Varlık Goethe Tebliğleri - Celse 1: Mutlak İyi

mally

Kayıtlı Üye
Katılım
29 Ocak 2010
Mesajlar
720
Tepkime puanı
225
Bu yazısı dizisi, Türkiye'de bir medyum vasıtasıyla, medyumun ricası ile kendine "Goethe" olarak hitap olunan üst boyut varlığından alınan tebliğlerin yayımlanmış bölümleridir. Tahminen 1960'lı yıllarda veya sonrasında yapılmış olan bir çalışmada verilmiş olan tebliğler olduğu izlenimi edindim, ama kimin tarafından, tam olarak ne zaman ve nerede yapıldığı konularında emin değilim.

Tekamül basamaklarını tırmanmaya çalışan bizlere faydalı olacak bir yazı dizisi. Okunması ve içerikteki dolaylı, doğrudan mesajlar üzerine düşünülmesini tavsiye ederim. Sevgilerimle. mally


MUTLAK İYİ

Sen hiç bir zaman [mutlak] iyinin ne olduğunu bilemezsin. Ben de bilemem. Benim bilebileceğim, Cenabı Vacibül Vücudun, bilmemi gerekli kıldıklarıdır. Senin yolun hak yoludur, yolundan ayrılma, iyi fiillerini devam ettir. Ümitsizliğe kapılma, lüzumsuz telaşı terk et. Cesaretli ol. Âlem Rabbi'nin her şeyi bildiğini ve gördüğünü unutma ve her an bunu hatırda tut. Gözünden uzak olan emeller, gönlünden de uzak olsun.

Tahakkuku mümkün olmayacak ihtiraslar, seni beyhude yere kasıp kavurmasın. Sana verilen sana layık olandır. Azlık çokluk rölatiftir. Neyin az, neyin çok olduğunu sen bilemezsin. Bilebilir misin ki, çokluk olarak gördüğün nimetler esasında birer rüyadan, hayalden ibarettir. İç benliğinin arzusu olan hak yolundan ayrılma. Bu yoldan başka bir emel taşıma, bu yoldan çıkma. Dileğinin olmasını da isteme; hayırlı olanı dile ve hakka razı ol. Cenabı Hakk, sana ne lazım olduğunu senden çok daha iyi bilir. Seni yaratan, senin ihtiyaçlarını yaratan, senin gıdanı ve ihtiyaçlarını da beraber [vücuda] getirmiştir. Nimetler her an seninle beraberdir. Bunları görmemen için, kör olman lazım. Senin halin, etrafı binlerce nimetle çevrili olduğu halde, bunların hiç birini göremeyip, toprağın içine başını daldıran ve önündeki nimetleri teperek toprağın içine dalan, toprağın içinde nimet arayan köstebeklere benzemesin! Sen kendinin neye müstahak olduğunu bilemezsin. Senin müstahak olduğun şey, bugünkü durumundur. Cenabı Hak'tan nimetler dileyenler nimetlerden mahrum olan köstebeklerdir. Nimetleri tepen, nimetleri görmeyerek, etrafına serpilmiş huzur ye saadet verici nimetleri görmeyip teperek, alıştığı, atalarından öğrendiği şekilde toprakların içine dalan, toprakların içinde nimet arayan köstebekler misali olmasın senin durumun...

Sen iyinin ta kendisisin. Sen bizatihi nimetin özüsün. Allah, sana bütün nimetlerin tohumlarını fazlasıyla vermiştir. O tohumları ekmek, yetiştirmek, meyvelerini toplamak ve başkalarına da bu nimetlerden faydalandırmak durumundasın. Esasında bütün insanlar, bütün mevcudat böyledir. Ruhlar da aynı durumdadır. Bunu, gören bilir. Görmeyen ister, ister ve isteyerek bir gün inkârcı olur. Onun inkârı lütfu keremi bol olan Tanrı'yı yine vermekten alıkoymaz. Cenabı Rabb-ül âlemin verir, isteyene de verir, istemeyene de verir. Fakat isteyene ihtiyacından fazlasını verir ve bu veriş, bu fazlalık o canlıyı, o varlığı perişan eder, helak eder, istemeyen, hakka rıza gösteren ise, gerçeğin ne olduğunu ve nerede bulunduğunu sezinlediği için doğru yoldadır; huzur onunla beraberdir. Saadet ona verilir. Mükâfat ona verilir. Bu mükâfatı siz bilemezsiniz. Siz göremezsiniz. Siz anlayamazsınız. Fakat gören görür, bilen bilir, anlayan anlar. Ta ki bunu size duyuruncaya, duyurmak zamanı gelinceye kadar susar.

