Müzikle tedavinin Tarihsel Gelişimi

Zeyna

Kayıtlı Üye
Katılım
20 Ocak 2009
Mesajlar
330
Tepkime puanı
60
Konum
İstanbul
İş
yönetici
TARİHSEL SÜREÇ İÇİNDE MÜZİKOTERAPİ

Müzik sözcüğü Yunan mitolojisindeki esin perileri Musa'lardan kaynaklanır. Musa'ya ait, Musa'ya yakışır bir sanat anlamındadır. Dokuz eş yürekli kızdır bunlar, bütün işleri ezgiler söylemektir. Ulu Zeus'un 9 tanrısal kızı Klio, Euterpe, Thalia, Melpomene, Terpsikhore - Erato, Polhymnia, Urania ve hepsinin başı sayılan Kalliope, işte budur Musa'ların insanlara verdiği. Nasıl krallar Zeus'tan gelirse, yeryüzündeki ozanlar ve çalgıcılar da Musa'lardan gelir. İlkçağ düşünürleri, müziğin temelini içinde yaşadığımız evrenin doğal ritmik düzenine ve uyumuna bağlamışlardır. Ay, güneş, gezegenler, gece-gündüz, mevsimler her biri belli bir ritim içinde devinen, belli bir uyum sergileyen nesne ve olaylardır. Ayrıca, insan bedeninin yapısı, işleyişi de müzikteki ritim ve uyum öğelerini taşır.

İlk insanın doğa seslerini yansıtması kendi sesini, rüzgarın, denizin, kuşun sesine benzetmesi, ezginin doğması yolunda ilk adımlar olmuştur. Önce doğayı yansıtmak için sesini yükselten insanoğlu, sonra yalnızlığını unutmak, doğa güçlerine tapınmak için mırıldanmaya başlamış, korkusunu yenmek için çığlıklar atmış, daha sonra ruhsal değişimine göre kimi neşeli, kimi hüzünlü ezgiler yaratmıştır.

İlkel kabilelerin yaşayışlarında ruhi varlıklar önemli rol oynamış, hekimler çeşitli bitki, ilaç, müzik ve dansı kullanarak hastalarını iyileştirmeye çalışmışlardır. Birçok toplumda hasta insan sağlığına kavuşmak için kendisini bazı güçlere sahip olduğu düşünülen sihirbaza, rahibe teslim etmiştir. Hastalıkların kötü ruh veya cin adı verilen varlıklar tarafından meydana getirildiğine inanılmıştır. Tedavi törenlerinde müzik, dans, ritim ve şarkılar başlıca rol oynamış, hastanın kötü varlık ve ruhlardan kurtarılması tedavinin temelini teşkil etmiştir. Ses, müzik de bu gizli varlıklarla haberleşmek için bir araç olarak görülmüş, ilaç, su ve otlar ise hastanın vücuduna girmiş olan bu kötü varlıklarla mücadele için kullanılmıştır. Bunların ancak sihirbaz - doktor tarafından danslar, şarkılar ve tütsülerle kullanıldığı zaman etkili olabileceğine inanılmıştır. Monoton bir ritm ile birlikte varlığın tepkisine göre hızlı, yavaş, yumuşak veya sert melodi ikna edici sözlerle övülü şarkı ile müziğe refakat, müzikle tedavinin temelini teşkil etmiştir.

Yerleşik toplumsal düzene geçildiğinde de müzik, büyüleyici, hastalıkları iyileştirici ve toplum içinde uyarıcı işlevlerini sürdürmeye devam etti. Fransızların melotherapie veya musicotherapie, Amerikalıların musicotherapy diye adlandırdıkları müzikle tedavi veya müziko-terapi, meşguliyet terapileri içinde en başta gelenidir. Bu yöntem, müzikle insan ruhu arasındaki duyusal bağlantıları ve bunların çeşitli psikoterapiler arasındaki önemli yerini bütün ayrıntıları ile incelemek, müzikal seslerin ve melodilerin fizyolojik ve psikolojik etkilerini çeşitli ruhsal bozukluklara göre ayarlamak suretiyle düzenli bir metot altında tedavi oluşturmak olarak tanımlanabilir.

Müzikle tedavinin tarihsel gelişimi

Müzik malzemesi, insan doğmadan milyonlarca yıl önce hazırdı. Çünkü doğa, sonsuz bir "sesli malzemedir Gök gürültüsü, yer kayması, yer sarsıntısı, suyun akışı ve çalkantısı, havanın darboğazlardaki hareketi, gibi olaylar, doğadaki sayısız sesler ve titreşimler bir bölümünü oluşturur.

Giderek müzik, ninni ya da matem şarkısında olsun veya büyüyle karışmış bir törende olsun, ilkel insanların bütün gereksinimlerine cevap verecek biçimde her alanda varlığına sıkıca girdi. Avlanma, savaş, ekim,ürün kaldırma, gençlerin ergenlik çağına kabul törenleri, hastanın tedavisi, ölü gömme törenlerinin her birinin kendi dansı ve şarkısı vardı. Yapılan araştırmalara göre, ilkel insanın nazarında müzik o derece önemli idi ki, onun ilahi bir lütuf olduğuna inanılıyordu. Nitekim, Mısırlılar, Çinliler, Grekler, Hintliler hatta Şamanist inanca bağlı eski Türkler, müziği cennetten gelme sayıyorlar dolayısıyla cenaze törenlerinin müzikli olmasına azami itina gösteriyorlardı.

Eski çağlardan başlayarak güç kazanma, hasta efsunlama, doğum, enme, başarı ve kazancı kutlama adına müziğin toplumda hep belirli bir rolü olmuştur. Din, felsefe-matematik, astronomi, folklor konusundaki eski bilgi kitapları müziğe önemli yer ayırır. Eski destan ve efsaneler, kutsal kitaplar müziğin gücü üzerinde dururlar.

Geçmişin müziğini gerçeğe yakın bir tarzda tanımak için iki yol vardır. Kulak geleneği ve müzik yazısının analizi. Pek çok ulus, şarkılarının kulaktan kulağa, babadan oğula, ustadan çırağa bırakarak saklamıştır. Bu bağlamda, tıp uğraşı ile müziğin birikiciliği birbirlerine çok yakın benzer bir yol katetmiş görülmektedir.Tıptaki uygulamalar da, müzikde zamanın süzgecinden geçerek geldiği için, zamanın gereksinimlerine uygun olarak değişime uğramıştır.

Yunan Müziği : Eski Yunan mitolojisinde güzel lir çalmasıyla tanınan Apollon, hem müziğin hem de hekimliğin tanrısı sayılırdı. Apollon, insanlara lir çalarak sıkıntılarım giderir ve onlara neşe verirdi. Apollon'un oğullarından ve eski Yunan'ın ünlü müzisyeni olan Orphee'nin de oldukça etkili şekilde lir çaldığı anlatılır. Hatta karısını bir yılanın sokması ve ölmesi üzerine onu aramak için cehenneme gittiğinde o derece güzel lir çalmıştı ki, kanatlı ve yılan saçlı ölüm perileri Erinye'ler ve cehennem kapıcısı, üç başlı, yılan kuyruklu canavar köpek Cerbere bile, bu harika müzik karşısında hareketsiz kalmışlardı.

Eski Yunanlılar, müziği her türlü erdemin kökeni sayarlardı. Onlara göre müzik, ruhun eğitimi ve arınması yönünde büyük bir etkendi. Yunan düşünürleri, müziğin ahlak üzerindeki etkilerini açıklamışlar, kişiyi olumlu yönde etkileyen müzikle olumsuz yönde etkileyen müziklerden söz etmişlerdir. Müziğin kullanımı devletin görevleri arasındaydı. İyi besteler kutsal sayılırdı. Nomos adı verilen bu şarkılarda en küçük bir değişiklik yapılmamasına özen gösterilirdi. Bu dönemde müziğin dinsel ve askeri törenlerle ölüm, hastalık, düğün, hasat, bağ bozumu gibi sosyal ve özel yaşamı tamamen içine alan özel bir yeri vardı. Hatta, Paignon adı verilen müzik parçaları dertlere karşı bir avunma, bir ilaç, hastalıklardan kurtulma şarkıları olarak kabul edilirdi.

Müzikle ilgili ilk kanıtlar, M.Ö. 9. yüzyılın büyük destanları İliada ve Odisseia ile varlığını duyurmaya başladı. Bu destanların yaratıcısı olarak bilinen Homeros'un şiirin ritmine uyarak onu destekleyen bir ya da birkaç çalgı eşliğinde yarı konuşma yarı şarkı söyleme biçimine başvurduğu söylenir. M.Ö. 585-500 yılları arasında yaşayan büyük Yunan filozofu ve matematikçisi, Pythagoras, ilk ve orta çağın bütün kuramcılarının yaptığı gibi, ses titreşimlerinin sayısı, yüksek rezonanslar, ses aralıkları ve ortak bir çözüme ulaşılamamış teorilerle ilgili açıklamalar yapmış, umutsuzluğa düşen kimseleri veya çabuk öfkelenen hastaları belirli melodilerle tedavi edebilmek olanağını araştırmıştır.

Tıbbın babası sayılan Hippocrates de, 2400 yıl önce bazı hastalıkları tedavi için hastaları ilahilerle tapınağa götürürdü. Platon'un öğrencisi ve Büyük İskender'in hocası Aristotales, müziğin insan ruhu üzerindeki etkilerini araştırmış ve bunu yazılarında belirtmiştir. Ona göre müzik, doğrudan ruhsal tutkuları dile getirir. Huzursuzluğu, mutluluğu, yürekliliği sergiler. Bedenin disiplini için nasıl beden eğitimi gerekli ise, beynin disiplini için müzik gereklidir. Müziğin kişiliği etkileme olayına ethos denir. Yunanistan' in en ünlü anatomi ve fizik alimi Claudis Galien de, müziğin akrep ve böcek sokmalarına karşı bir panzehir olduğunu iddia etmiştir. Bir Venedik'li olan Giovannid Andrea "Lira da Broccio"yu süsleyen madalyonun üzerine eski bir Yunan sözü olan "insan, ıstırabını dindirmek için bir şarkıyı kullanma olanağına sahiptir" sözünü işlemiş ve bu anlamda müziğin insan sağlığına olan etkisini doğrulamıştır.

