Fareler ve İnsanlar

Ajan 47

Kayıtlı Üye
Katılım
19 Ara 2009
Mesajlar
537
Tepkime puanı
74
Uyanıklık hayata giden yoldur. Ahmak zaten ölüymüşçesine uyur ama usta uyanıktır ve sonsuza dek yaşar. O izler. O berraktır.
Ne mutlu ona! Uyanık olmanın hayat olduğunu gördüğü için.
Ne mutlu ona ki uyanmışların yolunu takip eder.
Mutluluk ve özgürlük arayışında büyük bir sebatla meditasyon yapar.

—Gautama Buda'nın "Dhammapada" isimli kitabından.


Etrafımızda olup bitenlere kesin bir dikkatsizlik gösterir halde yaşayıp gidiyoruz. Evet, bir şeyleri yapma konusunda oldukça yetkinleştik. Yapmakta olduğumuz şeyleri yapmakta o kadar yetkinleştik ki, onu yapmak için hiçbir farkındalığa ihtiyaç kalmadı. Mekanik, otomatik hale geldi. Robotlar gibi işliyoruz. Henüz insan olmadık; makineyiz.
George Gurdjieff'in tekrar tekrar söylediği de buydu: Var olduğu haliyle insan bir makinedir. O pek çok insanı rahatsız etti çünkü kimse bir makine olarak anılmak istemez. Makineler tanrılar olarak adlandırılmak isterler; o zaman çok mutlu hissederler, şişinirler. Gurdjieff insanları makineler olarak adlandırmıştı ve haklıydı da. Kendini izleyecek olursan ne kadar mekanik olarak davrandığını bileceksin.
Rus fizyolog Pavlov ve Amerikalı psikolog Skinner insanlar hakkında yüzde 99.9 oranında haklılar: Onlar insanın güzel bir makine olduğuna inanıyorlar, hepsi bu! Onun içinde ruh yok. Onlar yüzde 99.9 haklı diyorum; küçük bir marjla tutturamıyorlar sadece. Bu küçük marj Budalardır, uyanmış olanlardır. Ama onlar mazur görülebilir çünkü Pavlov hiçbir zaman bir Buda ile karşılaşmadı; o senin gibi milyonlarca insana rastladı.
Skinner insanlar ve fareler üzerinde çalışmıştır ve bir fark bulamamıştır. Fareler basit varlıklardır hepsi bu; insan biraz daha karmaşıktır. İnsan oldukça karmaşık bir makinedir, farelerse basit makinelerdir. Fareler üzerinde çalışmak daha kolaydır; o nedenle psikologlar sürekli fareler üzerinde çalışır. Fareler üzerinde çalışıp insan hakkında sonuçlara varırlar ve onların vardıkları sonuçlar neredeyse doğrudur. "Neredeyse" diyorum, dikkatini çekerim çünkü bu yüzde birin onda biri gerçekleşmiş olan en önemli olaydır. Bir Buda, bir İsa, bir Muhammed; bu az sayıdaki uyanmış insanlar gerçek insanlardır. Ama B.F. Skinner bir Budayı nerden bulsun? Amerika'da olmadığı kesin...
Adamın biri bir hahama sordu, "Neden İsa yirminci yüzyıl Amerika'sında doğmayı seçmedi?"
Haham omzunu silkti ve dedi ki, "Amerika'da mı? Bu mümkün olmazdı. Her şeyden önce bir bakireyi nerden bulacaksın? İkincisi, üç tane aklı başında adamı nereden bulacaksın?"
B.F.Skınner bir Buda'yı nereden bulsun? Hatta bir Buda'yı bulsa bile onun önceden belirlenmiş önyargıları, düşünceleri görmesini engelleyecekti. O farelerini görmeyi sürdürecekti. Farelerin anlayamadığı hiçbir şeyi anlayamaz o. Şimdi, fareler meditasyon yapmazlar, fareler aydınlanmazlar. Ve o insanı bir farenin büyütülmüş hali olarak tahayyül ediyor. Ve ben yine de onun insanlığın çok büyük bir kısmı hakkında haklı olduğunu söylüyorum; onun çıkarımları yanlış değil ve Budalar onunla sözde normal insanlar konusunda aynı fikirde olacaktır. Normal insanlık tamamen uykuda. Hayvanlar bile o kadar uykuda değil.
