İslam'da Samimiyet

darksense

Kayıtlı Üye
Katılım
22 Eyl 2010
Mesajlar
187
Tepkime puanı
48
MÜMİNİN KİMLİĞİ: SAMİMİYET​
“Allah’tan, geri çevrilmesi olmayan bir gün gelmeden evvel, Rabbinize icabet edin. O gün, sizin için ne sığınılacak bir yer var, ne sizin için inkar (etmeye bir imkan).” (Şuara Suresi, 47)

Samimiyet, insanın içiyle dışının bir olması, kalbinde hissettiklerini karşısındaki insana olduğu gibi yansıtması, alabildiğine dürüst, açık ve net olmasıdır. Kişinin gerçek düşüncelerini ve gerçek kimliğini hiç saklamadan, hiç hesap yapmadan, kendisini olduğundan farklı göstermeye çalışmadan açıkça ortaya koymasıdır. Samimiyetin önemli bir özelliği ise, kalpte yaşanmadığı takdirde hiçbir şekilde taklidinin yapılamamasıdır. Samimi insanın tüm tavırları doğal ve içinden geldiği şekildedir ve bu doğallık da insanlar üzerinde çok derin ve olumlu bir etki oluşturur. Samimi insanın bakışları, konuşması, üslubu, mimikleri çok doğal ve etkileyicidir.​
DİN AHLAKINI YAŞAMAK SAMİMİYET GEREKTİRİR
Din ahlakını yaşamanın temel şartı samimiyet ve doğallıktır. Bir insanın İslam ahlakını yaşaması ve dolayısıyla gerçek mutluluk ve kurtuluşa ulaşması, ancak Allah'a, kendisine ve diğer insanlara karşı son derece samimi olmasıyla mümkün olabilir. Çünkü iman, ancak samimiyet zemini üzerine kurulabilir.​

samimiyet_clip_image002_0002.jpg

Ahiretteki sonsuz hayata karşılık dünyada geçirilen sürenin kısalığı, insanın kendisini kandırmasını değil, son derece açık bir şuurla ve dikkatle kulluk görevini yerine getirmesini gerektirir. Bu da, kişinin her an vicdanının sesini dinlemesi ve Kuran ahlakına uyması ile mümkündür. Samimi olarak iman eden bir insan için başka bir yol yoktur. İnsanın dünyada yaşadığı süre boyunca her geçen saniye ölüme ve hesap gününe biraz daha yaklaştığını, yaptığı her davranışın, aklından geçen her düşüncenin Allah'ın bilgisi dahilinde olduğunu ve bunlardan sorumlu tutulacağını düşünmesi, kendisi için en güzel ve kazançlı olan yoldur.

“Azab size gelip çatmadan evvel, Rabbinize yönelip-dönün ve O'na teslim olun. Sonra size yardım edilmez. Rabbinizden, size indirilenin en güzeline uyun; siz hiç şuurunda değilken, azab apansız size gelip çatmadan evvel.” (Zümer Suresi, 54-55)

SAMİMİYETİN GÜCÜ





Pek çok insan samimiyetin bu gücünden ve etkisinden habersizdir. Bu nedenle de, ancak samimiyet ile kazanılabilen bu özellikleri çok farklı tavırlarda ararlar. Kimi insanlar karşılarındaki kişileri etkilemek için yapmacık tavırlara başvururlar. Karşılarındaki kişinin en çok hangi tavırlardan, hangi düşüncelerden etkileneceğini düşünüyorlarsa, içlerinden gelmediği ya da o şekilde düşünmedikleri halde, karşı tarafı hoşnut edebilmek için o şekilde görünmeye çalışırlar. Her insanın birbirinden çok farklı karakter özelliklerine sahip olması nedeniyle de, herkesin yanında farklı bir kişiliğe bürünmeye, farklı tavırlar sergilemeye, farklı düşünceleri savunuyormuş gibi görünmeye çalışırlar. Oysa bu samimiyetsiz yaklaşım onları ikiyüzlü davranmaya yöneltir. Öte yandan içten gelmeyen bu yapmacık tavırlar, kişinin gerçek karakterini yansıtmadığı için karşı taraf üzerinde de beklenilen etkiyi oluşturmaz.

