmuş ruh, kendine gelebilsin, kendini küfürlerden kurtarabilsin. Eylemsel hüviyetine kavuşabilsin. Ellerinizi hasta uzvun üzerine koyunuz. Rab'den yardım dileyiniz. O, size kudretini gönderecektir. Kudret, her şeyi temizler, kini, pası yok eder; külleri kaldırır, altındaki ateş pırıl pırıl yanmaya başlar, kö¬mürler de kor olur, o da ısıtır ve vücudu kudretiyle istila eder. Siz, hastayı, kendi ruhu ile iyileştireceksiniz. Sizin fonksiyonunuz budur. Hastayı seveceksiniz. Hastanın ruhundaki kirleri pasları temizleyeceksiniz. İster hayvan, ister bitki, isterse insan olsun, hasta uzvun iyileşmesi için, evvelinde ruhu serbestleştirmek, onu yüklerden parazitlerden temizlemek gerekir, Dinamo bozuk iken ve yarı faaliyet gösterirken, hatları düzeltmek, bobinleri yenilemek bir değişiklik sağlar mı? Önce dinamoya, elektriği sağlayan beyne ve ardındaki ana kaynak olan ruha el atacaksınız. Ruhu terbiye edeceksiniz. Ruhu, hastalık verici karanlıktan kurtaracaksınız. Ruhsal tedavi ile işe başlayınız. Hastanızı, bütün ruhsal samimiyetinizle seviniz. Ellerinizi hasta uzvun üzerinde yarım saat kadar durdurunuz. Hak'tan yardım dileyiniz. Hak size yolunuzu açacaktır. Hak size yardım edecektir. İlaçlar ondan sonra gelir. Hasta, ruhsal tedavi yapılamayacak bir dış şuursuzluk halinde bulunuyorsa, elinizi hastanın alnı üzerine koyunuz. Düşüncelerinizi, eliniz yoluyla 'beynine ve bir yandan da onun ruhuna gönderiniz. Telepati yolunu deneyiniz. Düşüncenizi, onun ruhuna intikal ettiriniz. Bu, başka bir vetiredir. İlaç, bu tedavi yollarından sonra kullanılmalıdır.

Hücre, müstakil bir ruh sahibi olduğuna göre, elinizi hasta uzvun üzerine koyduğunuz zaman, hasta hücrelerin ruhlarını düşününüz ve onlara sevgi gönderiniz. Merhametli olunuz: merhametinizi, elinizin temasıyla hücrenin yapısına ve ruhuna sevk ediniz. Ta ki uyuşuk ruhlar uyansın, düzeni bozulan yapı ve hücre içi çevresi eski düzenine doğru dönüş yapabilsin. Sadece ilaçla tedavi yapılabileceği gibi yanlış bir görüşe saplanmayın. Kanser, bütün hastalıklardan ayrı bir hastalıktır. Daha doğrusu bir düzensizliktir. Bu düzensizliği, ruhsal tesirlerle iyi bir yola koymadıkça, hücre içi yapıya yapılacak şırınga tesirsiz kalacak ve istediğiniz sonucu vermeyecektir. Hırslar arttıkça kanser artmıştır. Sevgisizlik, kanseri doğuran yegâne faktördür. İlahi düzen budur. Sevmeyen sevilmez, Ruh, devamlı sevgi gıdasına muhtaçtır. Sevgiden mahrum kalan ruh, dejenere olmaya başlar. Ölümle de ruhun bu dejenerasyonu birdenbire sona ermez. Bizler o ruhları burada tedavi ederiz. İlahi ışık karartılmıştır. Karartan, ruhun kendisidir. Vücuda hâkim olması gereken ruh, kendini vücuda teslim etmiştir. Bu, bilinen bir hakikattir. Bu hakikatler çok söylendi, dinleyen pek az oldu. Dinlemeyenler madde peşinde koştular. Ruhu, madde ile zehirlediler. Mekaniz¬ma ters işledi. Ters işleyen zemberekler, yaylar, çarklar birbirini parçaladı. Oysaki ruh, emir verecek ve vücudu kendine tabi kılacaktı. Ruh, emri ile vücudu kendine tabi kıldığı gibi, vücudu çevreleyen maddi çevreyi de kendine benzetecek ve emri altına alacaktı. Fakat tersine bir düzen ile çevredeki maddenin, vücudun hâkimiyeti ile sonuçlandı, vücut da ruha hükmetmeye başladı. Ruh, benliğinden, fonksiyonundan uzaklaştı. Maddeyi sevdi. Maddeyi o derece sevdi ki, kendini sevmeyi unuttu, kendisi gibi İlahi lem'aları sevmeyi unuttu. İlahi lem'aların kaynağını sevmeyi ihmal etti. Kapısını, İlahi ışığa, nura kapadı. Bu düzensizlik, ruhu, madde kalıpları içinde hapsetti. Ruh, maddenin esiri oldu. Madde, yapıcı olduğu gibi, yıkıcıdır da. Enerji, şuurla kullanılırsa faydalıdır. Şuursuz 'kullanılan enerji yakar, tahrip eder, kullananı da, kullanılan uzvu da kendine mahkûm eder. Bu düzensizlik vermeyenlerde, veremeyenlerde, sevmeyenlerde ve sevemeyenlerde çok görülen bir durumdur. Takdiri İlahi budur. Bunu görüp bilmek, anlamak, hikmet ve sonucunu düşünüp ona göre değerlendirmek gerekir.