Hiç bir geyiği ormanda gördüğün oldu mu; öylesine tetikte görünür ki, öylesine dikkatli yürür ki? Hiç bir kuşu ağaçta otururken gördün mü; etrafında olup bitenleri öylesine zekice gözlemeye devam eder ki? Kuşa doğru yürürsün; izin verdiği belli bir alan vardır. Onun ötesine bir adım daha at ve uçup gider. Onun kendi alanıyla ilgili belli bir farkındalığı vardır. Şayet birisi bu alana girecek olursa tehlikelidir.
Etrafına bakacak olursan şaşıracaksın: İnsan yeryüzündeki en derin uykudaki hayvandır.
Kadının biri şık bir genelevin eşyalarının satıldığı bir müzayededen bir papağan satın alır ve kuşun kafesinin üzerini küfürbaz dilini unutacağını umut ederek iki hafta boyunca kapatır. Kafesin üzerindeki örtü sonunda kaldırıldığında papağan etrafa bakınır ve, "Aurrk! Yeni ev. Yeni madam" der. Kadının kızları odaya girdiğinde ekler, "Aurrk! Yeni kızlar."
Kocası akşam eve geldiğindeyse papağan der ki, "Aurrk! Aurrk! Hep aynı eski müşteriler!"
İnsan düşmüş bir haldedir. Aslında Hıristiyanların Adem'in düşüşü, kovulması meselinin anlamı budur. Neden Adem ve Havva cennetten kovuldular? Kovuldular çünkü bilgi meyvesini yediler. Kovuldular çünkü zihinlere dönüştüler ve bilinçlerini kaybettiler. Zihin haline gelirsen bilincini yitirirsin; zihin uykudur, zihin gürültüdür, zihin mekanikliktir. Zihin olursan bilinç kaybedersin.
Öyleyse yapılması gereken tüm şey tekrar bilinçli olmak ve zihni kaybetmektir. Sisteminde bilgi olarak topladığın şeyleri çöpe atmak zorundasın. Seni uykuda tutan şey bilgidir; dolayısıyla bir insan ne kadar çok bilgiliyse o kadar çok uykudadır.
Bu benim de gözlemlediğim şeydir. Masum köylüler profesörlerden ve tapınaklardaki punditlerden çok daha fazla uyanık ve tetiktedir. Punditler papağandan başka bir şey değillerdir; üniversitelerdeki akademisyenler kutsal inek pisliğinden başka bir şey değillerdir. Hiçbir anlamı olmayan gürültüyle dolu zihinler ve hiç bilinç yok.
Doğayla uğraşan insanlar —çiftçiler, bahçıvanlar, oduncular, marangozlar, boyacılar— üniversitelerdeki dekanlardan, rektör yardımcılarından, rektörlerden çok daha fazla uyanıktırlar. Çünkü doğayla uğraştığında, doğa uyanıktır. Ağaçlar uyanıktır; onların uyanık olma tarzları kesinlikle farklıdır ama onlar çok uyanıklardır.
Artık onların uyanıklıklarının bilimsel kanıtları da mevcuttur. Eğer bir ormancı ağacı kesme maksadıyla elinde baltasıyla gelecek olursa onun geldiğini gören tüm ağaçlar korkudan titrerler. Artık buna ilişkin bilimsel kanıtlar var; şiirsel bir şeyden bahsetmiyorum, bilimden söz ediyorum bunu söylerken. Artık ağacın mutlu mu, mutsuz mu; korkmuş mu, korkmamış mı; üzgün mü, sevinç içinde mi olduğunu ölçecek aygıtlar var. Ormancı geldiğinde onu gören tüm ağaçlar korkudan titremeye başlarlar. Ölümün yakınlarında olduğunun farkına varırlar. Ve henüz ormancı hiçbir ağacı kesmedi bile; sadece geliyor...