Susmak, kaderin tabii icabıdır. Susmasını bilmek, insanı birçok felaketlerden korur. Susunuz: dilinizi tutunuz, düşüncelerinizi istek ve ihtiraslarınızı tutunuz. Sükuti olunuz, ihtiraslarına gem vurmayan er geç helak olacaktır. Bunu yakın zamanda göreceksiniz. Göreceksiniz ki, kudreti, lütfu keremi bol olan Ulu Tanrı, daha neler yaratmıştır. Ne kudretli varlıklarla Kâinatı bezemiştir. Onlar kudretlerinden emin, fakat Cenabı Mevla'nın kudretinin ve azametinin büyüklüğünü müdrik oldukları için sakindirler, susmaktadırlar. Susacaklardır. Vakti saati gelince, konuşmak sırası onlarındır. Siz artık konuşamayacaksınız.
Ey asiler, ey İlahi adalete rıza göstermeyen münkirler; ey her şeyi bildiklerini iddia eden gafiller; zaman yaklaşmış, ufuklar aydınlanmaya başlamıştır bile. Hala da mı yüzünüzü gözünüzü hakikate ters çeviriyor, başınızı toprağın içine gömmeye çalışıyorsunuz? Görmezseniz, görmek istemeseniz de, size gösterilecektir. Size onlar duyurulacaktır. Ta ki onları tanıyasınız, Ta ki haddinizi bilesiniz, Ta ki Rab’be şükürde her an kusur içinde olduğunuzu idrak edesiniz diye...

Ey din adamları, ey bilgin geçinenler, her şeyin ÖZÜne vakıf olduğunu iddia eden gafiller; lütufkâr Tanrı’mız, yine lütfu icabı, size bir defa daha yardımını gönderiyor. Tâ ki bilesiniz, tâ ki anlayasınız o yüce Tanrı'nın lütfunu diye. Ki O da¬ima vericidir, O alıcı değildir. O her şeyin aslı da, Her şeyin esasıdır. Ta ki bilesiniz lütfunu yüce Tanrı’nın ki sizler birer hiç, birer gafiller, birer cahiller, günahkârlar güruhusunuz...

Gözlerinizin önündeki perdeyi kaldırdığınız zaman, ne derece gaflet ve dalalet içinde olduğunuzu anlayacak, bütün yaratılmışların bir ve tam olduğunu anlayacaksınız. Dinlerinizle sahte, uydurma hikâyelerinizle Cenabı Hakkın ışığını karartmaya çalıştınız. Muvaffak olamadınız, olamayacaksınız. Olmanız mümkün değildir. Tahrifar ancak beyninizdedir. Bilgisiz kafalarınız, Hakkı inkâr yolunda yarış içindedirler. Yarışa yarışa koşuyorsunuz; bilgisizliğe, karanlığa, şehvete, cehalete, inkâra 'koşuyorsunuz ve gidiyorsunuz. Uçurumun kena-rına geldiniz. Düşmek üzeresiniz. Her şeyinizi, medeniyet dedi¬ğiniz uydurmalarınızı, konforunuzu, rahatınızı ve hatta bilgisizliğinizi -bilgi, ilim zannettiğiniz bilgisizliğinizi- dahi ebediyen kaybetmek üzeresiniz. Yeryüzünü talan etmek üzeresiniz. Yer yuvarlağını, Allah'ın size verdiği en büyük nimeti dahi teperek, kendinizle birlikte onu da uçuruma sürüklemek, yok etmek üzeresiniz. Bir el, uzanan cahilane bir el bu kolu çekmek üzere... Her şeyi yıkmak, yok etmek üzeresiniz. Fakat size müsaade edilmeyecektir. Siz körler, siz bilgisiz münkirler, kendi varlığınızı, varlığınızın sebebini dahi inkâr yoluna sapan siz münkirleri bir araya gelerek felaketi önleyecek yerde, felaketi seyrediyor, ikaz etmiyor, uzanan bilgisiz elleri geri çevirmiyor, rehavet içinde uyuyor ve seyrediyorsunuz. Felaketin ne derece eşiğinde bulunduğunuzu yakında size öğreteceğiz. Cenabı Rabbül âlemin, siz aciz kullarına acıdı da, yine bereketinin, nimetinin meyvelerini sunmak üzere.

