Mevlana ve Tasavvuf

Elfangel

Kayıtlı Üye
Katılım
29 Ara 2009
Mesajlar
938
Tepkime puanı
354
Konuyla ilgili yazılmış bir makale kaynaklarıyla birlikte aşağıdadır, keyifli okumalar...

MEVLANA’DA TASAVVUFUN YERİ

Tasavvuf nedir? Ne işe yarar? Yeni bir din midir?

İşte tasavvuf ilmi hep bu gibi sorulara maruz kalmıştır.Çoğu insan tasavvuf ilmini İslam dininden ayrı bir din olarak görmüş ve öyle öğrenmiştir.Hatta tasavvuf yolunda olduğunu sanan birçok insanımız bu yolun gayesini bilmeden sürüklenip gitmektedirler ve bu durum tasavvuf ilmiyle uğraşan alimlerimizin kemiklerini sızlatmaktadır.Böyle bir ilim emanetini taşımak kolay bir iş değildir.”Biz tasavvufu ondan bundan nakil ve kuru laf ile elde etmedik.Ona, Allah için açlık çekerek,dünyalık isteklere rağbeti terk ederek ve sevip alıştığımız şeylerden uzaklaşarak sahip olduk.” Cüneyd-i Bağdadi Hazretlerinin bu sözü tasavvuf ilminin emanetinin önemini kavrayamamış olanlar için ve halen eski tabularını yıkmamış insanlar için söylenmiş en anlamlı nasihattir.

Tasavvuf nedir? sorusunu geçmişten günümüze kadar birçok alim tarafından çeşitli anlamlara geldiğini görebiliriz.Çoğu alim tasavvufun tanımını farklı farklı belirtmişlerdir.Örneğin;Cüneyd-i Bağdadi’ye göre tasavvuf Allahü tealanın ahlakıyla ahlaklanmaktır,İ.Kettani’ye göre güzel ahlaktır,Ebu Ali Rodbari’ye göre ise kalbi temizlemektir.
“Bir bakıma tasavvuf,dinin özünü,esasını,ruhunu,aslını,sırrını,hikmetini konu eder.Kalple ilgili ilim ve edepleri öğretir.İnsanın hakikatini araştırır,iç alemin ihyasına yönelir.Kısaca hedef,nefsini ve Rabbini tanımasını sağlamadır.” Peygamber efendimiz(s.a.v)de
sadece zahiri ilme değil batını ilim olan tasavvuf ilmine de sahipti.Çünkü tasavvuf ilminin kaynağı Kuran ve sünnettir.İşte tasavvuf ilminin de amacı insanı aşk ve muhabbetle Allah’a yakınlaştırmadır.

Mevlana’da tasavvuf ilmiyle ilgilenmiştir.Onun tasavvufu kesinlikle bir bilgi olarak kalmamıştır. Bazı filozofların aklı temele koymasını eleştirir ve onların duyguya önem vermemelerini eksik görür. O bizzat tasavvuf ilminin gayesini aşk,muhabbet ve sevgi çerçevesinde yoğurup bu ilmi hal olarak yaşamıştır. Bu ilmin katı bir çerçevede ele almamıştır. Bu ilmi kalben benimseyip hal olarakta yaşamında uygulamıştır. Kesinlikle bu dünyadan el ayak çekip Allah yolunda ibadet edenlere karşıdır. Bu dünyayı Allah’ın bir tezahürü olarak görmektedir. Çünkü bu dünyayı da Allah yaratmıştır onun yarattığı bu güzellikten yüz çevirmek Mevlana için yanlıştır.

Tasavvufta insan, varlığın bir amacıdır. İnsanda Allah tarafından yaratılan varlıkların en üstünüdür. İnsanın öldükten sonra kavuşacağı yer yine Allah’ın yanıdır.Ve insan denen varlık Allah’a tasavvuf yoluyla, tıpkı bir çocuk doğduktan sonra adım adım gelişip ve her şeyi zamanı gelince öğrenip uygulamaya geçtiği gibi insan da tasavvufu öğrenip hal olarak uygularsa Allah’a kavuşur. İşte Mevlana’ya göre yaratıcıya ulaşmanın yolu ona karşı hissedilen aşkla kalbi temizleyip gafletten kurtularak bu gayeye ulaşılır. Onun tasavvuf yolu aşk, sevgi ve muhabbetten geçer. Ölümüne kadar tasavvuf ilminin yaşayan bir görüntüsüydü.