Ve çok, çok daha garip başka bir şey daha var; eğer bir ormancı bir ağaç kesme maksadı olmadan sadece oradan geçiyorsa hiçbir ağaç korkmaz. Aynı ormancı, aynı baltayı taşıyor. Görünen o ki adamın ağaçları kesme niyeti ağaçları etkilemekte. Bunun anlamı adamın niyetinin anlaşıldığıdır; titreşimlerin ağaçlar tarafından çözülebildiği anlamına geliyor bu.
Ve bir başka önemli olgu daha bilimsel olarak gözlemlenmiştir; ormana gidip bir hayvanı öldürürsen sadece hayvanlar alemi sarsılmaz, ağaçlar da sarsılır. Bir geyiği öldürürsen etraftaki tüm diğer geyikler katliamın titreşimlerini hisseder, üzülür; büyük bir korkuyla titremeye başlarlar. Aniden, belirli bir neden bile olmadan korkarlar. Geyiğin öldürüldüğünü görmemiş olabilirler ama bir şekilde, kolay anlaşılamayan bir yoldan; içgüdüsel olarak, sezgisel olarak etkilenirler. Fakat tek etkilenen geyikler değildir; ağaçlar etkilenir, papağanlar etkilenir, kaplanlar etkilenir, kartallar etkilenir, yeşilliklerin yaprakları etkilenir. Katliam olmuştur, yok etme gerçekleşmiştir, ölüm gerçekleşmiştir; etraftaki her şey etkilenir. Anlaşılan o ki, en fazla uykuya dalmış olan insandır...
Buda'nın sutralarının üzerinde derinlemesine düşünmek, özümsemek, izlemek gereklidir. Diyor ki:
Uyanıklık hayata giden yoldur.
Sadece farkında olduğun oranda canlısın. Yaşamla ölüm arasındaki ayrım farkındalıktır. Sadece nefes aldığın için canlı sayılmazsın, sadece kalbin attığı için canlı sayılmazsın. Hiç bilincin olmadan, fizyolojik olarak hastanede canlı tutulabilirsin. Kalbin atmaya devam edecek ve nefes alabileceksin. Mekanik ayarlamalarla nefes alma ve kalbin atması ve kanın dolaşımı anlamında yıllarca canlı tutulman mümkün olabilir. Artık dünyanın çeşitli yerlerindeki gelişmiş ülkelerde bitkisel olarak hayatına hastanelerde devam eden pek çok insan vardır çünkü gelişmiş teknoloji ölümünü sonsuza dek erteleyebilecek olanaklar yarattı; yıllar boyunca hayatta tutulabilirsin. Şayet bu yaşamaksa hayatta tutulabilirsin. Ama bu yaşamak falan değil. Bitkisel olarak yaşamak hayat değildir.
Budaların başka bir tanımlaması vardır. Onların tanımı bilinçliliği içerir. Onlar sadece nefes aldığın için senin yaşadığını söylemiyorlar, onlar sadece kan dolaşımın var diye senin yaşadığını söylemiyorlar; onlar eğer uyumuyorsan yaşadığını söylüyorlar. Öyleyse uyanmış olanlar haricinde hiç kimse gerçekten yaşamıyor. Sen cesetsin —yürüyen, konuşan, bir şeyler yapan— robotsun.
Uyanıklık hayata giden yoldur diyor Buda. Daha uyanık hale gel ve daha fazla canlanacaksın. Ve hayat Tanrıdır; başka bir Tanrı yoktur. Bu yüzden Buda hayat ve farkındalık hakkında konuşur. Hayat amaçtır ve onu elde etme tekniği, yöntemi de farkındalıktır.
Ahmak uyur...
