Avrupa'da Cadılık

Amphitrite

Banlı Kullanıcı
Katılım
28 Şub 2010
Mesajlar
350
Tepkime puanı
41
Açıkçası, cadılık hep vardı ve çoğunlukla sert biçimde cezalandırılırdı. Afrika’da[1] milyonlarca ve Hindistan’da 19. yüzyılda[2] bile, çok sayıda insan cadılık nedeniyle yok edildi. Avrupa’da Hıristiyan yetkililerin döneminde 13. yüzyıla dek fazla zulüm yapılmadı. Katoliklere oranla Protestanların daha sert cezalar verdikleri yaygın kanıdır. Çoğunlukla, Hıristiyanlık dönemlerde Katolik inancının bastırdığı dinsel eğilimlerin cadılıkla ortaya çıktığı görüşü ileri sürülür. Başka bir deyişle, yeni inançla bastırılan, ancak gizli bir hareketmiş gibi, yine de varolan paganizmin ortaya çıkmasıdır. Bu görüşe karşı şunlar belirtilmelidir: 1- Katolik Kilisesi eski dünyanın iyi yönlerine karşı değildi; örneğin Platon ve Aristoteles’i nasıl benimsediğini, Druid ve Flamenlerin nasıl Hıristiyan rahipler olduklarını, Papanın nasıl Pontifex Maximus olduğuna dikkat edin; 2- Katolik Kilisesi yararlı dinsel eğilimleri bastırmaz, ancak onları hem bireye, hem de kişinin yaşadığı topluma yararlı olması yolunda yönlendirmeye çalışır. Dolayısıyla, cadılıktaki bastırılmış dinsel eğilimler pagan değil, psikopatolojiktir.

Cadılıkta kadim bir verimlilik kültünün izlerini aramak anlamsız olur. Dünyanın meyvelerini kutsayan hâlâ kilisedir. Cadılar ise tersine, bebekleri öldürür, evli çiftleri verimsiz kılan, sığırlarda hastalığa neden olan ve ekinleri kavuran hastalıklar çıkarırlar.

Bugün çoğu kişi cadılığa inanmaz. Ancak, hipnoz ve telkinin etkilerini kabul ederler. Bunların etkileri, üzerinde hiç araştırma yapmamış kişilerin sanığından daha güçlü etkileri olabilir. Ölümcül olabilirler. Çünkü bunlar, tümüyle habersiz olduğumuz, ancak çok önemli olduğu psikologlar tarafından gösterilen zihnin bir bölümü olan Bilinçaltını etkiler.

Cadılığın kökeni belirli bir dinle bağlantılı değildir, ancak tüm dinlerde cadılar olmuştur. Cadılık, dine, doğaya ve Tanrı’ya karşı tümüyle başkaldırmaktır. Bunun üzerinde tartışmak gereksizdir. Tüm zamanlarda ve yerlerde bunun böyle olduğu belirtilir.

Kutsal Kitap Referansları

250px-Endor.jpg


Kutsal Kitap’ta [Bible] cadılığa ilişkin birçok uyarı vardır. Çıkış 22/18’de, cadılığa ölüm cezası verildiğinden söz edilir. Burada, o zamanlar bile erkek büyücülerden çok tanınan kadın büyücülerden söz eder. Konuya, Levililer 19/26, 31 ve 20/6, 27’de yeniden değinilir. Bu son iki pasajda, büyücülerle birlikte onlara danışanların yok olacağına söz verilmiştir. Tesniye 18/10’da büyücüler [sorcerers] ve sihirbazlar [wizards] toplum dışı bırakılır. Mika 5/11, 12 ve Malaki 3/5 benzer pasajlardır. Saul’un nasıl Endor cadısına danıştığı iyi bilinir (I. Krallar = I. Samuel[3] 28/7-25). Manases de büyücülere danışmıştır (II. Krallar 21/6).

İncil’de, şeytanın İsa’yı baştan çıkarmasına, Havarilerin Simon Magus’la yaptıkları yarışmaya ve bir kızdan şeytanın çıkarılmasına önceden değindik. Resullerin İşleri, 19/19’da büyü kitaplarının yakılması vardır. Galatlar 5/20’de ve Vahiy 21/8 ve 22/15’te cadılık yasaklanmıştır.