Hatta tam tersine iticilik, soğukluk ve uzaklık meydana getirir. Bu kişinin gerçek kişiliğini gizlediğini ve her tavrının yapmacık olduğunu bilmek, karşısındaki kişi üzerinde bir tedirginlik ve güvensizlik oluşmasına neden olur.

Yapmacık tavır, Kuran ahlakının dışında bir yaşam çizildiğinde ortaya çıkar. Bu da kişileri Allah’ın rızasını değil, insanların rızası gözeten dolayısıyla kayıpta olan bir yaşama sürükler. Yüce Rabbimiz Allah, Kendisi’ne şirk koşulmasını affetmeyeceğini Kuran’da şöyle bildirmiştir:

“Gerçekten, Allah, Kendisi’ne şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışında kalanı ise, dilediğini bağışlar. Kim Allah’a şirk koşarsa, doğrusu büyük bir günahla iftira etmiş olur.” (Nisa Suresi, 48)

Allah Kuran’da, kendilerini insanların rızasını ve hoşnutluğunu kazanmaya adamış kişilerin durumunu ise şöyle bir örnekle açıklamıştır:

“Allah (ortak koşanlar için) bir örnek verdi: Kendisi hakkında uyumsuz ve geçimsiz bulunan, sahipleri de çok ortaklı olan (köle) bir adam ile yalnızca bir kişiye teslim olmuş bir adam. Bu ikisinin durumu bir olur mu? Hamd, Allah ‘ ındır. Hayır onların çoğu bilmiyorlar.” (Zümer Suresi, 29)







ALLAH’A KARŞI DAİMA SAMİMİ OLMAK
İnsanı şeytanın kışkırtmalarından koruyan, onun saptırıcı vesveselerinden uzaklaştıran, Allah’a karşı samimiyetidir. Bir mümin, Allah’tan gücünün yettiği kadar korktuğu, O’na tüm kalbi ile yöneldiği ve Allah’ı hoşnut etmek için yaşadığı sürece, gerçek samimiyete ulaşmış olur. Gerçek samimiyet karşısında bir insanın yaptığı hatalar, düştüğü yanılgılar önemsizdir. Çünkü o, her ne yaparsa yapsın, yine tüm samimiyeti ile Yüce Allah’a yönelecek, O’nu razı etmek için çabalamaya devam edecek ve yaptığı hatadan dolayı pişmanlık duyup bunu telafi etmeye uğraşacaktır. Bir mümin için önemli olan hatasız olması değil, hatadan samimiyetle ders alması ve daima Allah’a yönelmesidir.

Samimiyet aynı zamanda bir insanı, Allah için yaşama amacında kararlı kılan, onu güçlü ve istikrarlı hale getiren en önemli özelliklerdendir. Hiçbir şey samimi bir mümini gerçek amacından saptıramaz, din günü hesabını veremeyeceği bir şeye onu yanaştıramaz. Samimi bir mümin, daima vicdanına göre hareket eder, daima Kuran’a göre doğru olanı yapmaya çalışır.







Samimiyeti zedeleyecek olan şey, insanın, Allah’ın sürekli kendisini izlediğini ve ahiret günü mutlaka hesaba çekileceğini bilerek, bu önemli gerçeği unutması ve yalnızca insanların düşünce ve isteklerine göre hareket etmesidir. Tüm nimetleri Allah’ın kendisine sunmakta olduğu gerçeğinden gaflete düşmesi ve çevresindeki insanlardan medet ummasıdır. Müminin üzerine düşen, böyle bir gaflet anında mutlaka Allah’a sığınması, her şeyi yaratanın Yüce Allah olduğunu hatırlaması ve mutlaka Kuran’a göre hareket etmesidir.

