Kendini okyanus zanneden damla

logii

Kayıtlı Üye
Katılım
17 May 2009
Mesajlar
1,044
Tepkime puanı
269
Yıllar önce bir aşk üçgeninin dik köşesi olmuştum
icon_smile.gif
Her anlamda hayal ettiğimin tersi ama et ette kemik kemikte gerçekleri paylaştığım bir kadın, hayallerimden fırlamış bir orman perisi ve bütün açlığıyla ortada ben. Orman perisiyle 17 ağustos depreminin öncesindeki güneş tutulmasına denk gelen ‘ilişkim’ tam anlamıyla büyülü, ama onu mümkün kılan tam bir ahlaki şaşkınlıkla yaşanmıştı. Bugün bile hakkında düşündükçe beni her seferinde kendim hakkımda başka bir puslu gerçeğe taşıyan bu hikaye, inbox’ımda bir temizlik yapayım derken her şeye yeni bir canlılık katan yazışmalarıyla tekrar karşıma çıktı.

Bu vesileyle kendime sordum, olup bitenleri daha iyi hatırlamak istiyor muyum? Bu konuda bir şey yazmak istersem, o zamanlar ki ruh halimi tekrar yakalamak için bu eski yazışmaları kullanır mıyım? Hepsini bir çırpıda silsem mi? Peki ya şimdiki hayatım, her şeyiyle içinde olduğum ve tüm varlığımla sarılmaya çalıştığım şimdiki hayatımı içindeki herkes ve herşeyle birlikte aynı şekilde bir çırpıda silebilir miyim? Hiç yaşamamış gibi kendimden tek bir iz bırakmadan sessizce gidebilir miyim? Hayatımı diğer herhangi bir hayattan ayıran bir anlam ve önemi, yaşadıklarımı benim tarafından yaşanmış olması dışında onları kendisi kılan, ayırt edici bir parmak izi var mı?
Nietzsche tarihle ilgili makalesinde bütün insanlığı, hatta tarihi söyleneni anında unutan bir koyuna benzetir. Bütün o uygarlıklarınız der, evren için bir göz kırpımlık süredir. Evet, unutmak ve unutuluş o beyaz öpücüğüyle bir gün hepimizi bir toprak gibi örtecek. Öyleyse sonunda mineraller şeklinde ufalanacak bir hayatı yaşamaya değer kılan şey nedir?
Çağımızda hiç kimsenin kaçamadığı bu sorunun bir sürü cevabı var. Fakat cevapları ortaklaştıran bir şey var ki bu da sorunun yükünün bizzat bizim omuzlarımıza bırakılmış olmasıdır. Yani bu soruyu bizim adımıza hiç kimse cevaplayamaz ve hiç kimse bu belalı sorunun baltasına boyun yatırmayı bir başkasına bırakmak istemez.

Büyük değişimler bir güvercinin ayaklarıyla, bir kelebeğin kanatlarıyla gelir. Fakat insanın kendi hayatının yargıcı olma yüceliğine ne zaman yükseldiğini felsefecilere sorsanız, herhalde büyük bir çoğunluk ezbercilik ve kolaycılık alışkanlıklarına yenilerek Descartes’ı işaret ederdi. Descartes, ondan sonra gelenler tarafından bir tanrı tanımaza dönüştürüldü, bugün hepimizin kafasında her gün sulanan çürük, ama hacimli gövdesiyle ‘Düşünüyorum ve yapıyorum’ yanılsama ağacının kütüğü üzerinde onun imzası vardır. Varoluşçu felsefe, liberal düşünce tarafından gübrelenen bu ağacın dalları üzerinde salınan bizlere göre hayatta düşündüğümüz ve yaptığımız her şey bizden çıkar. Bize göre sorumlu ve suçlu biziz. Her şey harika giderse, hak ettiğimiz içindir. Yanlış bir şey varsa sorumlusu biziz. Her an her saniye büyük bir hızla itiraf edebilen, günah çıkarabilen, kendi suçluluğunu analiz eden, kendini sorumlu gören modern insan hayatını tanrının gölgesinde korkuyla titreyerek yaşıyor

Yeryüzündeki ışıkların şiddeti gökyüzündeki tanrıların ışığını örttü. Aklımızın ışığı öylesine şiddetli parlıyor ki en yakınımızdaki kişi bile bu ışık küresinin ötesinde belli belirsiz bir hayale dönüştü. Bu akıl tutulmasının sonucu eğitimli çevrelerdeki deyişle ‘solipsizm’dir; halk diliyle söylersek bizi bir an terk etmeyen varoluşsal, yani kaçınılmaz yalnızlık! Çevresindeki her şeyi bir besin kaynağına dönüştüren bir plesantanın içinde mutlu, -karşılığı alınmayan veya beklenmeyen – çaba, zahmet ve zor dünyasına hiç doğmadan ölmek, işte hepimizi bekleyen kader.

Bir an için damlanın varlık sarhoşluğundan kurtulabilmesinin bir yolu olduğunu varsayalım. O zaman söylediklerimizin ışığında şu soruyu sormakta haklıyız. Kurtulan kim, kurtaran kim?

İnsan kendini kurtarabilir mi? Evet. Tabi ki evet. Bu sorunun cevabının evet olmasının sebebi, sizin başka bir cevabı duymak istememenizdir – Kim kendi ipini bırakabilir ki, kim dar ağacına başkaları tarafından taşınmak ister ki?

Kapı kilitli, anahtarı arkada. Nasıl açacaksınız?

alıntı, batıniler
 
Üst