Herkes uyur, yani herkes aptaldır. Hakarete uğramış hissetme. Gerçekler olduğu gibi ortaya konulmalıdır. Uykuda yaşıyorsun; o yüzden tökezliyorsun, yapmak istemediğin şeyleri yapıp duruyorsun. Yapmamaya karar verdiğin şeyleri yapıp duruyorsun. Doğru olmadığını bildiğin şeyleri yapmaya devam ediyorsun ve doğru olduğunu bildiğin şeyleri yapmıyorsun.
Bu nasıl mümkün olabilir? Neden dosdoğru yürüyemiyorsun? Neden sürekli yan yolların tuzağına düşüyorsun? Neden sürekli yanlış yola sapıyorsun?
Çok güzel sesi olan genç bir adamdan, bu gibi durumlarda hep utangaçlık yaşadığını söylemesine ve yalvarmasına rağmen bir törendeki gösteride oyunculuk yapması istenir. Çok basit olacağı ve sadece bir satır konuşacağı konusunda söz verilir: "Buraya bir öpücük almaya ve savaşa atılmaya geldim. Ahhh! Bir tüfeğin ateş ettiğini duyuyorum" deyip sahneden çıkacaktır.
Oyun oynanırken son anda giymek zorunda bırakıldığı üzerine yapışmış dapdar binici pantolonu yüzünden utana sıkıla sahneye çıkar ve artık bembeyaz elbisesiyle bahçedeki banka uzanmış kendisini bekleyen güzel kadın kahramanın önüne geldiğinde sinirleri iyice gerilir. Gırtlağını temizleyip, bağırarak der ki; "Paçanı öpmeye geldim —yok!— öpücük almak ve at arabasında osurmak —yani savaşa atılmak demek istiyorum! Ahhh! Fokurdayan bir çaydanlık duyuyorum —yok!— kıkırdayan bir çukur, zonklayan bir bok. Ohh, yarasaboku, fareboku, bok yağsın hepinizin üstüne! Bu lanet olası oyunda oynamayı zaten ta başından hiç istememiştim!"
Olan şey bu. Yaşamını izle; yaptığın her şey o kadar kafa karıştırıcı ki, kafanı karıştırıyor ki. Hiç netliğin yok, hiçbir algılaman yok. Uyanık halde değilsin. Göremezsin, duyamazsın; elbette ki duyabilecek kulakların var ama içerde onu anlayacak kimse yok. Kesinlikle gözlerin var ve görebilirsin ama içerde kimse mevcut değil. O yüzden gözlerin görmeye, kulakların duymaya devam ediyor ama hiçbir şey anlaşılmıyor. Ve her adımda tökezliyorsun, her adımınla yanlış bir şey yapıyorsun. Ve hâlâ farkında olduğuna inanmaya devam ediyorsun. .
Bu fikri tamamen bırak. Onu bırakmak çok büyük bir sıçramadır, çok büyük bir adımdır çünkü bir kez "Ben farkındayım" fikrini bırakırsan farkında olmak için araçlar ve yöntemler aramaya başlayacaksın. Bu durumda içinde yer etmesi gereken ilk şey uykuda, tamamen uykuda olduğundur.
Modern psikoloji önemli birkaç şey keşfetti; bunlar sadece entelektüel olarak bulgulanmış olsa da yine de iyi bir başlangıçtır. Entelektüel olarak keşfedilebildiğine göre, sonradan, yakın bir zamanda varoluşsal olarak da deneyimlenecektir.
Freud çok büyük bir öncüdür; elbette ki bir Buda değildir ama hâlâ çok önemli bir adamdır çünkü insanın içinde çok büyük bir bilinçaltının gizli olduğu fikrinin insanlığın çoğunluğunca kabul edilmesini sağlamış ilk kişidir. Bilinçli zihin yalnızca onda birdir ve bilinçaltı zihin bilinçten dokuz kat daha büyüktür.