Aklınızı başınıza toplayınız. Dinlerinizi uydurma hale, dinlerinizi tahrifatla büsbütün içinden çıkılmaz hale getirmeyiniz. Dinler, sizin uydurduklarınızdan uzaktır. Dinler hak yoludur. Hak yolunda; fesat, uydurmak ve sahtecilik olmaz. Siz ise, hakikatleri gizleyerek, örtmeye çalışarak kendi menfaatlerinize, işinize geldiği şekilde anlamaya, tefsir etmeye çalıştınız. Uydurma dinler kat ettiniz. Ne deniyordu Kuran'da: 'Okuyun, anlayın! Anlıyor musunuz? Hayır. Okuyor musunuz? Hayır. Papağandan da daha şuursuz olarak kelimeleri tekrar edip duruyorsunuz. Bu mu yalvarı, bu mu dua? Siz her şeyi değiştirdiniz. Her dinin salikleri eskilerin sunduğu ışıkları dahi karartma yolunda... Yolunda, evet... Karartmaktasınız. Fakat bunu başaramayacaksınız. Size haberciler gelecektir. Size bildirilecektir. Bu da lütfu keremidir. Şükredesiniz diye... Rabbül âlemin bu lütfunu sizden ve bizden esirgemiyor.

Sen ki, tabiatın en üstün varlığısın ey insan! Niçin hemcinslerine uymuyorsun?! Senin gibi yaratılan, senin gibi akla ve ruha sahip olan diğer kütlelerdeki gezegenlerdeki varlıklar şükürlerle doludur da sen niçin inkârı kendine meslek edindin? Sen niçin inkârda musirsin? Onlar sana gelecekler. Senin şimdi bir hiç olduğunu sana gösterecekler. Ta ki sen kendini bulasın. Kendini tanıyasın; bir hiç olduğunu, bir hiç olmakta asırlarca sürüklendiğini anlayasın diye, Cenabı Hakk onları sana gönderiyor. Lütfuyla, keremiyle aziz ve kutsal olan Ulu Tanrı, evvelce de göndermişti ey insanoğlu; çok daha yücelerden, çok daha bilgililerden göndermişti. Fakat sen anlamadın, Kâinat’ın özüne tecavüz ettin, tahrif ettin değiştirdin, uydurdun. Uydurduğunu da Hakk’a mal etmek cüret ve küstahlığını gösterdin. Utanmadın mı? Allah'ın seni gördüğünü, her şeyini bildiğini, her şeyini tanıdığını, her şeyinle alakadar olduğunu bilmedin mi? Görmedin mi?

Sana peygamberler gönderildi. İnkâr ettin. Haydutluk ettin. Dövdün, hakaret ettin, uydurdun, uydurduklarınla amel ettin. Oysaki hakikat, gün ışığı gibi gözlerinin önünde serili duruyor. Din, hakiki din, senin uydurdukların değildir. Bunların hesabı senden sorulmayacak mı zannediyorsun?

Senin lütfundan, kereminden izkar etmek lütfunda bulunduğun nimetlerden bihaber olan bu kulların seni inkârda devam ettikçe ey Tanrım, sen ne yücesin ki, yine veriyorsun, vermekte devam ediyorsun. Senin takdirini anlamaktan aciz biz zavallı kullar sana bağlılığımızı bildirmekte, acele ile tedbirsiz davranıyoruz. Sen her şeyin özü olarak bizi ödüllendirdin, bizi sevdin yarattın, bizi nimetlerle donattın. Bizi affet Ya Rab. Bunları, bu zavallı kulları affeyle, mağfiret eyle Ya Rab! Senden, bu niyazda bulunduğum için beni affeyle Ya Rab!

Ey esrarının künhüne vakıf olunamaz yüce Yaratıcı, bizleri bir şekilde yaratıp şekillendirdin. Senin şeklin yoktur. Sen şekli yaratan, kalıplandıran yüce Tanrı; şekiller sana asi oldu. Sen şekli yine silmedin. Sen, şekle kuvvet verdin. Sana şükretsinler diye... Şükretmediler. Yine kuvvetini, kudretini esirgemedin. Sen basirsin, Sen halimizi bizden çok daha iyi bilirsin. Ya Rab, bizi bizden olmayanla sınama. Bizi bize bırakma Ya Rab... Biz gafiller, birbirimizi yok etme yolunda yarışıyoruz. Eğer senin lütfun olmasa, çoktan yok olurduk. Sen her şeyde hâkim, her şeyde gafur, her işte usta yapıcısın.