Gerçekten, müzikle tedavi sara (epilepsi), malihulya (melankoli, depresyon), daü'ssıla, vezaniya (ruhsal melekelerin birbirine karışması), daü'm merak (merak hastalığı), lethargia (donukluk hastalığı), daü'ccemud (donukluk, neşesizlik), felç, afazya (konuşamama hastalığı), frenezya (zeka azlığı), humma, niksir, Taun (veba) gibi hastalıkları iyileştirmek için kullanılmıştır.

Roma Müziği: Roma müziğine ilişkin en eski belge, Romulus'un Cecina'lıları yenmesini kutlayan törenlerde ilahiler okunduğunu anlatan bir yazıttır. Eski Roma' da Celsus ve Areteus, müziğin ruhu yatıştırdığını ve ruh hastalıklarını iyi ettiğini söylemektedirler. Hatta M.Ö. 250-184 tarihleri arasında yaşayan Roma'lı şair Titus Maccius Platus "Charmides" adlı şarkısının yaralara iyi geldiğine değinmiştir.

Mısır Müziği: Araştırmalar, Mısır müziğinin M.Ö. 4000 yılma dayanan bir geçmişi olduğunu, M.Ö. 1600'ler de Çin etkilerinin Mısır'a gelerek çalgılarda değişiklik yarattığını ortaya koyuyor. Başlangıçta daha ufak çalgılar kullanılırken, bu tarihten itibaren Çin'den gelen daha büyük boy çalgılar kullanmaya başladılar. Mısır'da yaratılan merkeze bağlı olan tören müziği, istila ve göçler yoluyla İbrani, Grek ve kilise müziğini etkiledi.

Görkemli bir uygarlığa sahip olan eski Mısır'da yaşamın bütün evrelerine ait anıt ve mezarlarda, yazı resim ve kabartmalarda müzik aletlerine yer verilmiş olması, müziğin önemini ortaya koymaktadır. Kahire'nin büyük hastanelerinden birinde hastalara operasyondan önce müzik dinletilir, böylelikle hastaların operasyondan önce büyük bir güç kazandıklarına inanılırdı.

Mezopotamya Müziği: Sümerler, M.Ö. 4000-2300 yıllarında Güney Mezopotamya'da kültürleri, yazıyı bulma, yasa çıkarma, mimari ve astronomi çalışmaları, site devletleri, altın ve gümüşten değerli eşyaları, alçı tabletlere ve papirüslere yazıp sakladıkları tılsımlı ilahilerle yaygın bir uygarlık yaratmışlardır. Müzik, hem dinsel tapınma törenlerine özgü gizemli bir güç taşır, hem de dünyasal zevklerin sesi olmuştur.

Hint Müziği: Hindistan'da müziğin aşağı yukarı 4000 yıllık tarihi geçmişi vardır. Müzik bilgisini içeren Şama ve Dalor, bir çeşit teori kitabı olarak değerlendirilir. Bu eserlere göre, müzik Tanrı Brahma ve Tanrıça Sarasvati'nin buluşudur.

M.Ö.3000-600 yılları arasına tarihleyebileceğimiz Veda'lar, özellikle tıp metinleri olarak kabul edilmekte, bunlar içinde tıp ve felsefe birlikte ele alınmaktadır. Bu metinlerde sağlıklı kalmak, beden ve ruh sağlığının her ikisinin sağlıklı kalması ile mümkün görülmüştür. Hindistan'da sonraları oldukça karmaşık bir müzik kuramı gelişmiş, melodi çizgisini simgeleyen raga adlı ses dizileri ile ritmi belirleyen tala adlı ritmik kalıplar doğaçlamayı yönlendirmiştir. Her raganın bir ruh durumunu yansıttığı ileri sürülür. Günün belli saatlerinde çalınması yasak olan ragalar olduğu gibi, belli mevsim ve belli saatlerde çalınması gereken ragalar da vardır.

Çin - Japon Müziği: Çin'de müzik ve müzik düşüncesi dünya görüşüne ilişkin bir felsefe olarak biçimlenmiştir. M.Ö. 3000'lere kadar uzanan Çin kültüründe müzik kalbin sesi ve evrenin imgesi olarak kabul edilmiştir, insanda 5 duyu, ekşi, acı, tuzlu, yakıcı, tatlı olarak sıralayabileceğimiz 5 tat, yaşamda 5 renk çok önemlidir. Çin tıbbı içinde sağırlık, dilsizlik, topallık, cücelik ve deformasyonlar 5 dert içinde; doğum, hastalık, ihtiyarlık, ayrılık ve ölüm 5 eza içinde sıralanmaktadır. Bu uygarlık döneminde 5 sayısının öneminin müziğe de yansıdığım görmekteyiz. Müzik de 5 ses üzerine kuruludur.

Çin müziğine saray ve tapınaklarda önemli yer verildiği ve imparator buyruğu ile kurumlaştığı ifade edilmektedir. Yer ile gök arasındaki uyumu yansıtması gerektiğine inanılan müziğin amacı halkı eğitmek, onlara iyi ve yüce duygular aşılamaktır. Ünlü Çin bilgini Konfüçyus, müziğe eğitim ve ahlak aracı olarak büyük önem vermiş, müziğin olumlu etkisinden yararlanmak için eski ezgileri saptayıp birleştirmiştir. Daha sonra müzik giderek yaygınlaşmış ve yaşamın bütün alanlarım etkilemiştira. Konfüçyus'a göre;müzik yapıldığı zaman kişilerarası ilişkiler düzelir, gözler parlak, kulaklar keskin olur, kanın hareketi ve dolanımı sakinleşir.

Eski Çin'de gür ses veren Lo isimli bir gongun, kötü cinleri ve ruhları hastanın yanından kaçırdığı inancı vardı ve hastalara iyi olmaları için bu org çalınırda. Japonya, M.S. III. yüzyılda Kore'yi istila ettiği zaman Çin sanatım benimsedi, Çin müziği Japonların geleneksel müziği oldu.

Ortaçağ Müziği: Ortaçağ'da İsviçre'deki Saint Gale Manastırı, çağın entellektüel merkezlerinden belki de en önemlisi olarak anılmaktaydı. Aralarında Notker Balbulus'un da (830-912) bulunduğu çağın en bilgili papazlarını barındırırdı. Balbulus'un müzik teorileri ile ilgili buluşları çok önemlidir. Manastır anlayışının özünü çok iyi anlatan Media Vita şarkısının ona ait olduğu sanılır. Ölüm her an yolumuzu gözler. Bu inanç Ortaçağ düşüncesinin temelidir. Gregorien müziğin başka duyguları ifade etmesi de zaten beklenemezdi.

Romalı bir Hıristiyan olan Boethius, Ortaçağ başlangıcındaki en eski kuramcılardan biridir. "De Musica" adlı kitabında Pythagoras ve Platon'un felsefesinden yola çıkarak müzik ve matematiğin ayrılmazlığına, müziğin insan karakterine etkisi ve eğitimindeki yerine değinir. Kendi içinde müzik sanatını 3 ayrı düzeyde inceler. Bu sıralama içinde;Musica - Humana hem fiziksel hem de ruhsal olarak yorumlanan müzik olarak isimlendirilir ve bu müziğin beden ve ruh sağlığı arasında bir denge unsuru olarak kullanılması gerektiği ifade edilir. Bu bağlamda, müziğin sağlığın korunması ve devamının sağlanması için kullanılan bir araç olduğu açıktır.

Ortaçağda hastaların maneviyatını yükseltmek amacıyla müzikoterapinin faydalı olabileceği düşüncesi kabul görmüş, pek çok hekimin bu tür tedaviyi uyguladıkları, önerdikleri görülmüştür. Henri de Mondeville (1260-1320) antigalenist olup, Galen'in her şeyi bildiğine inanmamış, yaraların temiz tutulmasını önermiş, maneviyatı yükseltmek için müzikoterapinin faydalı olabileceğini bildirmiştir. XIV. yüzyılda Fransa'nın ünlü hekimlerinden Fodere şöyle der: Müzik iki bakış açısından dikkate alınmalıdır; (1) yorgunluktan kurtulmak ve eğlenmek amacıyla, (2) etkileyici ve teskin edici bir ilaç olarak.

XV. yüzyılda zehirli örümcek ısırmasına karşı, özellikle İtalya'da müzikle tedavi yöntemi ve Hıristiyanlığın konuya bakışı ilgi çekici görünmektedir. Poyi ve Calabiere şehirlerinin tarantula denilen iri örümceği pek az tehlikelidir. Bunun ısırmasına bağlı olarak görülen etkiler Napoli halkına has bir çeşit melankoli tablosu ortaya çıkarmaktadır. Serras, 1742'de yayınladığı kitabında XV. yüzyılda görülen zehirli örümcek ısırması ile ilgili dikkat çekici sonuçlar yayınlar. Hastalık, ilk olarak Nikola Perotti tarafından tanımlanmıştır. Hastalar genellikle melankoliye düşüyor, sarhoşluk tesiriyle sızmış gibi akıl ve mukayese güçlerini kaybediyorlardı. Bir çoğunda musiki için büyük istek vardı. Hoşlarına giden melodi duyulur duyulmaz kalkıyor, güçsüz kalıncaya kadar dans ediyorlardı. Aynı konu ile ilgili olarak XVII. yüzyılda Bagiivi dikkat çekici açıklamalarda bulunmuş, müziğin bu hastalar üzerindeki şaşırtıcı etkilerini dile getirmiştir. Bagiivi'nin çağdaşlarından olan Richarmed'e göre de, müziğin hastalar üzerinde şaşırtıcı etkisi vardı. Müzik olmadıkça hasta ölünceye kadar büyük bir korku ve dehşet içinde kalırdı. Zira, müzik acil şifa için tek çareydi. Hasta, müziği duyar duymaz dans etmek için yerin-den kalkar üç dört saat sonra yatağına konur, orada terler ve bu ter onu teskin eder. Daha sonraki yıllarda Hetker ve öğretmen Jermense "Tarantizma"nın dans hastalıklarından biri olduğunu onayladılar ve tedavide müziğin önemine değindiler.

Zamanla kilise ileri gelenleri, müziğin ayinlerde kullanılış şekillerini ortadan kaldırarak müziği ruhi bir tedavi aracı olarak kullanmaya başlamışlardır. Montpellier hekimlerinin iddialarına göre, bacağı kangren olan hastalar ancak müzik aracılığı ile uyuyabilmişlerdir.