İnsan, samimi olduktan sonra yaptığı bir hatadan dolayı hiçbir zaman küçük düşmez, adaletsizliğe uğramaz. O, Allah’ın koruması altındadır. İnsanlar arasındaki küçük düşme, adaletsizliğe uğrama, zarar görme gibi kavramlar, şeytanın insanlar arasında yaydığı kuruntulardır. Mümin için en önemli olan Allah’ın razı olması ve O’nun affetmesidir. Dünyada da, ahirette de ceza ve mükafat yalnızca Allah’tandır. Hatanın ardından Allah’a tevbe etmek, bunu telafi edip Allah’ı razı etmeye çalışmak, kişinin Allah’a karşı olan samimiyetinin bir göstergesidir. Allah bir ayetinde şöyle buyurmaktadır:

Rabbiniz sizin içinizdekini daha iyi bilir. Eğer siz salih olursanız, şüphesiz O da, (Kendisi'ne) yönelip dönenleri bağışlayıcıdır. (İsra Suresi, 25)

Bir insan cahil ya da bilgisiz olabilir, deneyimsiz veya saf olabilir. Ancak önemli olan bu kişinin Allah’a samimiyetle bağlı olmasıdır. Allah, samimi olarak Kendisi’ne yönelmek isteyen kullarına mutlaka doğru yolu gösterecek, onları hidayete ulaştıracaktır.

Kim ihsanda bulunan (biri) olarak yüzünü (kendini) Allah'a teslim ederse, artık gerçekten o kopmayan bir kulpa yapışmıştır. Bütün işlerin sonu Allah'a varır. (Lokman Suresi, 22)​
GERÇEK SAMİMİYET
olmak_clip_image003.jpg
İnsanların bir kısmı Allah'a imanları ve dine bağlılıkları konusunda tam anlamıyla samimi olduklarını düşünürler. Kendi ölçülerine göre bu düşüncelerini destekleyecek deliller de bulurlar. İyilik yapmak, fakir birine yardım etmek, güzel söz söylemek, fedakar olmak bu insanlar için samimiyetlerinin ispatı için yeterlidir. Elbette bunlar önemli ve güzel özelliklerdir, ama bir insanın bu özelliklere sahip olması samimiyet konusunda düşünmemesi veya kendisini geliştirmemesi için bir sebep değildir. Bu insanların genelde, birgün karşılarına biri çıkıp da "Gerçekten samimi olduğuna emin misin?" diye bir soru sorana dek bu konuda hiçbir şüpheleri olmaz. Oysa samimiyet bir insanın asla kendisini yeterli göreceği bir konu değildir. Samimi olmanın bir sınırı yoktur. Bu nedenle böyle bir soru karşısında vicdanlı davranan her insan, yaptıklarını ve ahlakını yeniden gözden geçirecek ve mutlaka kendisini geliştireceği yönler bulacaktır. Kuran'ın pek çok ayetinde de, Allah'a iman ettiklerini söyleyen ancak Allah'ın şanını gereği gibi takdir edemeyen, Allah'ın rızasının en çoğunu kazanmayı gözetmeyen, Allah'a karşı gönülden saygı ve korku duymayan, yani samimiyetten uzak insanların varlığı bildirilmektedir.
De ki: "Eğer biliyorsanız (söyleyin: Yeryüzü ve onun içinde olanlar kimindir?" "Allah'ındır" diyecekler. De ki: "Yine de öğüt alıp-düşünmeyecek misiniz?" De ki: "Yedi göğün Rabbi ve büyük Arş'ın Rabbi kimdir?" "Allah'ındır" diyecekler. De ki: "Yine de sakınmayacak mısınız?" De ki: "Eğer biliyorsanız (söyleyin: "Herşeyin melekutu (mülk ve yönetimi) kimin elindedir? Ki O, koruyup kolluyorken kendisi korunmuyor." "Allah'ındır" diyecekler. De ki: "Öyleyse nasıl oluyor da böyle büyüleniyorsunuz?" Hayır, biz onlara hakkı getirdik, ancak onlar gerçekten yalancıdırlar. (Mü'minun Suresi, 84-90)