Gelecekler, geliyorlar; her gün, her saat, her an, fakat görmüyorsunuz, göremeyeceksiniz. Onlar sizi sınıyorlar. Belki anlarlar. Anlarlar da akıllarını başlarına toplarlar diye... Çünkü gördüğünüz zaman hakikatleri korku ve telaş içerisinde, oradan oraya kaçacak ve saklanacak bir yer arayacaksınız. Rab, şimdilik bunu tehir etti. Tehir ediyor. Fakat yakındalar. Gelişleri, söyleyişleri, hareketleri duyuluyor. Siz, yine de mi gafilsiniz, yine de mi anlamıyorsunuz, anlamayacak ve anlamamakta ısrar edeceksiniz? Anlamak, anlamamak bunlar boş kelime... Anlatılacak, öğretilecek ve siz artık terbiye edileceksiniz. Buna müstahaksınız.

Nükleer enerjiyi çocuk oyuncağı mı zannettiniz? Bir bebeğin oyuncakla oynayışı gibi, onunla oynanabileceği zehabın da mısınız? Japonya'ya savurduğunuz felaket rüzgârı, atom zehri sizi ürkütmedi mi? Hala mı anlamıyorsunuz? Hala uçan daireleri; inkâra yelteniyor ve bu inkârlarınızda ısrar mı ediyorsunuz? Bunun ne olduğu size yakında gösterilecektir. Gösterilecek amma, görmek acaba size nasip olacak mı? Uyanın ey gafiller. İnkâr ettikleriniz her gün sizlerin tepesinde, sizleri tarassut etmekteler. Hak'tan gelen emir onları bekletiyor. Zamanı var. Anlayacaksınız. Pek geç değil, Neyi? Ne olduğunu bu haberciler size bildirmedi mi? Siz bilmemekte ısrar ettikçe, tokadı hak ettiğinizi anlamayacak mısınız? Ülkeleriniz, şehirleriniz tarumar edildiği, yerle bir olduğunuz zaman mı aklınızı toplayacaksınız. İkaz için söylüyorum: Vakti gelmedi mi sanırsınız? Yakındır, işaret bekliyorlar. Onlar mahvetmeyecekler, Onlar muzırları temizleyecekler. Onlar muzırları buradan ayırıp sürecekler, ıslahhanelere, ıslah gezegenlerine sürecekler. Sürüldüğünüz yerde bu dalaletle kalmak size müyesser olmayacaktır.

Niçin kaynağı gizlediniz? Niçin nimetlerin üstünü örttünüz? Örttünüz de ne kazandınız? Kazançlarınız size bir fayda sağladı mı? Kazanan, kazandığı her kuruşun, en küçük nimetin hesabını vermekle sorumlu değil midir? Niçin ahitlerinizi bozdunuz? Ahit bozmak vebal taşımaz mı? Vebal cezayı davet etmez mi? Uyanın artık uyanın, etrafınıza bakın da uyuyanları görün ve uyandırmaya çalışın. 'Benim kazancım bana prensibi ne demektir? Cenabı hak bize her şeyini, her nimetini vermiyor mu? Siz, çocuklarınıza bile ne verebiliyorsunuz da, 'kendinizi günahkâr addetmiyorsunuz? Bolca verilen nimetlerden kimleri faydalandırdınız? Çalışmalarınız kime hayır, kime şer getirdi? Şerde boğulanlara, maddeci zihniyetle el uzatmadınız. Bunu inkâr mı edeceksiniz? Bir de kendinizi kahraman yerine mi koyuyorsunuz? Size verilenler, sizin verdiklerinizin yüzlerce misli değil midir? Tanrı'ya ne verdiniz? Tanrı'nın kullarına ne verdiniz? Verdinizse bile, acımaksızın ve can sıkıntısını def etmek için vermediniz mi? Bu bir hayır mıdır? Hayır, şerri ifna eder. Hangi şerri ifna ettiniz? Yaptıklarınız, yapmak zorunda olduklarınızın yanında bir hiç değil midir? Mükâfatlara kondunuz. Kondunuz da ne oldu? İşi azıttınız. Azıttınız da ne oldu, huzursuz oldunuz.

Hz. Muhammed, pınarların öz kaynağı Cenabı Hak'tan size haber getirmedi mi? Ne dediniz? Yalan! Yalan, esas sizin sözlerinizde ve fiilinizdedir ey insanlar. Ey kâinatın geri kalmış varlıkları, size sesleniyorum: Uyanın ve çevrenizi tarayın. Fakirleri yoksulları doyurun. Açları, hastaları şifaya gark edin. Çünkü Tanrı sizi de açken, fakirleri nimetlere gark etti. Gark etti de sizler de anlayasınız. Rab’inize şükredesiniz, O'nun ikazı üzere hareket edesiniz diye. Siz ise, şehvetin, maddi şaşanın esiri oldunuz. Oldunuz da ne buldunuz? Gaflet, dalalet, huzursuzluk ve ızdırap değil mi?



-- ALINTIDIR --
 
Üst