Rönesans ve sonrasında müzik: Sanatta realizmin hakim olduğu Rönesans döneminde, yalnız çalgılar için bestelenen insan sesinden arınmış müzik biçimleri öne çıkmıştır. Dünya edebiyat tarihini tetkik edecek olursak, müziğin insan ruhu üzerine etkilerine ilişkin örnekler görürüz. Protestanlığın kurucusu olan Martin Luther (1483-1544) iyi bir müzisyendi. Yazdığı bir yazıda, müziği tanrının bir hediyesi olarak kabul ederdi. Finlilerin yarı insan yarı ilah olarak kabul edilen Voinamonien adlı kahramanları, savaşta ağır bir biçimde yaralandığında, eski bir İskandinav sarkısı ile tedavi olmuştur. Bir İngiliz hekimi Filip Lebon, saç dökülmesinin operasyon ve müzikle tedavi edilebileceğini ileri sürmüştür. Yapılan operasyon sırasında, anestezi altındaki hastaya müzik dinletilmekte, böylelikle de baştaki kan dolaşımı hızlandırılmaktaydı. Dr. Lebon, çalışmalarım İngiltere'de büyük bir anfide yüzlerce uzman hekim önünde gerçekleştirmiştir. 1561-1626 yılları arasında yaşayan İngiliz filozof ve devlet adamı Francis Bacon'ın ölümünden sonra sekreteri tarafından yayınlanan "Syiva Syivarum" adlı eserinde, her gün müzik dinlemekle ruhunun canlandığını ve beslendiğini belirterek "müzik ruhun gıdasıdır" demektedir.

Müziğin, insan ruhu üzerindeki etkisini en güzel belirten, yazdığı 37 eserde 1041 insan tipi yaratan, büyük ingiliz şairi Shakespear'dir. 1595'de yazdığı II. Richard adlı trajedisinde, kralın ağzından " Delileri iyi etmesine rağmen, beni çılgına çeviren, delirten bu müziği susturun" diyerek, müziğin ruh hastalıkları üzerindeki etkisine değinmiştir..

Tedaviyi sağlayan sihirli kuvvet yalnızca çalınan musiki parçalarına bağlı değildir. Bazen de musiki aletlerinin yapıldığı maddelere göre etkili bir duruma gelirdi. Della Porta adlı bir hekim, bu konuya kesinlikle inanıyor ve görüşlerini 1586 yılında yazılan 4. Kitabında tanımlıyordu. Della Porta "........ eğer hastalık için o hastalığa karşı kullanılan ilacın ağacından bir müzik aleti imal edilirse, iyi olmaz hiç bir hastalığın kalmayacağını......." büyük bir ciddiyetle savunmuştur. 1634'de İngiliz yazarı Henry Peacham tarafından yazılan "Compleat Centlemen" adlı yapıtında "müziğin hayatı uzattığı, sıkıntı ve melankoliye iyi geldiği"ne ilişkin bölümlere rastlanır.

Kanın durdurulmasında söz eden alanlar yalnızca mitoloji değildir. W.B. Hanford adlı bir Rus subayının anlattıklarına göre II. Dünya Savaşı sırasında derin kılıç yaralarının neden olduğu kanamaları şarkılar hemen durdururmuş. Kuzey Harbi sırasında (1655-1660) Danimarka Savaşları'nda anılarını yazan Polonya'lı Jean Passek'in günlüğünde yazılanlara göre, Voyvoda ağır bir şekilde yaralanır. Hekimler bir süre hastanın musiki ile tedavi edilmesine karar verirler. Yandaki odada flüt, santur ve yaylı sazlarla musiki sağlandığında Voyvoda sağlığına kavuşur.

R. Brockleslay, Londra 1749 baskılı eserinde hastalık seyrinin eski ve modern müziğe göre gösterdiği tepkiyi ele alır. E. R. Clay ise "The Alternative : A study in Psychology" (Londra 1882) adlı eserinde, müziğin elemanlarından armoni, ritm, melodi v.b. unsurların birer terapi faktörü olduğu, bunun hastaya yeni bir güç, yeni bir enerji ve gözle görülür bir iyileşme olduğunu ifade etmiştir. Daha sonraları müzikoterapi çocuklar ve büyükler için okul ve hastanelerde uygulanmış ve çocuk hastalarda büyük bir başarı sağlanmıştır.

İngiltere'de La Gilda De Saint Cecile (İnsanlığa Hizmet Cemiyeti) bir çok hastalar üzerinde musikinin beden ve ruha sakinlik veren etkisini incelemeyi, doktorların gece ve gündüz emrini uygulamaya hazır müzisyen, hastabakıcılar yetiştirmeyi planlamıştır. Ayrıca, Londra'nın merkezi bir yerinde " müzik yardımı postası " oluşturup, her büyük hastanenin belli başlı koğuşlarına müziğin telefon yoluyla ulaştırılmasınI sağlamıştı. Müzik işitme sinirlerini uyarır, ağırlaşmış ruhu dinlendirir. Bununla ilgili olarak Jacques Bonet (1688) der ki: "Üç müzisyenden oluşan bir konser melankoliye yakalanmış olan Prens Dourange'ın rahatlatıcı şurubu idi."

Müzikle tedaviyi kliniğe sokmak isteyenlerden biri de tanınmış nörolog Philippe Pinel'dir. 1792'de Fransa' da Pinel'e henüz genç yaşında iken ihtilal komitesi tarafından iki büyük kilise hastanesindeki 50 akıl hastasını güneşe çıkarma ve ayak zincirlerini kırma izni verilmiştir.İlk defa bu cesur girişimi yapan Pinel, daha sonra Bicetre Hastanesi'nde çalışırken de moral tedavisi içine müziğin de sokulmasını teklif etmiştir. Pinel'in öğrencisi Esquirol der ki: "Bugün bazı başarısızlıklara rağmen, akıl hastalarına müzik yapmak ve kendilerine çaldırmak yararsızdır. Sonucunu çıkaramayacağını musiki şifa vermezse eğlendirir ve dolayısıyla sakinleştirir, beden ve ruhumuza sükunet verir. Hastalıklardan iyileşmeye başlama devresine girenlere çok faydalıdır. Dolayısıyla, musikinin kullanılmasından vazgeçilmemelidir."

Quarin, müzik ile iyileşmiş bir sara örneğini söyleyerek der ki: "Bir hasta kadın sara nöbetinin ilk belirtilerini hissettiği sırada müzik işitmiş ve bu sayede nöbetin yalnız ilk belirtilerini hissetmekle kurtulmuştur." Bruckman, "12 yaşında bir genç kız yakalanmış olduğu saraya benzer kramp hastalığından piyano sesleri ile kurtuldu" diyor. 1811'de Doktor De'zassar bir müşahede yayınlamıştır. 24 yaşında bir delikanlı baygınlık ve başım tutamayıp abuk sabuk konuşma ile karışık bir humma nedeniyle yatağa düşmüştü. Yatağın yanında müzik dinlettiler. Nefes daha düzenli ve serbest oldu. Aralıklarla müzik dinlettilen hasta rahatladı.

Dr. Belaqueman Portland Hastanesi'nde yapmış olduğu gözlemlere dayanarak şu sonuca varmıştır:

Müziğin etkisi sesin bir yere çarpıp geri dönmesi nedeniyle kan dolaşımı üzerine etkili olur. 1880'de yapılmış olan deneyler de bu konuya katkı niteliğindedir. Aynı yıl Almanya'da Rus doktor Dogiel tarafından yapılmış bir araştırma sonucuna göre de; insan ve hayvanda müzik, kan dolaşımı üzerine etki eder. Kan basıncı aralıklarla yükselme alçalma yapar.

XIX. yüzyılda müzikle tedavi Briere de Boismont (1860), 1870'de Laurent, 1874'de Chomet ve daha sonra 1913'de Vinchon ve 1943'de de Vander Wall tarafından ileri sürülmüş ve savunulmuştur. Amerika'da müzikle tedavide ilk adımı atan Dr. VViller Van de VValI'dır. İlk defa 1920 senesinde Pensilvannia ve New York eyaletlerinin hastane ve hapishanelerinde, müziğin insan ruhu üzerindeki etkilerim araştırmıştır. WalI'a göre, müziğin insan ruhu üzerinde yatıştırıcı ve stimüle edici etkileri vardır. Daha sonra Licht (1947), Radin (1948), Fery (1951), Zanker Glatt (1956), Murineddu (1954) ve Demianovvski (1958)'nin öncü çalışmaları müzikle tedaviyi bugünkü durumuna getirmiştir.

Licht, müzikle tedaviyi aktif ve pasif olarak iki grupta inceler. Bu yazara göre, müzik hastalarda dikkati artırır, ilgiyi devam ettirir ve davranışa da etki ederek bir rahatlık sağlar. Radin, müziğin ilkel insanlar üzerinde olumlu etkileri olduğunu belirttikten sonra, onun din adamının bir sembolü olması ve hastalığa yol açan kötü ruhları kontrol etmesinden dolayı, tedavide bir değeri olduğunu söyler. Zanker ve Glatt'a göre müzik bilinç dışına etki ederek, refulmanları dışarı çıkarmakta ve böylece bir çeşit katharzis yapmaktadır. Murineddu ve Drake de müziği, dikkati toplayıcı bir stimülan ve behaviora yön verici bir oluşum olarak kabul ederler. Müzik ajite hastalıkları sakinleştirdiği gibi, içine kapanık yaşayan hastaları da uyanık hale getirir. Hastalara müzik dinletmekle, dikkatleri, patolojik fikirlerinden uzaklaştırır. Müzik sayesinde hastanın realite ve çevre ile olan ilgisi artar ve hasta kendisini daha iyi sosyal hissetmeye başlar.