Mevlana yukarıda da bahsettiğimiz gibi tasavvuf yolunda kesinlikle katı bir tavır sergilememiştir. O tasavvuf yolunda olan bazı düşünürler gibi dünyanın yaşanmaz bir yer olmadığını ve bu ilmi öğrenmek ve yaşamak isteyenlerin dünyayı terk etmesi,sadece ahiret hayatı için çaba sarfedilmesi yönündeki düşüncelere karşı çıkmıştır. Çünkü ona göre Allah dünyayı insanların kendine eziyet edip soyutlamaları için yaratmamıştır. Mevlana hayatı, hayatla birlikte yaşar.Çünkü bu dünyayı da bütün nimetleriyle Allah yaratmıştır. Ve Rumi Allah’ın yarattığı bütün canlılara karşı sevgi duymuştur.

Mevlana islamiyeti tam anlamıyla yaşayıp, hiçbir sapma göstermeden Şems’i Tebrizi ile tasavvufu gelişiyordu. Mevlana’nın şu sözleri onun yaşadığı tasavvufu anlatmaya yeter… “Akşam namazı vakti geldiği zaman herkes mumunu yakar, sofrasını hazırlar. Bana gelince, ben, sevgilimi hayal ederek feryat ve figana başlarım. Gözyaşımla abdest alırım. Namazım ateş içinde olur. Bir ezan sesi duyuluca mabedimin kapısı yanmaya başlar. Kıble diye hangi tarafa dönersem döneyim namazım kazaya kalmaz. Allah’tan sana ve bana daima bir imtihan, bir bağlılık gelir. Sen söyle, zamanı ve mekanı bilmeyen sarhoşların namazı sağlam mıdır? Acaba ikinci rekatta mıyım, dördüncüde mi? Dilim yok ki hangi sureyi okuduğumu bileyim. Bende artık ne el kaldı, ne gönül. Tanrı’nın kapısını nasıl çalayım, bana yardım et. Namaz kıldığım zaman Tanrı tanığımdır ki, ruküm tamamlandı mı, imam kimdi, farkında bile değilim”
“Divanı Kebir’den alınan şu şiiri, namazı adabıyla kılmayan, yani Allah’ın emirlerini, bunlardaki ana mesajı kavrayamadığı için dindarlığı sadece şekli taassuba dönüştüren kimseler içindir:

Gönlüm yüzünle karşı karşıya değilse, o namaz namaz olur mu?
Yüzüne aşığımda ondan yüzümü kıbleye çevirdim.
Yoksa, bana sensiz usanç veren namaz ve kıbleyi ne yapayım ben?
Riyalı namazlardan öyle utanıyorum ki,
Utançtan senin yüzene bakamıyorum.
Namaz kılan kişi melek sıfatlı olmalı…
Halbuki ben hala şeytanca düşünceler içindeyim.
Hala canavar huyumu terk edemedim.
Ben ki koltuğunda köpekle dolaşan biriyim,
Elbisesine köpek sürünen kişi bile temizlenmeden
Namaza durmazken, benim namazımı kim kabul eder?
Böyle bir namaz seni incitmekten başka ne anlama gelir ki?
En iyisi bundan böyle seni hiç incitmemek…
Benim için namaz, bir daha ayrılıktan şikayet etmemecesine seninle
birlik olmaktır…
Yoksa,hem yüzüm mihrapta seninle oturayım, hem de aklım çarşı
pazarda olsun, ona namaz denir mi?
Ey kullarını yargılayan, hesaba çeken Rabbim,
Şems’i Tebrizi’ye gösterdiğin yolu bize de nasip et…”
AMİN


Görülüyor ki Mevlana tasavvufunda kalben, aşkla, muhabbetle Allah’ın huzuruna adım adım çıkmayı yeğlemiştir.Onun aşkı maddi aşk değil, manevi aşktır, Allah aşkıdır.


Dilaver Selvi, Kaynaklarıyla Tasavvuf 2, c.2, Semerkand yayınevi İst.2003 s.19 c.2


Tezahür:Görünen,görüntü


Ahmet Güner, Mevlana ve Mevlevilik, c.3 s.18-19

a.g.e s.19

Alıntıdır...
 