Ayetlerden de anlaşıldığı üzere, samimiyetin de şekilleri, dereceleri vardır. Bir insan samimiyetine dair onlarca delil öne sürse, ancak dinin temelleri konusunda samimiyetsiz davransa, bu kişinin samimiyeti şüpheli olur. Bu nedenle gerçek samimiyeti elde etmek için peygamberlerin hayatlarına bakmak gerekir.

Tüm peygamberlerin hayatları zorlu bir imtihan ortamında geçmiştir. Ancak onlar samimi davranışlarıyla hem Allah'ın rızasını kazanmış, hem de çağlar boyunca tüm Müslümanlara örnek olmuşlardır.

Hz. Musa kardeşi Hz. Harun ile birlikte, Allah'a duyduğu samimi güven ve teslimiyetin göstergelerinden biri olarak, dönemin en zalim diktatörü olan Firavun'a gitmiş ve onu hak dine davet etmiştir. Hz. Musa'nın hayatı pahasına, cahilce kendisini yeryüzünün sahibi olarak nitelendiren Firavun'a gidip, "herşeyin Yaratıcısı, Sahibi olan Allah'tır" diyerek tebliğ yapması, samimi imanın nasıl olması gerektiği konusunda mükemmel bir örnektir.

Her müslümanın yapması gereken Allah'a bağlılığını, ve imanda samimiyetini arttırmak olmalıdır. Allah "samimi kullarının kurtuluşa ereceğini" bildirmektedi.



SAMİMİYETİN GETİRDİĞİ NİMET
SAMİMİYETİN NİMETİ: İMANİ COŞKU
Samimi bir Müslümanı Allah yolunda harcadığı çaba için şevklendiren nedir?

Müminin gücü, hiç tükenmeyen heyecanı, coşkusu ve şevki nereden kaynak bulmaktadır?​
MÜMİNLERİN TAKLİT EDİLEMEYEN ŞEVK VE COŞKUSU​
Günümüzde din ahlakından uzak yaşayan insanlar, büyük menfaatler karşılığında dahi bir işi yerine getirme konusunda zorlanırlar. Alacakları karşılık veya görecekleri ceza, onlarda bir istek ve mecburiyet hissi uyandırsa da çaba sarf etmek ve rahatlarından ödün vermek nefislerine ağır gelir. Bu nedenle samimi müminlerin Allah yolunda harcadıkları tükenmeyen çabayı, bir işi yerine getirme konusundaki sorumluluklarını, yeri gelince tüm ihtiyaçlarından feragat etmelerindeki samimiyeti taklit dahi edememektedirler.

Peki inananların bu benzersiz çabası nereden kaynaklanmaktadır?

Mümini Allah'ın emirlerini yerine getirmek konusunda coşkuyla harekete geçiren, Allah yolunda harcadığı çabayı daimi kılan, Allah korkusu, kul olarak sorumluluklarını bilmesi ve Allah sevgisidir.


SAMİMİYET ALLAH KORKUSU İLE KAZANILIR
Allah korkusu, müminin imanını, şevkini, Allah'a olan sevgi ve saygısını coşkuyla artıran bir duygudur. Bu, kişiyi Allah'ın razı olmayacağı bir tavır içine girmekten sakındıran, nefsinin taşkınlıklarını, sınır tanımaz kötülüklerini dizginleyen, sürekli iyilik yönünde harekete geçiren bir korkudur. Samimi olarak yaşandığında kişiyi Allah'ın azabından uzaklaştırıp, Allah'ın rızasına, rahmetine ve cennetine yaklaştırır. Bundan dolayı da çok büyük bir manevi haz içerir. Mümini Allah'ın sınırlarını korumada, Allah'ın rızasını aramada son derece yüksek bir şuura, kararlılığa ve titizliğe iletir. Sonuçta müminin dünyadaki bu korkusu, onu kıyamet gününün korkusundan ve cehennemdeki ebedi korku ve dehşetten kurtaracaktır. Bir ayette şöyle buyrulmaktadır:

“... Artık bunların ecirleri Rableri Katındadır, onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır.” (Bakara Suresi, 274)





Müminler sonsuz merhamet sahibi olan Allah'ın ayette bildirilen rahmetine ve cennetine kavuşabilecekleri konusunda büyük bir umut taşırlar. İşte bu iki hissi, yani korkuyu ve umudu aynı anda yaşadıkları için hiçbir zaman gösterdikleri çabayı yeterli bulmaz, kendilerini hata ve eksikliklerden muaf görmezler. "... Rablerinden içleri saygı ile titrer, kötü hesaptan korkarlar." (Rad Suresi, 21) ayetiyle de bildirildiği gibi, her an Allah'ın azabından sakınırlar. Allah'ın bildirdiği din ahlakına şevkle sarılır, büyük bir çaba harcarlar. Allah korkuları, onları, yılgınlığa ya da gevşekliğe kapılmaktan kesin olarak alıkoyar ve şevklerini sürekli olarak ayakta tutar. Allah'ın, iman edip salih amellerde bulunanları cennetle müjdelemiş olduğunu bilmek de onları harekete geçirir ve canlandırır.

Samimi imanın göstergesi, Allah rızasına karşı içli bir istek duymak ve gerektiğinde bu yolda fedakarlık göstermekten kaçınmamaktır. Mümin, Allah'ın rızasının yanında başka çıkarlar gözetmez. Allah'tan, rızasını, rahmetini ve cennetini umar.
Allah’ın Kuran’da bildirdiği gerçeklerden uzak yaşayan cahiliye insanları, samimiyetsizliğin Allah Katındaki ve insanlar üzerindeki karşılığını gereği gibi düşünmedikleri için yapmacık tavırlara bürünmekte bir sakınca görmezler. Yapmacıklık, Kuran ahlakını yaşamayan insan karakterinde sık sık görülebilmektedir. Bu tür insanlar, arkalarından konuştukları, aslında hiç hoşlanmadıkları, saygı duymadıkları insanların yüzlerine karşı ortak menfaatleri nedeniyle, sahte bir sevgi ve ilgi gösterebilirler. Çekinmeden birbirlerine yalan söyleyip aldatabilir, bir insan hakkındaki olumsuz kanaatlerini gizleyip, sorulduğunda tam tersi yönde bilgi verebilirler.

Oysa Kuran ahlakını yaşayan bir insan bu tür tavırlardan titizlikle kaçınır, çünkü kalbinde Allah korkusu vardır. Hiçbir zaman küçük menfaatler uğruna insanların hoşnutluğunu kazanmaya çalışmaz. Tüm bunların, insanı hem Allah Katında hem de insanların gözünde küçük düşürecek seviyesiz tavırlar olduğunu bilir ve buna hiçbir zaman tenezzül etmez. Amacı hayatının her anında Allah’ın rızasını kazanabileceği davranışlarda bulunabilmektir. Allah’ın beğendiği ahlakın ancak samimiyet ile yaşanabileceğini bilir. “… O, sinelerin özünde olanı bilendir.” (Şura Suresi, 24) ayetindeki gibi Allah’ın insanların kalplerinde gizlediklerini bildiğinin şuurundadır. Allah bu gerçeği bir başka ayette “Sözü açığa vursan da, (gizlesen de birdir). Çünkü şüphesiz O, gizliyi de, gizlinin gizlisini de bilmektedir.” (Taha Suresi, 7) şeklinde bildirmiştir. Bu nedenle insanın, kalbinde olanı çevresindeki insanlardan gizlemesinin kendisine hiçbir faydası olmaz. Allah bunu zaten bilmektedir. İnsanın, bu gerçeğe rağmen, insanları aldatmaya çalışması büyük bir samimiyetsizlik ve akılsızlık olur.