Frey, müziğin hipnotik olarak etki ederek, ajite hastaları rahatlattığını belirtirken, Polonyalı Damianovvski, ruh hastalarında müzik tedavisinin Pavlov'un kondisyonel refleks teorisine uyarak, bir şartlı tedavi olarak kabul eder. Ancak, bütün bu öncü çalışmalara rağmen, müzikle tedavi psikiyatri kliniklerine son 30-35 yılda girebilmiştir. Altshuler 1947'den beri Michigan Devlet Hastanesi'nde müziği tedavi programı içine sokmuştur. Altshuler'i 1948'de Ainlay, 1950'de Mann, 1955'de Blair, 1956'da Gilliland, 1957'de Shervin izlemiştir. Wittkovver ve Alexander Offer, tedavi ettikleri bazı nevroz olgularında müzik dinlemeyi, resim yapmakla birlikte uygulamışlardır. Böylelikle yapılan resimlerde yüksek bir orijinalite ve anlatım gücü olduğunu görmüşler ve bu şekilde yapılan resimlerin grup dışında yapılan basmakalıp resimlerden çok daha farklı olduklarına dikkati çekmişlerdir. Weis, Margolin ve Gutheil, grup psikoterapilerinde müzikten yararlanmışlardır.

Daha sonra Osvvald (1961), Koh ve Hedlund (1969) şizofrenler üzerinde, Diephouse (1964) ve Scott (1970 = çocuk psikiatrisinde), Zonneveldt (1969) nevrozlarda, Neli (1965), Schultz (1969) Ruiz ve Pilon (1969), Ulirich (1969), Koffer (1969), Dickens ve Sharpe (1970) grup psikoterapilerinde müzikle tedaviyi uygulamışlardır.

Türklerde müzikle tedavinin tarihsel gelişimi

Eski Türklerde ruh hastalıklarının müzikle tedavi edilebileceğine inanılır ve bu tedavi yöntemlerine çok önem verilirdi. Türklerde müzik, Türk tarihi kadar eskiye gitmektedir. Bazı müzikolog ve tarihçiler en az 6000 yıl geriye giden Türk musiki tarihinden bahsetmektedirler. Korku, heyecan, kuşku ve ruhi bunalım gösterenlerin nabız atışlarındaki değişme ve bunun meydana getirdiği ruhi huzursuzluk üzerinde duran Türk hekimleri hastalara çeşitli melodileri dinletir ve bu arada nabız atışlarını da kontrol ederek, hastaya uygun olan müziği bulup, aynı hastalığı olanları bir araya getirerek bu uygun şarkılarla tedavi ederlerdi. Ruh hastalarının hoşlanacakları şarkılar kadar beğendikleri müzik aletleri de göz önüne alınır, hastalara ve hastalıklara göre çeşitli müzik aletleri kullanılırdı.

Türklerde hasta tedavisi ve bakımı ile uğraşan hekim, eczacı, hastabakıcı gibi çeşitli sağlık görevlileri, gerek meslekleri açısından gerekse isim ve kimlikleri açısından tarih boyunca değişiklik göstermişlerdir. Türk hekimlerin hikayesi "Kam" adı verilen sihirbaz hekim ile başlar. Kam, gök ile yer Tanrı ve ruhları ile doğrudan ilişki kuran ayinleri yürüten kişiydi. Kam hastasını, adaklar, içecekler, dağlama, çeşitli hareketler, oyun, müzik, büyü ve bitkilerle tedavi ederdi.

Müzik yalnızca zevk, neş'e, aşk, hüzün ve eğlence unsuru olarak görülmemiştir. Devlet, millet birliğini oluşturan; savaşta orduya duygu veren, yürüyüş ve hareketlerini düzenleyen ses ve ritimdir. Öyle ki, müzik aletlerinden kopuz yalnızca tedavi ve kötü ruhları korumada kullanılan bir ses aleti değildir. Bir velilik ve ululuk sembolü, "Uluslarla haberleşme" medet ve yardım sesi, iyi ruhları çağıran, kötü ruhları kovan kutlu bir sesti.

Kırgız Türklerinde "Baksı", tedavi işini yürüten bir hekimdir. Hasta olan bir kişi için Baksı çağrılır. Baksıların ağır hastaları tedaviden kaçındıkları anlatılır. Tedaviye katılan Baksı, nabız kontrol eder, kopuz eşliğinde çalar söyler, hastalığın nedenini araştırdıktan sonra büyük ve yağlı bir koyunun kurban edilmesi gerektiğini bildirir. Hayvanın rengini, büyüklüğünü bütün ayrıntıları ile tarif eder; öyle ki bazen bu özellikleri taşıyan bir koyun bulmak çok zor olur. Kurban edilen hayvanın etleri bir kapta pişirilir, komşular davet edilir, Baksı henüz soğumamış ciğeri alıp hastasına 3 kez vurur, köpeklere atar. Baksı dualar eder ve "şu güne kadar ölmezse hasta iyi olacak" der, söylediği güne kadar sık sık uğrayıp hastasını kontrol eder. Baksı, kopuz eşliğinde söylediği dualardan sonra üzerinde demir halkaların bulunduğu asasını alıp çıkan seslerle kendisinden geçer. Baksının bir yardımcısı da kopuz çalmaya devam ederken o dansa devam eder. Öylesi bir danstır ki, bu çoğu defa Baksı kendisinden geçer, bayılır. Bu durumda Baksı bir kuş olup tabiat üstü bir geziye çıkmaz. Onun yaptığı kötü ruhu kurban edilen koyunun bir uzvuna, cansız bir cisme ya da bazen kendisine transfer etmek, sonra da o ruhu kendisine has metodlarla kovmaktır.

Kamların okudukları ilahi ve duaları tespit etmek zordur. Ayinlerden sonra Kam bunları tekrarlayamaz. Çünkü, Kam bu sözcükleri o anda söyler ve unutur. Asya Türk musikisi İslam dini tesiri ile spritüel yönden daha da güçlenmiş Tasavvufi Türk Musikisi bundan doğmuştur.

Türkler müzikle tedavinin esaslarını Araplar ve Acemler'den almışlardır. Hoca Nasır Musa, Abdülmümin Safi, Safiddin Barid, Keyhüsrev gibi Arap ve Acem bilginlerinin ve bilhassa Farabi'nin kitapları musikimiz için rehber olmuştur. İslam Medeniyeti tarihinde, özellikle tasavvuf ekolü mensupları müzikle uğraşmış, faydasına inanmış ve savunmuşlardır. Müzikle tedavide ise yine sufiler, müziğin insan sağlığı üzerine yaptığı tesirden bahsetmişler ve lüzumlu oluşunun bir delili olarak görmüşlerdir. Sufiler ruh hastalıklarının tedavisinde müzik ile tedaviyi denemişlerdir. Bu konuda Serrac: "Eskiler Sevda (Histeri) hastalığını hoş namelerle tedavi ederlerdi; Bu sayede hastanın illeti zail olur ve sıhhate kavuşurdu" demektedir.

M.Ö. 834-932 yılları arasında yaşamış olan Müslüman Türk bilginlerinden Ebu Bekir Razi, melankoliklerin meşguliyetle tedavileri üzerine yazdığı bir yapıtında, önce melankoliyi tanımlamış, "......... melankolik hasta kesinlikle meşguliyetle tedavi edilmelidir....." dedikten sonra, meşguliyetle tedavinin nasıl uygulanacağını da şöyle anlatmıştır. "........ melankolik hasta balık tutma veya avlanma gibi eğlenceli işlerden biri ile uğraşmalıdır. Mümkünse çeşitli oyunlara alıştırılmalı, huyunu, ahlakını, davranışlarını beğendiği ve sevdiği kimse ile buluşup görüşmeli, dostluk kurmalıdır. Müzik öğrenmeli, öğretmeli özellikle güzel sesle okunan şarkılar dinlemelidir. Melankolik hastanın ancak bu şekilde sıkıntılarından, dertlerinden kurtularak iyileşme olanağı sağlanabilir........." Dünyaca ün yapan büyük Türk bilgini Farabi (870-950), sahip olduğu çeşitli ilimlerin yanında musiki ilmini de değerli saymış, kendisinden sonra gelenlere öncülük etmiştir. Farabi, Musiki-ul-Kebir adlı eserinde musikinin, fizik ve astronomi ile olan ilişkisini açıklamaya çalışmıştır. Hekimbaşı Gevrekzade Hasan bin Ahmet (Emraz-ı ruhaniye-i nağamat-ı musikiye) adlı risalesinde " üstadan-ı ilmi edvar olanlardan Hoca Nasr-ı Tusi ve muallimi Sani Haki-im Farabi ve Hoca Abdül-mümin Sufi ve Hoca Safiyuddin ve sair ulemai'fenni musiki olanlar nice Kitab-ı mutebereler telif ve usulü ve furuğu tahrir ve tasnif eylemişlerdir. Zira İlm-i musikinin İlm-i hikmet ve fenni hey'et ve nu'Cum ve İlm-i tıb ile kemal münasebeti olduğunu arifan-ı üstadana mahfi......değildir." diye ruhi hastalıkların musiki nağmeleriyle tedavisi kısmında Farabi'nin ve kendisinden sonra gelenlerin bu hususta yazdıkları bahislere temas etmektedir.

İbni Sina (980-1037)'da müzik dinlemenin dinlendirici olduğunu, insanların kendi ruh cevherlerini ve alemlerini geliştirmek amacıyla müzik dinlemeleri gerektiğini vurgulamıştır. Şifa, El Medhal ila Sınaat el Musiki adlı eserinde musikinin tedavideki önemini vurgulamıştır. Yine Tabib Şuuri, "müzikten anlamayan bir hekim tıpta bilgin ve mesleğinde yetenekli olmayıp teşhise kadir olamaz diyerek müzikle tedaviye verdiği önemi göstermiştir. Şuuri, Tadil-i Emzice adlı eserinde belirli makamların günün belirli zamanlarında etkili olduğunu belirtmektedir. Hüseyni makamı sabahleyin, Nihavent makamı öğleyin, Buselik makamı ikindi vakti, Uşşak makamı da gün batarken etkilidir.

Türk hekimleri, nabız hareketlerinin musikinin oynak makam ve usulleriyle ilgisi bulunduğunu, bu sayede nabız hareketlerinin bir makama ve bir nağmeye uygun olduğunu düşünmüşlerdir. İşte nabzın düşmesi, yükselmesi, genişlemesi gibi oynak hallerin her birine birer musiki makamı uygulanmış ve musiki tedavisi bu suretle başlamıştır.