Sonra onun takipçisi olan Jung daha da ileriye gitti, biraz daha derine indi ve kolektif bilinçaltını keşfetti. Bireysel bilinçaltının ötesinde kolektif bir bilinçaltı mevcuttur. Artık, mevcut olan bir şeyi daha keşfedecek birilerine de ihtiyaç var ve umut ediyorum ki er ya da geç sürmekte olan psikolojik araştırmalar onu; kozmik bilinçaltını keşfedecektir. Budalar ondan hep bahsetmiştir.
Bu durumda biz son derece kırılgan bir şey olan, varlığının çok küçük bir parçası olan bilinçli zihin üzerine konuşabiliriz. Bilinçli zihnin arkasında bilinçaltı zihin vardır; belirsizdir. Onun fısıltılarını duyabilirsin ama ne olduğunu çıkaramazsın. O her zaman bilincin ardında durup onun iplerini çekmektedir. Üçüncüsü ise sadece rüyalarında yahut uyuşturucu kullandığında karşına çıkan bilinçsiz zihindir. Sonra kolektif bilinçaltı gelir. Onunla sadece kendi bilinçaltı zihnin içinde çok derin araştırmalara girecek olursan karşılaşırsın; ancak o zaman kolektif bilinçaltıyla karşılaşırsın. Ve hatta daha da ileri gidersen, daha derine inersen kozmik bilinçaltına geleceksin. Kozmik bilinçaltı doğadır. Kozmik bilinçaltı bugüne kadar yaşamış olan tüm insanlıktır; o senin bir parçandır.
Bilinçaltı, toplumun sende bastırdığı, ifade etmene izin vermediği senin bireysel bilinçaltındır. Dolayısıyla geceleyin arka kapıdan rüyalarına girer.
Ve bilinçli zihin... ben onu sözde bilinçli zihin olarak adlandıracağım çünkü lafta kalır. O kadar zayıftır ki, sadece yanıp sönen bir ışık gibidir ama sadece yanıp sönmesine rağmen yine de önemlidir çünkü tohuma sahiptir; tohumlar da her zaman küçüktür. Muhteşem bir potansiyeli vardır. Artık yepyeni bir boyut açılmakta. Nasıl Freud bilincin altında bir boyut açtıysa, Sri Aurobindo da bilincin üzerindeki boyutları açmıştır. Freud ve Sri Aurobindo bu çağın en önemli iki kişisidir. Her ikisi de entelektüeldir; ikisi de uyanmış kişiler değildir ama insanlığa muhteşem hizmetleri dokunmuştur. Bizlerin yüzeyde göründüğümüz kadar küçük olmadığımızı ve bu yüzeyin muhteşem derinlikler ve yükseklikler sakladığını entelektüel olarak anlamamızı sağlamışlardır.
Freud derinliklere gitti, Sri Aurobindo yüksekliklere ulaşmaya çalıştı. Sözde bilinçli zihnimizin üzerinde gerçek bilinçli zihnimiz vardır: Bu sadece meditasyonla elde edilebilir. Sıradan bilinçli zihne meditasyona eklendiğinde, sıradan bilinçli zihin artı meditasyon olduğunda gerçek bilinçli zihin halini alır.
Gerçek bilinçli zihnin ötesinde süperbilinçli zihin vardır. Meditasyon yaptığında sadece bir anlığına onu yaşarsın. Meditasyon karanlıkta el yordamıyla ilerlemektir. Evet, bazı pencereler açılır ancak tekrar ve tekrar olduğun yere geri dönersin. Süperbilinçli zihin samadhi demektir; kristal berraklığında bir algılamaya sahip olmuşsundur, tümleşik bir farkındalığa ulaşmışsın demektir. Artık onun altına düşemezsin; o senindir. Uykuda bile seninle kalacaktır.