Bunun yanı sıra Kuran ahlakını yaşayan bir insan, insanların rızasını kazanmanın kişiye ne dünyada ne de ahirette bir fayda sağlamayacağını da bilir. Bu nedenle iman sahipleri şirkten ve insanların rızasını kazanmaya yönelik tüm tavırlardan titizlikle sakınırlar. Bu da, onların samimiyette bir ömür boyu kararlılık göstermelerini sağlar. Çünkü şirkten tamamen arınmış gerçek bir tevhid inancı samimiyeti şart koşar.
ALLAH’IN YERYÜZÜNDEKİ HALİFELERİ OLMANIN BİLİNCİ




Allah'ın emri doğrultusunda iyiliği emredip kötülükten sakındırmak, Allah'ın bildirdiği din ahlakını dimdik ayakta tutmak, Müslümanlara sahip çıkıp adaletten ve haktan yana olmak da müminleri Allah yolunda çalışıp çabalamak için harekete geçiren önemli etkenlerdir. Müminlerin bu vasıfları Kuran'da şöyle haber verilmiştir:

“O sizi yeryüzünün halifeleri kıldı ve size verdikleriyle sizi denemek için kiminizi kiminize göre derecelerle yükseltti. Şüphesiz senin Rabbin, sonuçlandırması pek çabuk olandır ve şüphesiz O, bağışlayandır, esirgeyendir.” (Enam Suresi, 165)

Müminler Yüce Rabbimiz'in kendilerine ayette bildirdiği şerefli görevin bilincinde oldukları için Allah yolunda bu sorumluluk duygusu ve şevk ile çaba harcarlar. Bu samimi şevkleri, Yüce Allah tarafından din ahlakını yaymak için halifeler seçilmiş olmanın şükrü niteliğinde olduğu için de müminler için büyük önem taşır.

Hz. Muhammed (sav)'in bir hadisinde Allah için yaşamak konusunda şöyle buyurduğu rivayet edilir:

"Kim Allah için sever, Allah için buğzeder, Allah için verir, Allah için vermezse imanını kemale erdirmiştir."
(Ebu Davud, Sünnet 16, (4681))
ALLAH SEVGİSİ
Allah'ın rızasını kazanma isteği ve Allah'a olan derin sevgileri de müminlerin önemli şevk, neşe ve enerji kaynaklarıdır. Onlar sevgilerini iman etmeyen insanlar gibi tutkuyla dünyaya değil, kendilerini yoktan var eden, rızıklandıran, yaşatan, sonsuz merhametli ve şefkatli olan Allah'a yöneltmişlerdir. Allah'a duydukları sevgi ve bağlılığın neticesi olarak da, hayatları boyunca Allah'ı hoşnut etmek için ciddi bir çaba harcarlar.

Allah'ın rızasını kazanabilme ve Allah'ın müminler için hazırladığı cennete kavuşabilme arzusu, onlara bitmez tükenmez manevi bir güç ve şevk kazandırır. Zira her ne olursa olsun, bir ömür süresince hem de hiçbir kuşkuya kapılmadan inandıkları değerler uğrunda çaba harcamaları, ancak Allah'a karşı beslenen saf sevgi ve imanın kazandırdığı şevkle mümkün olabilmektedir. Tüm bunlar da müminin Rabbimiz'in rızasını kazanmak için var gücüyle gayret göstermesine neden olmaktadır.