Hangi hastalıklara hangi melodinin daha uygun düşeceği üzerinde de araştırma yapan ilgililer; Rast ma-kamının felçli hastalar, Irak makamının nevrotik hastalar, Rehavi makamının da baş ağrısı ve iç sıkıntısı olan hastalara iyi geleceğini vurgulamışlardır. İnsanların renkleri, giyimleri hatta huyları ile musiki makamlarının yakından ilişkili olduğunu kabul eden Türk hekimleri; Irak makamı esmer ve agresif hastalara, Rast makamını sarışın ve sessiz olanlara, Köçe makamını beyaz tenli ve sakin huylu olanlara uygularlardı.

Büyük İslam filozof ve bilginlerinden İbni Sina (980-1037) musiki'nin tıpta oynadığı rolü şöyle tanımlamaktadır. "Tedavinin en iyi ve en etkili yollarından biri hastanın akli ve ruhi güçlerini arttırmak, ona hastalıkla daha iyi mücadele için cesaret vermek, hastanın çevresini sevimli ve hoşa gider hale getirmek, ona en iyi musikiyi dinletmek ve onu sevdiği insanlarla bir araya getirmektir." İbni Sina'ya göre: ses tonu değişiklikleri insan ruh hallerini belirtir.

Derviş Hasan Gülşeni tarafından yazılmış ve Safiyuddin Abdülmümin (1224-1294)'in "Kitab-ı Edvar"ından özetlenmiş olan Zübbe-i Makale-i İlm-i Musiki isimli eserde, musikinin insan bedeni ve ruhu üzerindeki etkilerini açıklayan Eflatun'un fikirleri, Kuran-ı Kerim-i güzel sesle okumanın bir peygamber emri olduğu v.b. hususlarda temel bilgiler vermektedir. Musikinin fizik, astronomi, tıp, astroloji ve hendese gibi ilimlerle yakından ilgisi bulun-duğunu, güzel nağmenin insan ruhunda zevk, vecd ve suvura vesile olduğunu, bu kişilerde ruhani sıfatların galebe çaldığını, hoş nağmeden nasibi olmayanların nefsinde kabalık olduğunu belirtmektedir. İnsan, haleti ruhiyesi gereği günün her saatinde aynı formu koruyamaz, bu bakımdan ünlü müzik üstadı Safiyuddin günün belli saatlerinde çalınıp dinlenmek üzere musiki makamlarını belirlemiştir. Aynı eserde; yazar insanların renk-lerine göre musiki zevklerinin de farklılık gösterdiğini ifade etmiştir. Siyah tenli insanların tabiatlarının germi huşk (kuru sıcak) olduğu, bunların ırak makamı ve bu makamın yapısına benzeyenlerden hoşlandıkları, esmer çehrelilerin serd-i huşk (kuru soğuk) olduğu ve bunlarında rast makamı ve bu makamın yapısına benzeyenlerden hoşlandıkları, kumral ve sarışın olanlar ise serd-ter (daha soğuk) olduğu, bunlara da küçek makamı ve bu makamın yapısına benzeyenlerin uygun olacağı belirtilmektedir.

Selçuklu dönemi ve sonrasında, İslam dünyasında, Asya ve Avrupa'da tesis edilen hastanelerin bir sürü mimari özelliklerini ve hasta yatağı başında klinik dersleri verilmesinin menşeini değil, tıbbi olarak akıl hastalarının ilaç ve müzikle tedavisinin esaslarını da Selçuklu hastanelerinde aramak gerekir. Moğol istilası ile Selçuklu İmparatorluğu' nün yıkılmasından sonra XIV-XV.yüzyıllarda Osmanlı İmparatorluğu, Anadolu ve Balkanlarda gelişip yayılmaya başladı. Dünya tarihinin en büyük imparatorluklarından biri haline gelen Osmanlı İmparatorluğunda sadece halk için değil, ordu hatta saray mensupları içinde hastaneler tesis edildi.

İşletmede olası Selçuklu ve Memlüklü devri hastanelerinin bulunduğu yerlerde yeni hastaneler tesis etmeye ihtiyaç duymayan Osmanlılar, bunları vakıfların gereği işletmede bırakarak Bursa, Edirne, istanbul, Selanik, Belgrat gibi yeni fethedilen şehirlerde yeni hastaneler inşa ettiler.

İstanbul IX. yüzyıldan bu yana çeşitli musiki türleri ve geleneklerinin önemli bir merkezi olmuştur. Çeşitli dini ve etnik cemaatlerden Osmanlı toplumunda değişik kültürler yanyana yaşamıştır. Bu kültürler bir yandan, aynı bölge ve yörelerin daha eski kültürlerinden etkilenerek, bir yandan da birbirlerini etkileyerek yüzyıllar boyunca aynı coğrafyada bir arada barınmış; her cemaat dini musikisini tapınağında muhafaza etmiş, halk musikisini de bir folklor ürünü olarak görenekleri içinde besleyip yaşatmıştır. Osmanlı okumuş çevre musikisi bu kültürel yapıda bir merkez kültürü, bir üst kültür halini almıştır. Bu musiki, bütün Osmanlıların musiki zevkini yüksek bir düzeyde birleştiren bir gelenek yarattığı için özgül bir toplumsal ve tarihi anlam taşır. Bu yönüyle de klasik bir musikidir. Bu müzik kültürü bir üst kültür olmakla birlikte, alt kültürlere ve çevre kültürlerine de kapısını kapatmamıştır.

Akıl hastalarının Avrupa'da yakıldığı ve tıbbi tedaviye layık görülmediği bir devirde müzikle ruhi ve diğer hastalıklara müptela olanların tedavisi için düşünülerek planlanan Edirne'deki II. Bayezit Hastanesi, XVIII. ve XIX. yüzyıllardaki hastane yapılarına ışık tutmuştur. Bu hastanede 6 yaz 6 kış odası vardır. Yaz odalarından birinin musiki salonu olabileceği, hastalar için haftada üç defa düzenlenen konserlerin bu salonda verilmiş olabileceği bildirilmektedir.

Evliya Çelebinin Seyahatnamesinden edindiğimiz bilgilere göre de, Osmanlı Darüşşifa'larında da müzikle tedavi uygulamaları vardı. Edirne II. Beyazıt Darüşşifası bunlardan biridir. Edirne Darüşşifa'sında Türk musikisinin insan ruhuna pek uygun gelen yumuşak nağmeleri tedavi maksadıyla kullanılmıştır. Yine Evliya Çelebi' ye Kulak verelim "merhum ve mağfur Bayezid-i Veli, vakıfnamesinde, hastalara deva, dertlilere şifa, divanelerin ruhuna gıda ve defi sevda olmak üzere on adet hanende ve sazende gulam tahsis etmiştir ki, üçü hanende, biri neyzen, biri kemani, biri musikan, biri santuri, biri çengi, biri ceng-i santuri, biri udi olup, haftada üç kere gelerek hastalara, delilere musiki faslı icra ederler."

Eski kaynaklara göre 1554 yılında öldüğü bilinen Musabin Hamun'un 1526-1551 seneleri arasında yazdığı diş tababetine ait eserde, ilk defa diş hastalıklarının müzikle tedavisinden bahsetmektedir. Müziğin hastalıkların tedavisindeki tesirini bilen eski hekimlerin, bunun için hükümdar çocuklarının beşikte müzikle uyutulmasını tavsiye ettiklerini yazmaktadır.

Süleymaniye Darüşşifasında da (1555) hastalara müzikoterapi uygulandığına dair kayıtlar vardır. 19. yüzyılın başlarında yaşayan Hekimbaşı Gevrekzade Hasan Bin Ahmet'in, "Emraz-ı Ruhaniyeyi Negamatı Musikiye ile Tedavi" adlı risalesinde akıl hastalarının müzikle tedavilerine ilişkin geniş bilgiler vardır. Gevrekzade bu eserinde, eski Türklerde akıl hastalarının müzikle tedavilerine büyük değer verildiğini ve uygulanan bu tedavi ile olumlu sonuçlar alındığını belirtmektedir. Müzikle tedavinin özellikle durgun, hayata küskün ve çevreye karşı ilgisiz hastalar üzerinde etkili olduğuna işaret etmiştir.

Evliya Çelebinin çağdaşı olan ve 1683'te öldüğü bilinen meşhur Osmanlı şair hekimlerinden Şuuri Hasan Efendi'nin hangi makamların hangi hastalıklara şifa verdiğine dair "Tadil el-Emzice" adlı bir eser yazdığı gibi o devirde Topkapı Sarayında Enderun denilen kabiliyetli çocuk ve gençlerin askeri bir disiplin içinde yetiştirildikleri saray ünitesine ait Enderun Hastanesinde de hasta Enderun mensuplarının müzikle tedavi edildiği o zaman İstanbul'u ziyaret eden Baron J. B. Tavernier'in 1675'de Paris'te neşredilen Topkapı Sarayını tasvir eden eserinde belirtilmektedir. Tavernier'e göre, iki saray hekimi ve iki saray cerrahı her gün muayyen saatlerde Enderun Hastanesindeki hastaları ziyaret ederler ve tedavisi için gerekli işlemleri yaparlar, lüzumlu ilaçları verirlerdi. Tavernier'in verdiği malumata göre bu Enderun Hastanesinde hastalara müzik konserleri verilip, saray hekimlerinin müsadesiyle tedavi için şarap içmelerine müsaade edilmiştir.

Hekimbaşı Gevrekzade Hasan Efendi'nin 1794'te yazmış olduğu "Neticetü'l Fikriye ve Tedbir-i Veladetü'l Bikriyye isimli eserinde çocuk hastalıklarından, sütten kesme hal-erinden ve 94a ile 104a arasındaki bölümünde hangi musiki makamlarının hangi çocuk hastalıklarına iyi geldiği açıklanmaktadır. Hekimbaşı Gevrekzade Hasan Efendi'nin bu bölümü yazarken kendisinden bir asır önce yaşayan ve 1693'de öldüğü bilinen Meşhur Osmanlı şair hekimlerinden Şuuri Hasan Efendi'nin Türk musikisinin hangi makamlarının hangi hastalıklara şifa verdiğine dair yazdıklarından istifade etmiş olduğu, aradaki benzerlikten anlaşılmaktadır.