Sen sevmezsen, sevilmezsin. Sen vermezsen alamazsın. Sana verilen senin yanlış isteklerinin karşılığı olup, sana zararlı olan yıkıcı unsurlardır. Sen seveceksin, sen vereceksin, sen almayı değil, vermeyi tahayyül edeceksin. Tahayyül, en büyük vetiredir. Düşünmek, iyi düşünmek, kurtulmanın başlangıcıdır. Düşünerek, tahayyül ederek iyiliğe ulaşabiliriz. Tahayyül edilen her durum, her obje er geç tahakkuk edecektir. İyileri tahayyül ediniz, iyiliği düşününüz. Korkmayınız, ruhen tembelliğe düşmeyiniz. Ruh, sonsuz kâinatlara kol salan bir radyo ve televizyon cihazı gibidir: verici ve alıcı bir istasyon. Ruhunuzu dar kalıplardan çıkarır ve serbestleştirirseniz, bütün manevi âlemden olduğu gibi; maddi âlemdeki bütün maddelerden ve yıldızlardan da devamlı olarak enerji, kudret ve kuvvet alırsınız, sevgi gönderiniz, sevgi alacaksınız, yıldızları seyrederken, orada yaşamakta olan her türlü varlığı sevgiyle anınız ve onlara sevgi dolu vibrasyonlar gönderiniz. Oralardan cevabını almakta gecikmeyeceksiniz.

Beşer bir bütündür. Dünya insanı veya Merih İnsanı diye bir ayırım yapılamaz. Sen o'sun, o da sen. Birbirinizi daha yakından tanıyacağınız zamanlar yakınlaştı. Tanımakta geç kalmayınız. Bunda, sizin için birçok hayırlar vardır. Sizi bekleyen huzuru, Tanrımızdan dileyiniz. Tanrı, yüce yaratıcı verecektir. Verdiğini de arttıracaktır. Yeter ki siz ona müstahak ve layık olasınız.

Ruh, size verilmiş en büyük bir nimettir. Fakat kıymetini bilmediniz. Tanrı'nın bu en büyük lütfunu inkâr edenleriniz var. Bu ne büyük bir gaflettir. Hiç mi düşünmezler ki, Tanrı, onu yaratırken, her türlü varlığın üstünde, yüce bir lütuf olarak var etmiştir. Bu yüce lütuf, "ruh"tur. Ruhu iyi tanıyınız ve iyi tanıtınız. Ruhu tanımaktan ve tanıtmaktan vazgeçmeyiniz. Ruh, yüce Tanrı'dan gayrı her şeydir. Bunu, sizin idrakinizin anlayacağı şekilde şöylece ifade edebilirim: Güneş, ışık verir. Güneş de ışığını başka bir kaynaktan, kaynakların öz kaynağı, bilginin kaynağı, Ulu Tanrı'dan alır. Bu, gerek manevi ve gerek fizik anlamda böyledir. Güneşin ışığı, nasıl ki, her yana yayılır ve sayısız canlıyı canlı tutar ve onlara kuvvet verirse, sizin ruhunuz da, güneş ile kıyas kabul etmeyecek kadar çok ve hudutsuz bir varlık âlemini besler, doyurur ve onları yaşatır. Çünkü ruhunuzdaki bu yaşatıcı güç de, yaratan, bir ve sonsuz olan kudretin öz kaynağı sevgili Tanrımızdan gelir.