Cadılara gerçek anlamda ölüm cezası verilmesi, aralarında Luther, Calvin ve Wesley’nin olduğu birçok teolog tarafından desteklenmiştir.
Kutsal Kitap Referansları
Kutsal Kitap’ta [Bible] cadılığa ilişkin birçok uyarı vardır. Çıkış 22/18’de, cadılığa ölüm cezası verildiğinden söz edilir. Burada, o zamanlar bile erkek büyücülerden çok tanınan kadın büyücülerden söz eder. Konuya, Levililer 19/26, 31 ve 20/6, 27’de yeniden değinilir. Bu son iki pasajda, büyücülerle birlikte onlara danışanların yok olacağına söz verilmiştir. Tesniye 18/10’da büyücüler [sorcerers] ve sihirbazlar [wizards] toplum dışı bırakılır. Mika 5/11, 12 ve Malaki 3/5 benzer pasajlardır. Saul’un nasıl Endor cadısına danıştığı iyi bilinir (I. Krallar = I. Samuel[3] 28/7-25). Manases de büyücülere danışmıştır (II. Krallar 21/6).

İncil’de, şeytanın İsa’yı baştan çıkarmasına, Havarilerin Simon Magus’la yaptıkları yarışmaya ve bir kızdan şeytanın çıkarılmasına önceden değindik. Resullerin İşleri, 19/19’da büyü kitaplarının yakılması vardır. Galatlar 5/20’de ve Vahiy 21/8 ve 22/15’te cadılık yasaklanmıştır.

Cadılara gerçek anlamda ölüm cezası verilmesi, aralarında Luther, Calvin ve Wesley’nin olduğu birçok teolog tarafından desteklenmiştir.

Diana (Artemis) Kültü

sabbath.jpg


Onuncu yüzyılda Regino pagan-tanrıça Diana’yla geceleri toplantı yapan kötü amaçlı kadınlardan söz eder.[4] Cadılar niçin Apollon’un ikiz kızkardeşi olduğu söylenen bu erdem, avcılık ve güzel ay tanrıçasıyla ilişkilendirilir? Görünüşe göre özünde başka bir yapı daha vardı. Öylesine erdemliydi ki, ona âşık olan birçok kişinin başına kötülükler gelirdi. Ancak, Pan ve Orion’la ilişkiye girdiği dedikoduları nedeniyle, yakışıklı çoban Endymion’la birlikte olmaktan hoşlandığı ilkelerini unuttu. Aslında Ay tanrıçasının karanlık bir yönü, hatta üç yönü vardı; bu nedenle de ona triformis (Üçlü-biçim) denirdi ve bazen köpek, at ve domuz başlı olarak resmedilirdi. Luna ya da gökteki Ay’dı, yeryüzünde Diana ve cehennemde Hekate’ydi. Hekate olarak efsunlar gerçekleştirirdi ve aynı zamanda, kavşaklarda görüldüğü için Trivia da denilmiştir. Bazı majik etkinlikleri gerçekleştirmek için, söylenilene göre, bazen, kavşaklara gidilmesi gerekir. Anlaşılan o ki, cadılar Hekate’den cadılık tanrıçasından yardımı ister ve Shakespeare’in Macbeth’inde cadılarla ilişki içinde olduğu görülür. Dokuzuncu yüzyılda Kilise Genel Konseyinin bildirisinde Diana’nın çağırılmasından, ki burada aslında Hekate demek istenir, söz edilir. Bu aynı zamanda, daha sonra Witches’ Sabbathts (Cadı Toplantıları) ya da kısaca Sabbatlar olarak adlandırılan toplantılara katılmak için kadınların bazı hayvanların üzerine binerek uzun yol yaptıklarını itiraf etmeleri ve inandıkları anlamına de gelir. Böylelikle cadılar, Ay’a tapınmayı küçük düşüren ve otlar, maji ve efsun kullanımında yetenekli Selanikli büyücülerden söz edilen Yunan klasiklerinde kınanan bir Ay kültünü sürdürdü.

Ancak tuhaf bir şeyden daha söz edilir. 1310’da Traves’te bir Kilise Konseyi Diana ya da Herodiana’yla birlikte uçtuğunu sanan kadınları kınar. Daha sonra, Herodias’la uçmaktan söz edilir. Herodias’tan İncil’de de (Matta 14, Markos 6 ve Luka 3) söz edilir. Önce amcası Philip’le evlendi, ancak amcasının kardeşi Herod Antipas için onu terk etti. Vaftizci Yahya bunun uygunsuz olduğunu söyledi. Herodias’ın kızı Herod’un önünde dans ettiğinde, bu öylesine hoşuna gitti ki isteyeceği herhangi bir şeyi gerçekleştireceğine yemin etti. Annesi tarafından yönlendirilen kız, Vaftizci Yahya’nın başının bir tabağa konulmasını istedi. Bu Herod’un hoşuna gitmedi, ancak yemin ettiği için Yahya’nın öldürülmesini sağladı. Herodiana’nın Herodias’ın kızı olduğu ileri sürülür.[5]

Tüm bunlar; a- cadıların dans etmeye düşkün olduklarını, b- Herodiana gibi kötü bir amaç uğruna dans ettikleri anlamına gelir. Herodiana’nın adının içinde Diana olması birbirleriyle ilişkili olduğunu gösterir.