Süperbilincin ötesinde kolektif süperbilinç vardır; kolektif süperbilinç dinlerde "Tanrı" olarak bilinen şeydir. Ve kolektif süperbilincin ötesinde tanrıların dahi ötesine geçen kozmik süperbilinç vardır. Buda onu nirvana olarak adlandırır. Mahavira onu kaivalya olarak adlandırır, Hindu mistikler ona moksha demişlerdir; sen ona hakikat diyebilirsin.
Bunlar varlığının dokuz halidir. Ve sen varlığının sadece çok küçük bir köşesinde yaşıyorsun; küçücük bilinçli zihninde. Bu sanki birisinin bir sarayı varken onu tamamen unutup sundurmada yaşamaya başlaması ve bunun hepsi olduğunu düşünmesi gibi bir şey.
Freud ve Sri Aurobindo'nun her ikisi de öncüdür, filozoftur, birer entelektüel devdir ancak her ikisi de muhteşem bir tahmin işi yürütmektedir. Öğrencilere Bertrand Russell'ın, Alfred North Whitehead'in, Martin Heidegger'in, Jean-Paul Sartre'ın felsefesini öğretmektense, Sri Aurobindo hakkında bir şeyler öğretilse çok daha iyi olurdu çünkü o bu çağın en büyük felsefecisidir. Fakat o akademik dünya tarafından tamamen göz ardı edilmiş, ihmal edilmiştir. Bunun nedeni Sri Aurobindo'yu okumanın dahi sana farkında olmadığını hissettirecek olmasıdır. Ve kendisi dahi henüz bir Buda olmamıştır ama yine de sende utanç yaratır. Eğer o doğruysa, o zaman sen ne yapıyorsun? O halde neden varlığının yüksekliklerini keşfetmiyorsun?
Freud çok büyük bir dirençle kabul edildi ama sonunda kabul gördü. Sri Aurobindo henüz kabul dahi edilmedi. Aslına bakılırsa ona karşı dahi çıkılmamıştır; o yalnızca görmezden gelinmiştir. Ve nedeni çok açıktır. Freud senden düşük seviyedeki bir şeyden bahseder; bu utanç verici bir şey değildir. Bilinçli olduğunu ve bilincinin altında bilinçaltının, bilinç dışının ve kolektif bilinçaltının olduğunu bilmek seni iyi hissettirir. Ama bu hallerin hepsi senden aşağıdadır; sen tepedesin, kendini iyi hissedebilirsin. Ancak Sri Aurobindo'yu öğrenirsen utanç duyarsın, aşağılanmış hissedersin çünkü senden daha yüksek haller mevcuttur. Ve insanın egosu kendisinden daha yüksekte bir şey olduğunu hiçbir zaman kabullenmek istemez. İnsan her zaman kendisinin zirve, doruk, Gourishankar, Everest olduğuna; kendisinden daha yüksek bir şey olmadığına inanmak ister....
Ve kendi krallığını reddetmek, kendi yüksekliklerini reddetmek iyi hissettirir; kendini çok iyi hissedersin. Bunun aptallığına bir bak.
Buda haklı. Diyor ki: "Ahmak zaten ölüymüşçesine uyur ama usta uyanıktır ve sonsuza dek yaşar."
Farkındalık ölümsüzdür, ölümü hiç bilmez. Sadece farkında olmamak ölür. Demek ki bilinçsiz olarak, uykuda kalırsan yeniden ölmen gerekecek. Tüm bu tekrar tekrar ölmek ve doğmak perişanlığından kurtulmak istersen tamamen uyanık hale gelmen gerekecek. Bilinçte yükseklere daha yükseklere ulaşman gerekecek.
Ve bu şeyler entelektüel temelde kabul edilmesi gereken şeyler değildir; bu tür şeyler yaşantısal hale gelmek zorundadır, bu tür şeyler varoluşsal hale gelmek zorundadır. Sana felsefi olarak ikna olman gerekiyor demiyorum çünkü felsefi kanaatler hiçbir şey getirmez, hasadı yoktur. Gerçek hasat yalnızca sen kendini uyandırmak için büyük bir gayret sarf ettiğinde gerçekleşir.