Bahsi geçen eserde hastalıkların müzikle tedavisine ilişkin şu bilgiler yer almaktadır. Özetle; (94b) Makam-ı Rast; bu makamın nağme ve teranesile illet-i dimagiyeden naşi olan emü-s-sibyan ve faliçtabir olunan illete tedbir ve tedavi olunur. Makam-ı Irak; kezalık işbu makam-ı ırak ile dahi etfalün (çocuğun) sersam (menenjit) ve (95a) illet-i hafakan (hafakan hastalığı) net'i kesiri (çok yararlı) olduğu bilittifak-ı hukemadır (hekimler birleşmiştir). Makam-ı Zirefgend; imdi zirefgend makamının hassası dahi etfalün di-mağından naşi arız olan illet-i lakve (ağız çarpılması) ve faliş (felç) ve vec'i zahr (sırt ağrısı) ve vec'i me-fasil (mafsal ağrıları) hususile illet-i kulunç (kulunç hastalığına) nef'i azimi (büyük taydaşı) ve mezkur olan illetlere dahi tesir-i kavisi (kuvvetli tesiri) vardır. Makam-ı Rahavi; iş bu makam etfalün anva'i suda'ma (tüm baş ağrılarına) nafi olup, rüfina (burun kanamasına), lakve'ye (ağız çarpıklığına), faliç (felç) ve emraz-ı balgamiye (balgamdan ileri gelen hastalıklar) her veçhile rafi (kaldıran) ve dafidür (defedicidir). Makam-ı Büzürt; bu makamın nagamı (nağmeleri) dahi magz (beyin) ve kulunç ve etfalde bahis olan (ortaya çıkan) emraz-ı haddeye (şiddetli hastalıklara) menafii azimesi (büyük yararı) olup ve tasfiyye-i vehn (kuvvetsizliği ortadan kaldırmak) ve istikamet-i fikre (düşüncenin yönüne) dahl-ı umumi (genel etkisi) ve dafi-i sevdayi (sevdayı defedici) ve havf-ı bim (tehlikeden korkma) hususunda makm-ı mezbur (adı geçen makam) davayı cismi olur. Makamı Hicaz; bu makamın nağmesi etfale vaki olur. Usr-ı bevi (idrar zoru) nef-i azimesi (büyük yararı) olup ve rical-ı kebire-nin (büyük erkeklerin) tahrik-i bahı (şehvetinin tahriki) hususunda dahl-ı azimi (büyük etkisi) olup alel-husus makam-ı mezbun (adı geçen makamı) terane eyleyen mahbube-i dilaram (gönül alan sevgili) ve sevdayı hoşendam (düzgün bir ses ola.). Makam-ı Buselik; iş bu makamın tesir-i bedeniyyesi (bedene etkileri) etfale olan terkiye-i di-magiyyesi (beyni boşaltıcılığı) sebebile ba'de Bu'dun (bir zaman sonra) hadis olacak arızalardan illet-i kulunca ve vec-i verek (kalça ağrısı) ve suda'l baride (soğuk baş ağrısına) ve illet-i çeşmiyyeden (göz hastalıklarından) enva-ı reme-de (türlü göz ağrısına) vasaire emraz-ı ayniyyeye (göz hastalıklarına) dahi nef-i beliği (açık faydası) vardır.

Meşguliyet tedavileri, topluma uyamayan veya sosyal hayata uyumda güçlük çeken, kendilerini toplumun diğer bireylerinden güçsüz, yetersiz ve aşağı gören ve bu nedenle de kendi iç dünyalarına çekilmiş ruh hastalarının, özür ve yetersizliklerini düzelterek, realite ile ilişkilerini sağlayarak onları yeniden topluma kazandırma çabaları anl***** gelen meşguliyet tedavileri (Readaptation, Readuction, Rehabilitation, Recreation, Ergotherapie, Ludotherapy) günümüzde modern psikiyatrinin en önemli konularından biri haline gelmiştir. Meşguliyet tedavilerinin diğer alanlarında olduğu gibi, müzikle tedavinin de uzun bir geçmişi vardır. Ancak, son yıllarda diğer rehabilitasyon alanlarından çok daha fazla önem kazanmış, psikiyatristlerin, psikologların, eğitimcilerin ve hekimlerin dikkatini çekmiş, yepyeni bir araştırma dalı olarak parlamaya başlamıştır. Son yıllarda ruh hekimleri, klinik psikologlar ve müzikle tedavi uzmanlarının çok kez ortak araştırmaları ve çalışmaları müziğin hastalara ve hastalıklara göre radikal ve yerine göre de yardımcı bir tedavi niteliği olduğunu meydana çıkarmıştır. Amacı ve etkileri açısından bu tedavi psikoterapiler arasında yer alır. Ancak, klasik tıp kitaplarında müzikle tedaviye ait gerekli ve doyurucu bilgilere rastlamak çok zor olmaktadır.

Günümüzde Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'nde hastalara meşguliyet terapileri uygulana-gelmektedir. Kronik şizofrenlerden oluşan yüz kişilik boru ve trompet ekibi ile mehter takımı oluşturulmuştur. "Spor ve Eğlenceli Oyunlar Bayramı" adı altında protokol ve hasta yakınlarına zaman zaman sunulmaktadır. Böylece, modern psikiyatride meşguliyet terapilerinin etkileri vurgulanmaya çalışılmaktadır.

Sonuç

Müzikoterapide ülkenin milli, otantik ve basit müziklerinin etkili olduğu, hastalığın çeşidine göre değişik makam ve enstrümanlardan yararlanıldığı dikkat çekicidir. İnsanların ilgisini, dikkatini çekerek onları iç dünyalarından çıkarmaya yardımcı olan müzik, aynı zamanda gevşetici ve öfkeleri yatıştırıcı özelliği ile psikolojik ve psikomotor bozuklukların giderilmesinde etkili olmaktadır. Müzikoterapi, günümüzde meşguliyet terapileri içinde kabul edilmekle birlikte yeterince etkin kullanılmamaktadır. Hangi müzik türünün hangi hastalar ya da hastalıkların tedavisi için yararlı ya da zararlı olduğu konusu bugün üzerine dikkatle eğilinmesi gereken konulardan biridir. Belki de yeterli çalışmaların yapılması sonucu, klasik kitaplarda diğer tıbbi yöntemlere alternatif olarak, olması gereken noktaya ulaşacaktır.

Alıntı
 

Zeyna

Kayıtlı Üye
Katılım
20 Ocak 2009
Mesajlar
330
Tepkime puanı
60
Konum
İstanbul
İş
yönetici
Her toplumun ve yörenin kendine göre bir müziği var, hatta her toplumda birden fazla müzik türü bulunuyor. Latincede “Perilerin dili” anl***** gelen müziğin kendine özgü bir dili var ve bu nedenledir ki, evrensel bir boyuta sahip.Yani dünyada ki tek ortak dil müzik..

Müzik sadece bir enstrumantel ses olarak kalmamış, onun tedavi edici etkisinden de istifade edilmiş ve çağlar önce ruhsal hastalıkların müzikle tedavi edildiği tarih kitaplarında yer almış s.d. Roma, Çin ve Mısır gibi çok eski uygarlıklarda müzik hastalıkların tedavisinde kullanılmış. Farabi, Razi, İbn-i Sina gibi İslam âlimleri müziği tedavi amaçlı kullanmış ve konu ile ilgili çeşitli çalışmalar yapmışlar. Ünlü hekim Şuuri, hangi müzik makamının hangi vakitte etkili olduğunu belirtirken, Büyük İslam alimi Farabi (870-950) makamların insan ruh sağlığı üzerindeki etkilerini yazmıştır. Dokuzuncu yüzyılda yaşamış olan İslam bilgini Ebu Bekir Razi, melankoliklerin tedavisi üzerine yazdığı kitabında, melankoli hastalığının tedavisinde ne yapılması gerektiğini yazarken müzikle ilgili şu sözlere yer verir:

” … melankolik hasta özellikle güzel sesle okunan şarkılar dinlemelidir.”

Selçuklu Sultanı Nureddin Zengi, Şam’da bir hastane yaptırır ve burada hastaların tedavisinde müzik kullanılmaya başlanır.

Osmanlı döneminde 1484-1488 yıllarında Edirne’de II. Beyazıd tarafından Tunca nehri kenarında yaptırılan Darüşşifa’da özellikle ruhsal hastalıkların tedavisinde müzik terapi kullanılmıştır s.d. Darüşşifa’yı ziyaret eden Evliya Çelebi, Seyahatnamesi’nde söyle yazar: “Müziğin insan ruhu üzerindeki olumlu etkisi konusunda yeterli bilgi ve tecrübeye sahip olan Darüşşifa’nın hekimbaşısı, hastalarına önce çeşitli müzik makamları dinletiyor, kalp atışlarının hızlanıp ya da yavaşladığına bakıyor, faydalı buldukları melodiyi belirliyor, şikayetleri ve benzer hastalıkları bir araya getiriyor, Darüşşifa’nın müzik ekibine haftanın belirli günlerinde konserler tertip ediyordu.”

Benzer bir hastanede Kayseri’de hizmet vermiştir. Günümüzde ise, gerek çocuk gerekse yetişkin ruh hastalıklarının tedavisinde müzik terapisi önemli bir yere sahiptir efendim.

İslam dünyasında müzik terapinin gerekliliği ve hastalıklar üzerindeki olumlu etkileri ve iyileştirici niteliği 8–9. yüzyılda belirtilmiştir. Batıda ise, müzik terapinin ruhsal hastalıklarda yaygın olarak kullanımı 2. Dünya Savaşı sonrasına dayanmaktadır. Amerikan Müzik Terapi Birliği 1997 yılında müzik terapinin bir bilim dalı olduğunu ifade eden şu tanımı yaparlar: “Müzik terapi, bireylerin fiziksel, psikolojik, sosyal ve zihinsel ihtiyaçlarını karşılamada müziği ve müzik aktivitelerini kullanan uzmanlık dalıdır.”

S.d..Müzik terapinin kullanım alanı oldukça geniştir. Nöroloji, kardiyoloji, onkoloji, psikiyatri ve klinik alanlarında ve özel gereksinimli bireylerin tedavisinde tamamlayıcı bir yöntem olarak kullanılmaktadır. Ayrıca müzik terapi, alkol ve madde bağımlılığının tedavisinde de önemli bir yere sahiptir. Yapılan bilimsel araştırmalarda klasik Türk müziği ile klasik batı müziğinin hastalıklar üzerinde iyileştirici bir etkiye sahip olduğu saptanmıştır.