Şeytanla Anlaşma Yapmak

Bu tür anlaşmaların kanıtı İşaya 28/15’tir. Latince çevirisi şöyledir: "Mademki siz dediniz: Ölümle ahit kestik ve ölüler diyarı ile uyuştuk." Origen ve Augustine bu anlaşmalardan söz eder ve skolastik filozoflar söylenen ve uygulanan anlaşmaların arasındaki farkı verir. Söylenen anlaşma iblisi çağırmaktan oluşur; uygulanan anlaşma ise, ondan yardım beklemektir. Burada iblis, kötü ruh anlamındadır ve bunlardan sayıca çok vardı.

Cadı kültünün zirvede olduğu dönemde, siyahlar giymiş biri, aralarına katılmak isteyen kişiye konuk olur. o kişi şeytan, daha doğrusu şeytanın vekilidir. Bazen kurbanın yazılı bir anlaşmaya imza atmasını sağlar ve imza mutlaka imza atan kişinin kanıyla atılırdı. Bazen belgenin tümü kana boyanırdı.[6] Kurban yazı yazmayı bilmiyorsa, imza yerine geçen simge çemberdi, çünkü olağan haç yasaktı. Anlaşma bazen kavşaklarda yapılmalıydı. Anlaşmaya göre, şeytan kişiye istediği her şeyi verecek örneğin bilgi, varlık, başarı, zevk ve düşmanlardan intikam, kurban bunların karşılığında ise Katoliklikten vazgeçecek, Vaftizini reddedecek, Sonsuz Kurtuluş isteğini terk edecek ve öldüğünde ruhunu cehenneme teslim edecekti. Anlaşma yedi ile dokuz yıl için geçerliydi. Bazen bu süre dolduğunda kurban ölür, bazen de anlaşma yenilenirdi.

Teologların görüşüne göre, şeytan ya da herhangi bir iblisle anlaşma yapmak yasal olarak bağlayıcı değildi. Bazen anlaşma reddedilir ve kiliseyle barışılırdı. Hatta azizlerden ikisi önceden büyücülük yapmıştır. Antakyalı Aziz Cyrian (4. yüzyıl) kötü ruhlar aracılığıyla bir kızı baştan çıkarmaya çalıştı. Ancak kız onu dine döndürdü ve ikisi de bu inanç yüzünden çok acı çekti. Kilikya’lı Aziz Theophilus (6. yüzyıl) şeytanla kendi kanıyla anlaşma imzaladı. Çok saygın bir kilise haznedarıydı ve piskoposluk önerildi, ancak reddetti. Piskoposluğa başka biri atandı ve yeni rejim sırasında Theophilus’a bazı suçlamalarda bulunuldu. Asılsız suçlamalara öfkelenen Theophilus, bir büyücüye gitti ve şeytanla görüşüp bir anlaşma imzaladı. Bu suçlamaların asılsız olduğu ortaya çıktı ve Theophilus eski görevine yeniden getirildi. Tövbe edip oruç tutarak uzun süre dua edip yakardıktan sonra, Meryem Ana, Theophilus’a göründü ve günahkârın adına, İsa’ya yalvaracağına söz verdi. Sonunda bağışlandı ve anlaşma mucizevî bir biçimde pişman olan piskoposa geri verildi, o da anlaşmayı yaktı. Theophilus, daha sonra, yıllar boyu kutsal bir yaşam sürdü. Şeytanla anlaşma yapan bir başka din adamı da bir Dominikan olan Santarem’li Gil’di.

Faust Efsanesi

images


Öykü kadim Yahudi efsanelerine dayanır.[7] İlk kez 1587’de Spiess tarafından yayımlandı. Kısa süre sonra, 1589’da C. Marlowe tarafından bir oyuna dönüştürüldü: "The Tragical History ol Dr. Faustus" (Dr. Faustus’un Trajik Tarihi). En çok bilinen versiyonu, iki bölümden oluşan, öyküyü anlatan yalnızca ilk bölümü ve okült felsefesinin derinliklerine inen ikinci bölümden oluşan Goethe’nin "Fausf"uydu. Aynı konulu birkaç oyun daha yazıldı, ancak operalar daha çok bilinir. Örneğin Spohr: Faust (1816); Berlioz: Damnation de Faust (1846); Gounod: Faust e Margoerito (1859); Boito: Mefistophele (1868) ve Zollner: Faust (1887). Wagner bir Faust uvertürü, Liszt de bir Faust senfonisi bestelemiştir.