La-edri

Kayıtlı Üye
Katılım
21 Haz 2010
Mesajlar
2,195
Tepkime puanı
509
MEVLANA ve TASAVVUF

“Mevlana’da gaye, bir olmak, bir bulmak, bir bilmek değildir sadece. O, yolun sonunu bitmekte bulur. Tanrı vuslatına kavuşarak sevgilide yok olmak hedefidir. Vuslat, yok oluşun ancak bir başlangıç kelimesidir.”
Yaşam gerçeğinin, karşıtların çatışması olan diyalektiğin var oluşun, kaçınılmaz bir sonucu olan yok olma, bitme nedir? Mevlana bunu bilimsel bir dille anlatır:
“Yok olma, bitme, karşıtın karşıtını yok etmesiyle olur. Karşıt kalmadı mı sonsuzluktan başka birşey kalmaz.”
Öyleyse kesin barışın ve huzurun tek çaresi yok olmaktır. Mevlana bu özlemi de şöyle dile getirir:
“Kişi tümden yok olmadıkça kesin bir’lik olmaz. Bir’lik erişmek değil, yitmektir.”
Bir başka yerde de şöyle der :
“Bu evrende derviş yoktur, hak ermişi yoktur. Olsa bile o, ermişlik katına erişmişse yok olmuş demektir.”
Karşıtların çatışmasını, kendi kendine oynanan bir “huzur tavlası”na benzeten Mevlana, şunları ekler :
“Bu ben’im demek, gerçekte O’dur demektir. Ey canı biz ve ben kaydından kurtulan! Ey erkekte kadında söze ve niteliğe sığmaz ruh! Erkek-kadın kaydı kalkıp bir olunca o bir sensin. Kendi kendinle huzur tavlası oynamak için bu ben ve bizi vücuda getirdik. Bu suretle ben ve bizler tümden bir can haline gelirler. Sonunda da sevgiliyle bütünleşirler.”
Bu bütünleşmeyi, yine Mevlana, “Ben sudan, ateşten ve esen havadan değilim. Biçimlenen kilden de değilim. Aştım bütün onları” diye anlatır.
Tasavvufu herhangi bir dinle özdeşleştirmenin olanağı yoktur. “72 millete bir gözle bakmayan bizden değildir” anlayışı tasavvufun olmaz ise olmaz anlayışıdır. Hem dünya üzerinde biz-onlar, müslüman-hiristiyan, Türk-Yunan, şii-sunni gibi ayırımlara gidip hem de tasavvuf yolunda ilerleyemezsiniz. Bu anlamda Kuran dahil hiçbir ilahi kitap tasavvufi bir değer taşımaz çünkü tamamıyla ayırımcılığa hizmet ederler.
Bütün insanlar tanrısal bir öz ile birbirine bağlantılıdır. Yani, her kim bir başkasına kötülük veya iyilik yaparsa aslında kendisine yapar.
Ayrılık-başkalık bir yalancı yorumdur ve dinler büyük ölçüde bu ayrılığı beslerler.
Gerçekte tek din vardır bu da insan-tanrı özdeşliğine dayanan sevgidir.
Sevmek ibadettir.
Cennet-cehennem gerçek değildir. Şeriatın yanıltıcı bir yorumudur. Cehennem tanrıdan ayrılık, cennet tanrı ile birlikte olmaktır. Şeriat bu iki sözcük ile “havuç-sopa” anlayışını benimser. Bu anlayış sakat bir anlayıştır ve genellikle hayvan terbiyesinde kullanılan ilkel bir eğitim anlayışıdır. Klasik şeriatçı mantık ruhlara korku salmayı kendisine görev edinmiştir. Halbuki uzun süre korku altında yaşayan bireyler psikolojik -patolojik problemler yaşarlar ve karar alma, düşünme, hissetme yetenekleri dumura uğrar. Bu şeriatın insan üzerinde yaptığı büyük bir tahribattır.
“Aşk nedir derler. Sen de ki ; ihtiyar ve iradenin terkidir. Aşk padişahların padişahıdır. İki alem onun ayakları altındadır. Can bir kalıp ve bir fanustur. Ona hayat veren Canan’dır. Bedendeki ruh fanusdaki mum gibidir. Ey Canan, sensiz hangi hayat vardır ? Aşksız olma ki ölü olmayasın. Aşk’ta ol ki diri kalasın……. Kendi kendinden memnun olan, kendine yeten akıldır. Aşk ateşi alevlenince kendinden başka herşeyi yakar, kül eder. Herşey yandıktan sonra sen bahtiyar olabilirsin.