Müzik dinlemek, insanın estetik duygusunu ve ritim sezgisini uyararak geliştirir ve içindeki güçlü duyguları uyandırır. Müzikle bireyin yaşama heyecanı artar, kişiyi dinlendirir, canlandırır, sakinleştirir ve insani yönünü zenginleştirir. Müzik dinleyen insan, toplum içinde daha mutlu ve daha uyumlu bir birey olur.. insanın duygusal ve fizyolojik tepkiler vermesini sağlar. Örneğin, insanlar dinledikleri müziğe dansla eşlik ederek negatif enerjilerini yararlı bir biçimde aktarma olanağı bulur; anne karnındaki bebek bile müziğe olumlu tepkiler verir. Doğduktan sonra müzik sesiyle sakinleşir ve huzur içinde uykuya geçer. Bir yaşından itibaren müzik sesi duyduğunda sallanarak, zıplayarak ve birçok beden hareketiyle müziğe eşlik eder.

Uluslar arası Tıp Müzik Kurumu’nun araştırmasına göre klasik müzik dinlemek insanın bedensel ve duygusal sağlığını olumlu etkilemektedir. Günde 20 dakika dinlenilen klasik müzik, bağışıklık sistemini güçlendirerek, hastalıklara karşı vücudun direncini artırmakta, aynı zamanda seratonin ve dopamin hormonlarının salgılanışını artırmaktadır. Büyük İslam âlimi İbn-i Sina, müziğin tıpta hastalıkların tedavisindeki önemini şu sözlerle belirtmektedir: “… en iyi ve en etkili tedavi yöntemlerinden biri, hastanın akli ve ruhi güçlerini arttırmak, ona hastalıkla daha iyi mücadele için cesaret vermek, ona en iyi musikiyi dinletmek, onu sevdiği insanlarla bir araya getirmektir.”

Müzik, insan ruhu üzerinde inanılmaz olumlu değişiklikler yapar s.d. Öyle ki, hayvanları bile etkiler; müzik dinletilen ineklerin daha çok süt verdiği, tavukların ise daha düzenli yumurtladıkları görülmüştür.

Yapılan araştırmalarda, müziğin ruhsal hastalıkların oluşumunda etkisi olan ve insanın duygusal durumunu düzenleyen serotonin, dopamin, adrenalin, testosteron gibi hormonları olumlu etkilediği; kan basıncı, solunum ritmi gibi fizyolojik işlevleri düzenlediği ve beyindeki oksijen ve kanlanmanın dengesini sağladığı gözlenmiştir. Müzikle devamlı iç içe olan kişiler ile müzisyenlerin hemisferleri arasındaki bağlantı ve bilgi alışverişini sağlayan korpus kallosum adı verilen yapının diğer insanlarınkine göre daha sağlam ve daha geniş olduğu saptanmıştır. Ünlü kalp doktoru Mehmet Öz, ölüm korkusu nedeniyle kalp ameliyatlarında ölümlerin fazla olduğunu ancak, hastalara terapötik etkisi olan müziklerin dinletilmesiyle ölümlerin azaldığını ve tedavide başarılı sonuçlar aldıklarını ifade etmektedir. Viyana´da Meidling Rehabilitasyon Merkezi´nde komada bulunan hastalara Türk musikisi makamları dinletilmekte ve birçok hastanın müziğin etkisiyle komadan çıktığı belirtilmiştir.

Müzik, merkezi sinir sistemi ve beyin kabuğunda yer alan düşünme, öğrenme, konuşma, beden kontrolü ile ilgili merkezleri uyarmaktadır ve bu alandaki gelişmeleri desteklemektedir. McGill Üniversitesinde nörolog Anne Blood, “Farklı müziklerle beyindeki farklı merkezleri çalıştırabildiğimiz için, nörolojik ve ruhsal bozukluklar sonucunda zarar gören kısımları tekrar etkinleştirebilir,” diyerek şöyle devam eder: Hatta beynimizde hasara uğramış merkezleri zaman içinde uygun müzikleri dinleyerek onarabiliriz.

İnsanda sevinç, hüzün, özlem, endişe, korku, nefret vb. çok sayıda duygu bulunur. Bu duyguların doğaçlama müzikle dışa yansıtması çok kolaydır. Ayrıca bu duygular vokal seslerle de ifade edilebilir. Örneğin, yüksek sesler öfkeyi yansıtırken, daha yumuşak ve inleme sesleri de hüzün ve acıyı belirtir.

9. yüzyılda şöyle bir olay yaşanır: Birçok ilmi alanda çalışmalar yapan İslam âlimi Yakup El Kindi’nin komşusunun oğlu amansız bir hastalığa yakalanır; ayağa kalkacak gücü bile kalmaz. Yemeden içmeden kesilir. Bölgedeki hiçbir hekim hastalığı iyileştirecek bir çare bulamaz. Hastalık her geçen gün etkisini daha fazla göstermekte ve gittikçe hasta fenalaşmaktadır. Tüccar, oğlunu iyileştirecek bir kişinin olduğunu ve o kişinin de komşusu kindi olduğunu öğrenir; fakat aralarında pek sıcak olmayan bir ilişki vardır. Tüccar, Kindi’den medet dilemekten başka çaresi olmadığını düşünür. Tüccarın yardım talebine Kindi olumlu yanıt verir. Kindi, hastayı muayene ettikten sonra müzikle uğraşan talebelerini çağırır ve müzik çalmaları söyler. Müzik çaldıkça hasta, tepki vermeye başlar; adeta ölüm uykusundan uyanarak önce kımıldamaya, sonrada oturup konuşmaya başlar. Kindi, tüccara, oğluyla son konuşmasını yapması gerektiğini söyler. Baba-oğul belli bir süre sohbet ettikten sonra, hasta eski haline dönerek bitkin bir şekilde yatağa uzanır ve hiçbir tepki vermemeye başlar. Bu arada müzik de kesilir. Tüccar, oğlunu iyileştireceği umuduyla müziğin yeniden çalınmasını ister; fakat Kindi, “oğlun müziğin etkisiyle son gücünü toplayıp konuştu. Artık bir daha kendine gelemez; çünkü ömrü bu kadarmış” diye cevap verir.
Alıntı
 

Zeyna

Kayıtlı Üye
Katılım
20 Ocak 2009
Mesajlar
330
Tepkime puanı
60
Konum
İstanbul
İş
yönetici
Günümüzde başta ABD olmak üzere, bir çok Avrupa ülkesinde uygulanan müzikle tedavi uygulamalarının başarılı sonuçlar ortaya koyduğu bildirildi.

Klasik müziğin özellikle Mozart'ın eserlerinin bu amaçla yaygın bir şekilde kullanıldığını belirten uzmanlar, Türkiye'de tasavvuf musikisi ve 'ney'in de en az klasik müzik kadar hastalıkların tedavisinde etkili olduğunu söylüyorlar. Ney'in insan ruhuna verdiği faydayı ilk keşfeden kişinin Hazreti Mevlana olduğunu belirten REEM EMG-EEG merkezi Nöroloji Uzmanı Dr. Mehmet Yavuz, "Mevlana semazenlerin, ney müziğinin insanı cezbeden tılsımlı nameleri eşliğinde dönmeleri ile ruhlarını arındırdıklarını ve sağlıklı beden ve ruh haline kavuştuklarını düşünmektedir. Antik dönemlerde de Romalılar ve eski Yunan'da, Çin'de, Mısır'da, İbrani kaynaklarında müzikle tedaviden bahsedilmekle birlikte Orta Asya müziğinde, İslam medeniyetinde, Selçuklu ve Osmanlı zamanlarındaki uygulamaların günümüz 'müzikle tedavisinin' önemli mihenk taşlarından olduğu aşikardır" dedi.

MÜZİKLE TEDAVİ HASTANELERİ

Orta Asya Türk Müziği'nde beş sesli bir sistem olduğunu bu beş sesliliğin halen Avrupa'da birçok yerde tedavi için kullanıldığını anlatan Dr. Yavuz, "İslam tarihinde özellikle tasavvuf ekolü mensupları (sufiler) müzikle uğraşmış ve müziğin insanın ruhsal hastalıklardan kurtulması yönünde etkilerine değinerek uygulamalarda bulunmuşlar. Özellikle Farabi, musikinin diğer bilimlerle de ilişkisini araştırmış ve çeşitli makamların insan ruhuna etkilerini açıklamıştır. Selçuklu ve Osmanlılarda da
araştırmalardan öte uygulamalarda bulunulmuş ve müzikle tedavi hastaneleri açılmıştır. Nurettin hastanesi, Amasya Darüşşifası, Kayseri Gevser Nesibe Tıp Medresesi, Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası, Süleymaniye Tıp Medresesi ve Şifahanesi, Fatih Darüşşifası, Edirne II. Beyazıd Darüşşifası, Enderun Hastanesi ve Edirne şifahanesi bunlardan birkaçıdır" diye konuştu.

'OTİSTİK ÇOCUKLARIN TEDAVİSİ VE EĞİTİMİNDE ETKİLİ OLUYOR'

Kam ve Baksı adı verilen Orta Asya hekimlerinin müzik ve dansı hasta tedavisi için kullandıklarını dile getiren Dr. Yavuz, "Kazakistan, Kırgızistan, Altay, Moğolistan ve Sibirya bölgelerinde halen devam eden bu dans terapisi, kol, omuz ve baş hareketleriyle faaliyete geçen ruhi enerjinin bütün vücudu sarması ile elde edilen trans hali sonucu, hasta kişi için gerekli tedavi bilgisine ulaşmayı amaçlamaktadır. Bu hekimler yöreye özgü çeşitli müzik aletleri ile hastaları transa sokarak tedavi
uygulamaktadırlar. Tedavi seanslarında genel olarak Pentatonik müzik tonları kullanılmaktadır. İngiltere'de, Londra Nordoff Robbins müzikterapi enstitüsünde uygulanan tedavi sisteminde Pentatonik müziğin, kişilerde kendine güven ve kararlılık oluşturduğu bulgusu ile, otistik çocukların tedavisi ve eğitiminde yararlı olduğu ifade edilmektedir" şeklinde konuştu.