Açıktır ki müminler, Allah'ın rızasını kazanmayı yaşamlarının asıl amacı edinerek, tüm güçleriyle bu uğurda çaba harcayan kimselerdir. Allah Kuran'da "Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cehd eden" (Tevbe Suresi, 20), yani "çaba harcayan, gayret eden" şeklinde bildirerek müminlerin bu özelliğini haber vermiştir.
MÜMİNLER DÜNYA NİMETLERİNE ALDANMAZLAR
İslam ahlakına göre yaşamayan insanlar, kendilerine tek hedef olarak belirledikleri dünya nimetlerini elde etmek için ömürleri boyunca çok büyük bir çaba gösterirler. Zengin olmak, statü kazanmak ya da başka menfaatler için ellerinden gelen herşeyi yaparlar. Çok kısa süre içinde tümüyle ellerinden gidecek olan "az bir değer" (Tevbe Suresi, 9) uğruna büyük bir yarış içine girerler. Bu az bir değere sahip olma isteği onları yaşam boyu yönlendirir.





MÜMİNLERİN COŞKUSU İMAN ETMEYEN İNSANLARDAN FARKLIDIR
İmanı kalplerine gereği gibi yerleştirmemiş olan kimseler, eğer Allah'ın rızasını kazanmaları nefislerine zor gelen bir iş yapmalarını gerektiriyorsa, bu durumda tüm şevk ve neşelerini kaybederler. Dahası bu işi olabildiğince memnuniyetsiz bir tavırla yerine getirerek isteksizliklerini ve şevksizliklerini ifade etmeye çalışırlar. Çünkü bu kişiler karşılığında maddi bir kazanç sağlamadıkları ya da herhangi bir ücret almadıkları bir işe harcanan zamanı, boşa geçen bir vakit olarak değerlendirirler. Allah'ın rızasını kazanabilmiş olmanın, alınabilecek tüm karşılıkların en güzeli ve en değerlisi olduğunun şuurunda değillerdir. Bu nedenle de sanki büyük bir külfet yüklenmiş ve büyük bir fedakarlıkta bulunuyormuş gibi bir tavır sergilerler. İşte müminlerin şevklerindeki farklılık da bu noktada ortaya çıkar. Yapılması gereken iş zor ya da zahmetli de olsa, onlar neşelerinden hiçbir şey kaybetmezler. Çünkü müminler Allah'a gönülden, yani isteyerek ve severek kulluk ederler. O'nun rızasını kazanabilecek salih bir ameli de aynı şekilde gönülden gelen bir şevkle yerine getirirler. İşte bu şevk de onların tavırlarına sevinç ve neşe olarak yansır. Onlar mallarını ve canlarını Rabbimiz için satmış olmanın manevi bir huzuru içindedirler. Yüce Allah Kuran'da müminlerin bu özelliğini bildirerek şöyle müjdelemektedir:

“Hiç şüphesiz Allah, müminlerden -karşılığında onlara mutlaka cenneti vermek üzere- canlarını ve mallarını satın almıştır. Onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler; (bu,) Tevrat'ta, İncil'de ve Kuran'da O'nun üzerine gerçek olan bir vaaddir. Allah'tan daha çok ahdine vefa gösterecek olan kimdir? Şu halde yaptığınız bu alışverişten dolayı sevinip-müjdeleşiniz. İşte 'büyük kurtuluş ve mutluluk' budur.” (Tevbe Suresi, 111)
İMANI SEVMEK ALLAH’IN RAHMETİDİR
Unutulmamalıdır ki; imanı sevmek ve onun insana getirdiği maddi ve manevi lezzetlerden her koşulda zevk alabilmek, küfürden ise nefret edip onu çirkin görmek, Allah'ın lûtfu sayesinde kavuşulan nimet ve meziyetlerdir. Allah bu durumu bir ayette şöyle bildirir:

“... Ancak Allah size imanı sevdirdi, onu kalplerinizde süsleyip-çekici kıldı ve size inkarı, fıskı ve isyanı çirkin gösterdi. İşte onlar, doğru yolu bulmuş(irşad) olanlardır.” (Hucurat Suresi, 7)​


alıntı
 
Üst