Ancak bu entelektüel haritalar sende bir arzu uyandırabilir, bir istek yaratabilir. Potansiyelin, mümkün olanın farkına varmanı sağlayabilir; senin göründüğün şey olamadığın, çok daha fazlası olduğunu fark etmeni sağlayabilir.
Ahmak zaten ölüymüşçesine uyur ama usta uyanıktır
ve sonsuza dek yaşar.
O izler. O berraktır.
Basit ve güzel ifadeler. Hakikat her zaman basittir ve her zaman güzeldir. Şu ifadelerin basitliğine bak... ama o kadar çok şey içeriyorlar ki. Sözcükler içerisinde sözcükler, sonsuz sözcükler; O izler. O berraktır.
Öğrenilmesi gereken tek şey izleyiciliktir. İzle! Yaptığın tüm eylemleri izle. Zihninden geçen her düşünceyi izle. Seni ele geçiren tüm arzuları izle. Küçücük hareketlerini bile; yürümeyi, konuşmayı, yemeyi, duş almayı izle. Her şeyi izlemeyi sürdür. Her şeyin izlemek için bir fırsat olmasını sağla.
Mekanik bir şekilde yeme, kendini tıka basa doldurmaya devam etme; çok farkında ol. Çok iyi çiğne ve fark et... ve bu ana kadar ne kadar çok şeyi kaçırmış olduğuna şaşıracaksın çünkü her ısırık sana müthiş bir tatmin verecek. Farkında olarak yiyecek olursan yiyecekler daha bir lezzetli hale gelecek. Sıradan yiyecekler dahi farkında olursan lezzetli olur; farkında değilsen en lezzetli yiyeceği bile yesen tadı olmayacaktır çünkü fark edecek kimse yoktur. Kendini sadece tıkayıp durursun. Yavaşça ye, farkında olarak; her ısırığın tadına varılmalı, çiğnenmeli.
Kokla, dokun, meltemi ve güneş ışınlarını hisset. Aya bak ve farkındalığın dingin havuzu ol ve ay muhteşem güzelliğiyle üzerinde yansıyacaktır.
Yaşamın içine sürekli farkında olarak katıl. Tekrar ve tekrar unutacaksın. Bu yüzden kendini harap etme; bu doğaldır. Milyonlarca hayattır farkındalığı hiç denemedin, bu nedenle sürekli olarak, defalarca unutman çok basit ve doğal bir şey. Ama hatırladığın anda tekrar izle.
Bir şeyi aklından çıkarma: İzlemeyi unuttuğunu anımsadığında üzülme, pişmanlık duyma yoksa yeniden vakit kaybediyorsun. Kendini harap etme: "Yine kaçırdım." "Ben bir günahkârım" diye hissetme. Kendini lanetlemeye başlama çünkü bu yalnızca vakit kaybıdır. Geçmiş için hiçbir zaman pişmanlık duyma! Anda yaşa. Unutmuşsan ne olmuş? Doğaldı bu; bu bir alışkanlık halini almıştı ve alışkanlıklar çok zor ölür. Ve bu alışkanlıklar bir tek hayatta özümsenmedi; bu alışkanlıklar milyonlarca hayatta özümsendi. Dolayısıyla birkaç anlığına dahi farkında kalabilirsen şükran duy. Bu çok az anlar dahi beklenenden çok daha fazlasıdır.
O izler. O berraktır.
Ve izlediğinde bir berraklık ortaya çıkar. Niçin berraklık izlemekten doğar? Daha çok farkında oldukça tüm telaşın giderek yavaşlar. Daha zarif hale gelirsin. İzledikçe geveze zihnin daha az gevezelik yapar çünkü gevezelik haline gelen enerjin dönüşür ve farkındalık halini alır; o aynı enerjidir! Artık giderek daha fazla enerji farkındalığa dönüşür ve zihin besinini elde edemez. Düşünceler giderek incelmeye başlayacaktır, kilo kaybedecektir. Yavaş, yavaş ölmeye başlayacaklar. Ve düşünceler ölmeye başladıkça berraklık ortaya çıkar. Artık zihnin bir ayna haline geldi.