Kaç bahtiyara aynada kendini görmek nasip olmuştur ? Parlak su sathındaki hayal, aynadaki akis; aklı aşkta eritmedikçe biz değiliz. Akıl ile görülen aydınlık “yalancı fecir” dir. Gerçek fecrin güzelliği gözle değil gönülle seyredilir. Akla değil, aşka iyandır. Aşk mezhebinde küfür de yoktur imanda. Aşk ta ne ten vardır ne akıl, ne gönül vardır ne can. Böyle olmayan bu hale gelmeyen kişi aşık değildir. Aşk dini, aşk mezhebi yetmişiki şeriat’tan da dışarıdır……..”
-İnsan öyle büyük bir sırdır ki bu sırrı söylersem bende yanarım duyan da yanar.
-Çok sakal sufîlerin hoşuna gider. Fakat sufi sakalını tarayıncaya kadar, arif Allah’a ulaşır.
-Gönül, göklerden de yüce, göklerden de geniş olmasaydı aya binip de dolaşmazdın şu gönülde. Gönül, pek büyük bir şehir olmasaydı bir padişah sığmazdı oraya, dolaşmazdı o gönülde. A benim canım, gönül şaşılacak bir ormandır; sen de av beyisin şu gönülde. Gönül denizinde binlerce dalgalar coşar, sen de inciler elde edersin şu gönülde. Sustum; çünkü vasıflarını saysam döksem de gönül, düşünceye sığmazsın.”
- Nice insanlar gördüm, üzerinde elbisesi yok. Nice elbiseler gördüm, içinde insan yok
-Akıl insanı dünya nimetlerine kavuşturur, ancak aşk gökleri insanın ayakları altına serer.
-Hiçbir ölü, öldüğü için hasret çekmez. Ancak taatinin azlığına yanar. Yoksa ölen kimse; kuyudan ovaya çıkmış, zevk u safa meclisine ulaşmıştır. Orası doğruluk yeridir, orada yalan yoktur. Ayranla sarhoş olan, has şarabı ne bilsin? Orası öyle bir doğruluk yurdudur ki, Hak onlarla beraberdir. Su ve çamurdan (bedenden) kurtulmuş, nur ile dostturlar. Bu hayat için iki nefesin kaldı. Bari gayret et de, ercesine öl.
“Sevgide ne yükseliş ne alçalış olur,
Ne delilik ne akıllılık olur
Hafızlık, şeyhlik müridlik olmaz
Boşveriş aldırmayış başıboşluk olur “
Tasavvuf insana cennet ve cehennemin hakikatini öğretir.
Çünkü tasavvuf ehline göre cehennem Allah’ın olmadığı yerdir. Öyle bir yer olmadığına göre cehennem (acı ve ızdırap) yoktur. Muhammed İkbâl’e göre cennet ve cehennem birer mahâl değil, birer hâlettir(takdiridir). Cehennem , cezalandırıcı , intikam alıcı , Allah tarafından kulları için hazırlanmış ebedî bir işkence yeri değil, Allah’a ulaşmış bir varlığın, Allah’ın rahmetini, cana can katıcı rüzgârına karşı tekrar hassas kılacak uslandırma yolları getiren bir tecrübedir(rafineri).
Tasavvuf, hürriyettir. Hakiki hürriyet, nefsin elinden azad olmaktır. Yoksa ben hürüm, hürriyet var demekle bir kimse hür olamaz, insan nefsinin zebunu iken, hiçbir veçhile hür sayılamaz. Meselâ bir sigara dumanına bile hüküm geçiremeyip terketmek istediği halde ona esir olmaktan kurtulamayan insan nasıl olur da hürlük iddiasında bulunabilir? Ancak, heveslerinin, iç güdülerinin, emellerinin esiri değil, emiri olan büyük filozof gibi, Koca İskender’e “Sen benim bendemin bendesisin” diyen Diyojen gibi, hakiki hür olabilir. Çünkü nefisler-benler, İskender gibileri kendine köle yapmışken ve onlar dünya nimetlerinin peşinde koşarken, bu nimetlere kapılmamış olan Diyojen gibi bilgelere köle olmuşlardır.

-alinti-
 

serfiraz

Kayıtlı Üye
Katılım
9 Nis 2011
Mesajlar
264
Tepkime puanı
34
Okumaya doyamıyor insan. Birşey sorabilir miyim sayın La- edri bu bilgileri nereden alıntı yaptınız acaba.Hangi kaynaktan?
 

joseffb06

Kayıtlı Üye
Katılım
9 Kas 2010
Mesajlar
130
Tepkime puanı
22
Mükemmel bir bilgi paylaşmışsınız.Elinize kolunuza yüreğinize sağlık.Mevlana deyince akan sular durur.Allah'm o nasıl bir kulmuş ki yıllardır konuşuluyor...
 

mercanada

Banlı Kullanıcı
Katılım
19 May 2012
Mesajlar
53
Tepkime puanı
5
İş
.
AYN -ŞİN -KAF yani aşk
Allah Aşk'ı
paylaşımlarınız için teşekkürler ,
 
Üst