Siz, ruh olarak ebedisiniz. Ruh olarak sonsuz maddi ve manevi âlemlerdesiniz. Bunu biliniz, bunu hatırda tutarak yaşayınız. Düşüncenin sürati ölçülemez. Neyi düşünürseniz, ruhunuzdan yayılan kudret enerjisi o anda orada olur, Ruhunuzla başka yol tutup, söz ve fiillerinizle bunun aksine davranmak karşınızdakini değil, fakat sadece kendinizi aldatmak olur. Bunun çok ince nüansları ve birçok vericileri vardır. Teferruatına girmeden şu kadar hatırlatayım ki, gerçekten bir kimseyi seviyorsanız, o şahıs, sizin kendisini sevdiğinizi mutlaka bilecektir.

Size uçan dairelerden bahsettim. Kâinat’ta boşluk yoktur, dedim. Kâinatın her zerresi meskûndur. Beş duyunuzla idrak edemediğiniz o kadar çok varlık meskûndur ki, bunları ruh gözüyle gördüğünüz zaman, gerçekten hayretler içinde kalacaksınız ve Tanrı'nın yüceliğini, usta yapıcılığını, yaradılışın sonsuzluğunu bir kez daha idrak ederek, O'na olan arzı ubudiyetiniz ve hayranlığınız bir kez daha artacaktır.

Hayat olmamak ne demektir? Hayat olmamak, yok olmak, başka bir tabirle var olmamak değil midir? Bir şey var mıdır, yok mudur? Var ise, hayat da vardır, yok ise hayat da olamaz. Bu, İlahi bir düzendir. Yanlış teşhislerle, yanlış sonuçlara, hata dolu hükümlere varmayınız. Tanrı'yı tanımamış, O'nu kendi kafanızda küçültmüş olursunuz. Böylece, O'ndan alacağınız nurun, bilginin, hudutsuz lütufların yollarını kendi ellerinizle kapatmış olursunuz.

Yine söylüyorum, yakında göreceksiniz, anlayacaksınız ve tanıyacaksınız. Cenabı Hak'tan affı mağrifetine sığınarak niyazım şudur ki, kendi idrakinizle hakikate ulaşasınız. Kendi iç benliğinizle, Cenabı Rabb-ül'alemin'in hudutsuz lütuflarını almaya doğru yol alınız. O zaman, gördüğünüz manzara sizi hayran bırakacak, şaşırtacaktır. Müspet anlamda söylüyorum, hayretler içinde kalıp, huzura kavuşacaksınız.

Duyurduğum gibi, beşer, dünyanızdaki beşer, bir vücuda benzer. Hastalıkla malul bir beden: Bu bedeni ne yaparsınız? Tedavi edeceksiniz. Dışarıdan ilaç vereceksiniz, iyileşmesi ve mikroplardan kurtulması için, her türlü tedavi yollarını deneyeceksiniz. Bundan bir sonuç alınamazsa (-ki dünya insanlarının durumu böyle görünüyor-), o zaman başka tertipler düşüneceksiniz. Hastalık saran uzuvları kesip atacaksınız ki, geri kalan vücut sağlam yaşasın, oraları da hastalık kaplamasın. Ama bir kolunuz gidecekmiş. Bu, belki bazı bakımlardan bir eksikliktir, bir kayıptır. Fakat umum vücudun selameti için bu elzemdir. Vücut, eksik ve noksan da kalsa, bu ameliyeyi yapmakta tereddüt etmeyeceksiniz. Dünyadaki beşerin hali bunu andırıyor. Düzelmeye ve düzeltmeye uğraşınız. Size birçok yardımlar gelecektir. Pek çok lütuflara müstahak olacaksınız. Fakat buna rağmen beşer düzelmezse, İlahi yola dönmezse, İlahi adaletin hükmü yerine gelecek, hasta unsurlar dış müdahale ile dışarı atılacak, atılamayanlar da zararsız hale getirileceklerdir. Bunu böylece bilmenizi isterim.

Lütfu yüce, keremi bol olan ulu Tanrım, ruhumuza verdiğin huzur ve sükûnu devam ettir. Sevginin nurlu güneşini üzerimizden eksik etme. Bizi sev, bizi koru, bizi iyi fiil ve düşüncede daim kıl. Sen'den zuhur eden her nimet etrafınızı kaplamıştır. Lütfunu bizlerden eksik eyleme Yarabbi, âmin...



-- ALINTIDIR --
 
Üst