Ne mutlu ona! Ve bir kimsede berraklık varsa o kişi mutludur. Kafa karışıklığı sefaletin kökündeki nedendir; mutluluğun temelleri ise berraklıktadır.
Ne mutlu ona! Uyanık olmanın hayat olduğunu gördüğü için.
Ve artık o bilir ki ölüm yoktur çünkü uyanık olmak hiçbir zaman yok edilemez. Ölüm geldiğinde onu da izleyeceksin, izleyerek öleceksin; izlemek ölmeyecek. Bedenin kaybolacak, toza toprağa karışacak ama farkındalığın kalacak; kozmik bütünün bir parçası olacak. Kozmik bilinç haline gelecek.
Böyle anlarda Upanishadları yazanlar "Aham brahmasmi — ben kozmik bilincim" diye ilan ederler. Bu tür durumlarda Hallac-ı Mansur "En-el hak!—ben hakikatim!" demiştir. Bu yükseklikler senin doğuştan sahip olduğun haklardır. Şayet onları elde edemezsen sadece sen sorumlusun başka hiç kimse değil.
Ne mutlu ona! Uyanık olmanın hayat olduğunu gördüğü için.
Ne mutlu ona ki uyanmışların yolunu takip eder
Mutluluk ve özgürlük arayışında büyük bir sebatla
meditasyon yapar.
Bu sözleri çok dikkatle dinle. Büyük bir sebatla... Kendini uyandırmak için tüm gayretini ortaya koymazsan bu gerçekleşmeyecek. Kısmi gayret boşunadır. Şöyle-böyle olamazsın, ılık olamazsın. Bunun bir yararı olmaz. Ilık su buharlaşamaz ve uyanık olmak için yapılacak ılık gayretler başarısızlığa mahkûmdur.
Dönüşmek sadece sen tüm enerjini ona verdiğinde gerçekleşir. Yüz santigrat derecede kaynadığın zaman buharlaşırsın, o zaman simyasal değişiklik gerçekleşir. O zaman yükselmeye başlarsın. Hiç gözlemlemedin mi? Su aşağı doğru akar ama buhar yukarı doğru yükselir. Tamamen aynı şey olur: Bilinçsizlik aşağı doğru gider, bilinç yukarı doğru.
Ve bir şey daha: Yukarı doğru içe doğru ile eşanlamlıdır ve aşağı doğru da dışa doğruyla eşanlamlı. Bilinç içeri doğru gider, bilinçsizlik dışa doğru gider. Bilinçsizlik senin başkalarıyla; şeylerle, insanlarla ilgilenmeni sağlar ama her zaman başkalarıdır ilgilendiğin. Bilinçsizlik seni tamamen karanlıkta tutar; gözlerin her zaman başkalarına odaklanır. O bir çeşit dışsal alan yaratır, seni dışadönük yapar. Bilinç içsel alan yaratır. O seni içedönük yapar, seni içeriye doğru, derine daha derine götürür.
Derine ve daha derine aynı zamanda yükseğe ve daha yükseğe demektir; ikisi eşzamanlı olarak gelişir, tıpkı bir ağacın gelişmesi gibi. Sen sadece onun yükseğe doğru gittiğini görürsün, köklerin aşağı doğru gittiğini görmezsin. Ama öncelikle köklerin aşağı doğru gitmesi gerekir, ancak o zaman ağaç yukarı doğru yükselir. Şayet bir ağaç göğe ulaşmak isterse en alta köklerini göndermek zorunda kalacaktır, mümkün olan en alttaki derinliklere. Ağaç her iki yönde de eşzamanlı olarak büyür. Tamamıyla aynı şekilde bilinç de yukarı doğru yükselir... aşağı doğru köklerini senin varlığının içine gönderir.


OSHO
 
Üst