MAKAMLARIN RUHA ETKİSİ

Büyük Türk Bilgini Farabi (870-950) makamların ruha etkisini şöyle sınıflandırıyor:

RAST MAKAMI: İnsana sefa (neşe, huzur) verir. Seher zamanlarında etkilidir.
UŞAK MAKAMI: insana mutluluk ve keyif verir. Gün batarken etkilidir.
SABA MAKAMI: insana cesaret ve azim verir. Sabahtan öğleye kadar etkilidir.
HİCAZ MAKAMI: insana tevazu ve alçak gönüllülük verir. Öğle ile ikindi vakitleri arasında etkilidir.
NİHAVEND MAKAMI: insana sakinlik ve huzur verir. Bu yüzden akıl hastalıklarının tedavisinde önem kazanmıştır. Öğleden sonra etkilidir.

Suuri'ye göre meclis adamlarına olan etkileri de farklı farklıdır:
Ulema (Alimler) meclisine, rast ve tevabii makamları,
Ümera (İdareciler) meclisine, İsfahan ve tevabii makamları,
Dervişler meclisine, hicaz ve tevabii makamları,
Sufiler meclisine ise rehavi ve tevabii makamları etkilidir.

EVLİYA ÇELEBİNİN SEYAHATNAMESİNDE DE VAR

Evliya Çelebi Seyahatnamesi'nde, "Merhum ve mağfur Bayezid Veli, Vakıfnamesinde hastalara deva, dertlilere şifa, divanelerin ruhuna gıda ve def'i sevda olmak üzere on adet hanende ve sazende gulam tahsis etmiştir ki, üçü hanende biri neyzen, biri kemani, biri musikari, biri santuri, biri udi olup, haftada üç kere gelerek hastalara ve delilere musiki faslı verirler"

NEY MUSİKİSİ İNSANIN DEPRESİF RUH HALİ ÜZERİNDE OLUMLU VE TEDAVİ EDİCİ TESİRLER BIRAKMAKTADIR

Horasan kaynaklı Türk Sanat musikisi ve Horasan-Anadolu musiki makamlarımızın olgunluğu ile gelişen pasif-receptiv müzik terapi geleneği icrası ile hastaların emosyonel (duygu) durumlarını değiştirerek onları rahatlatmak ve kendine güvenlerini kazanmalarını sağlamak amaçlandığını dile getiren Dr. Yavuz, şunları kaydetti; "Günümüzde uygulanan teknikte bu esaslara sadık kalınmıştır. Hasta istirahat pozisyonunu alır, bir seans süresince geniş ve rahatlatıcı bir ritim ve su sesi eşliğinde, Ney, Rebab,Çeng, Ud, Dombra ve Rübab ile emprovize (ritimli taksim) yapılır ve uygun makamlar üzerinde çalışılır. Bu şekilde bir icra sırasında, otizm'den ve psikolojik çocuk hastalıklarından Geriatri'ye kadar çeşitli psikolojik ve organik temelli hastalıklarda olumlu değişmeler ve iyileşmeler gözlenmektedir. Bu konuda Dr. L. Gutjahr ve Prof. V. Mechleid tarafından EEG ölçümleri yapılmış ve en az bin yıllık bu gelenek bugünün laboratuarında doğrulanmıştır. Viyana'da Meidling Rehabilitasyon Merkezi'nde komada bulunan hastalara Türk musikisi makamları dinletilerek terapi uygulamaları yapılmakta olup, beyinde delta ve teta dalgalarının değiştiği tespit edilmiştir ve bir çok hastanın müzik terapi seansları ile komadan çıktıkları gözlenmiştir. Anksiyete , depresyon ve gerilim tablolarında, beyin EEG de düşük voltajlı hızlı beta ritmi izlenir. Böyle EEG özelliği gösteren anksiyete tablosuna sahip 5 hastama, kendi laboratuarımda EEG çekimi esnasında ney müziği dinlettim. Beyinde ki beta ritminin, düzene girerek sağlıklı beyin hali olan alfa ritmine doğru geçiş yaptığını tespit ettim. Bizzat kendi tespitlerimden de anlaşılıyor ki, ney musikisi insanın depresif ruh hali üzerinde olumlu ve tedavi edici tesirler bırakmaktadır. Dolayısıyla, müzik çocukların kendini ifade etme yeteneklerini geliştirir, estetik, yaratıcı ve yapıcı düşünme kapasitelerini artırır. Okul çağındaki çocukların daha hızlı okumaları; yazma, anlama ve düşünmede öğrenme güçlüğü çeken çocukların eğitimleri; stresin ve sıkıntının azaltılması yine müzikle başarılabilir. Bilim adamlarına göre müzik, bilişsel düşünme kabiliyetini artırmaktadır. Bilişsel düşünme ile müzik arasında güçlü bir ilişki olduğundan müzikle uğraşanlarda ya da sık müzik dinleyenlerde beyin aktivitesi artmaktadır. Almanya'da Friedrich Schiller Üniversitesi'nde yürütülmüş araştırmalar sonucunda profesyonel ya da amatör olarak müzikle uğraşan insanların beyinlerinin daha büyük olduğu belirlenmiştir. Düzenli olarak müzik aleti çalmanın beynin görme, duyma, hareket etme ve koordinasyonla ilgili bölümlerinin büyümesini sağladığını tespit edilmiştir. Müzisyenlerin beyinlerinde duyma, görme, hareket etme ve koordinasyonla ilgili bölgelerde daha fazla "gri madde (gri hücre)" olduğu tespit edilmiştir. sürekli müzik aleti çalmanın beynin büyüklüğünü olumlu etkilediği diğer bir gerçektir. Beynin kaslar gibi egzersiz yaptıkça büyüdüğünü; örneğin, piyano çalmanın notaları algılayan beynin tuşlara dokunan parmaklara ve pedallara basan ayağa emir vermesiyle bir koordinasyon oluşturarak beynin birden fazla bölgesini aynı anda çalıştırdığını, çok yönlü düşünmeyi ve bağlantılar kurmayı sağladığını, dolayısıyla da beynin kullanımını geliştirdiği belirtilmiştir. Bulgar psikiyatr ve eğitimci olan Lozanov, yaptığı araştırmalarda kolay ve kalıcı öğrenmenin beyin alfa dalgası ortamındayken gerçekleştiğini belirlemiştir. Lozanov'un test ettiği belli ritimdeki bazı klasik müzik parçalarının beyin dalgalarını 8 Hz. İle 12 Hz. Aralığına düşürerek beynin alfa dalgaları yaymaya başlamasını sağladığını gözlemlemiştir."

MÜZİK DERSLERİ SİNİRLERİ EĞİTEREK BEYNİN KORTEKSİNDEKİ ALGISAL GELİŞMEYİ SAĞLIYOR

Müzik de tıpkı matematik ya da satranç gibi yüksek beyin fonksiyonları gerektirdiğini söyleyen Dr. Yavuz, "Müzikle uğraşmak aynı zamanda iyi gelişmiş "spatial" zekanın temelini atar. Spatial zeka, görsel dünyayı algılayabilme, nesnelerin görüntülerini zihinde oluşturabilme ve bunların farklılıklarını kavrayabilme yetisidir. Müzik dersleri sinirleri eğiterek beynin korteksindeki algısal gelişmeyi sağlar." Biyologlar yeni doğmuş çocuğun beynindeki fazla sayıdaki hücrelerin bir kısmının sinirlerle birbirine bağlanmış hücre ağının dışında kaldığını belirtmektedirler. Shaw ve Rauscher'in araştırmaları bu temele dayanmaktadır; piyano ya da diğer enstrümanların eğitiminin bu sinirsel bağlantıyı güçlendirdiğini ve çocuk zekâsını yüzde 46 oranında artırdığını ortaya koymaktadır. Rauscher'e göre müzik, zihinsel imgelemeyi ve bu imgeleri notaları kullanarak müziğe dönüştürmeyi gerektirir, dolayısıyla fen ve matematikle bu açıdan çok ortak yönü vardır. Çocuklara biraz da olsa müzik öğretmek onların zekâlarını, algılama ve öğrenme kapasitelerini, bedensel ve zihinsel koordinasyon kurmalarını ve yaratıcılıklarını geliştirir. Yaptığım değerlendirmeye göre, müzikle uğraşanların ve müzisyenlerin toplumsal suçlara çok daha az karıştıklarını ve müziğin kişiler arası sevgi, saygı ve hoşgörü yetilerini geliştirerek, yasalara karşı gelmeyi ve suç işlemeyi azaltıcı bir etki yaptığını düşünmekteyim. Beyin hücrelerindeki elektriksel enerjinin azalması konsantrasyonun bozulmasına ve yorgunluğa sebep olmaktadır. Bu durumda beynin piller gibi şarj edilmesi gerekmektedir. Tomatis, beynin enerjiyle şarj edilmesi yollarından biri olarak 5 bin ila 8 bin Hz arasında yüksek frekanslar içeren müziklerin dinlenmesinin olduğunu saptamıştır. Ayrıca beyini TMS (transkranial manyetik stimülasyon) uygulamaları ile manyetik dalgalar aracılığı ile de şarj etmek mümkündür ki, bu uygulamayı merkezimizde başta depresyon olmak üzere bir çok hastalığın tedavisinde halen başarıyla kullanmaktayız" dedi.

alıntı
 

dmkol

Kayıtlı Üye
Katılım
24 Kas 2008
Mesajlar
4,907
Tepkime puanı
529
İş
Web Master
Güzel bilgiler. Fırsat bulup bu konu üzerinde çalışmayı çok arzu ediyorum uzun zamandır.
 

embriyo

Elit Üye
Katılım
19 May 2010
Mesajlar
2,217
Tepkime puanı
884
Konum
Ankara
İş
Ressam
Sitede daha önce paylaştığım TÜMATA grubu da eski otantik müzik enstrümanları ile müzikle terapi yapıyorlar. Yurt dışında da öğrenci yetiştiriyorlar ve oralarda bir çok klinikte uygulanıyor.

Viyana’da Meidling Rehabilitasyon Merkezi’nde komada bulunan hastalara Türk musikisi makamları dinletilerek terapi uygulamaları yapılmakta olup, beyinde alfa ve teta dalgalarının değiştiği tespit edilmiştir ve bir çok hastanın müzik terapi seansları ile komadan çıktıkları gözlenmiştir.

Müzik Terapi-Türk Müzik ve hareket Terapisi Geleneği - "Gizlimabet Parapsikoloji Platformu"

TÜMATA - Türk Musikisini Araştırma ve Tanıtma Grubu - "Gizlimabet Parapsikoloji Platformu"
 

[XTR] Similar Threads

Üst