Knittlingen, Württemberg’de yaklaşık 1480-1538 yılları arasında Dr. Johann Faust ya da Faustus adında gerçek bir kişi yaşadığına, ve bu kişinin simyacı, astrolog ve majisyen olduğuna inanılır.

Özgün efsanede, Faust önce düşkırıklığına uğramış yaşlı bir adam olarak görülür. Majik sanatıyla şeytanı çağırır, kendisine verilecek olan bilgi ve sınırsız zevk içerisinde yirmi dört yıl daha yaşamasına izin verilen bir anlaşma imzalamayı kabul eder. Birçok macera yaşar, ancak süresinin dolması üzerine cehenneme gönderilir.

Goethe’nin Faust unun ilk bölümünde Faust başta yüksek kemerli Gotik bir odada derin derin düşünerek intihar etmeyi tasarlarken görülür. Paskalya ilahisi okuyan bir grup tarafından kurtarılır. Yardımcısı Wagner’le yürüyüşe çıkarlar ve Faust ‘u eve kadar izleyen bir fino köpeği görürler. Faust büyü yapar ve köpek Mephistopheles adında bir şeytana dönüşür. Şeytan ikinci kez konuk olduğunda bir anlaşma hazırlanır ve Faust’un kanıyla imza atılır. Mephistopheles, kanın eşsiz özellikleri olduğunu açıklar. Ardından birlikte Leipzig’de bir meyhanenin mahzenine inerler ve Mephistopheles maji yoluyla içki yapar, ancak kavga çıkar. Ardından, maymunlarca korunan büyük bir kazanın bulunduğu bir cadının mutfağına giderler. Cadı gelir ve olağanüstü törenler sonrasında Faust’a majik karışımdan içirir. Faust, kısa süre sonra, Mephistopheles’in yaptığı mücevherlerle baştan çıkaracağı, Margaret adında çok güzel bir kızla tanışır. Yeni doğan çocuklarını öldürür ve hapse gönderilir. Bu arada Faust ve şeytan Harz dağlarında gerçekleşen cadıların Walpurgis Geceleri kutlamalarına katılır ve Oberon ile Titania’mn Altın Düğünü gerçekleşir. Sonunda, Faust ve Mephistopheles, Margaret’i hapishaneden kurtarmaya çalışır, ancak delirmiştir ve kurtarılmayı reddeder.

İkinci bölüm, Faust’un Analar’a yolculuğunu, Troyalı Helen’in Büyücülüğünü, Homunculus’un Yaratılışını, Klasik Walpurgis Gecelerini ve Faust ile Margaret’in gerçek kurtuluşunu içerir.
Cadılığa Karşı Yasalar
Hıristiyanlığın ilk dönemlerinde cadılar ve diğer dindışı düşüncelere karşı hazırlanan yasaları birbirinden ayırmak zordur. 314’te Ancyra Konseyi büyücülüğe ilişkin, eczacılığın bir kolu olarak söz eder ve büyücülüğü yasaklar, ancak cezası birkaç yıldır. 373’te Birleşik imparatorlar Valentinian ve Valens’in döneminde, zina, vatan hainliği ve büyü yoluyla zehirlemekle suçlanan Gnostiklere ağır işkenceler uygulandı. Büyünün kurbanı öldüyse, Anglo Sakson yasaları yedi yıl boyunca ekmek ve suya tövbe etmeyi gerektiriyordu. Canute, cadıları sürgüne gönderiyor, aynı suçu yeniden işleyene ölüm cezası veriyordu. 506’da Agde Konseyi (Lower Languedoc) vampirlerin, zehirleyicilerin ve cadıların aforoz edilmesini emretti. 541’deki ilk Orleans Konseyi falcılığı yasakladı. 589’da Narbonne Konseyi büyücülerin aforoz edilmesini yoğunlaştırdı ve incubi ya da succubi’lerin görülmesine neden olan kişilerin halkın önünde kırbaçlanmasını emretti. Bazı konseyler, şeytana tapınmayla ilişkilendirilen halk âdetlerini suç saydı. 681’de Toledo Konseyi taşlara saygı duyanlara ve ilkbaharı kutlamak için meşale yakanları kınar. İngiltere’de 7. yüzyılda kilise, şeytana adakta bulunmayı ve geyik ya da boğa kılığına girilmesini suç saydı. Ayrıca, efsun, aşk iksirleri, zehir kullananların tövbe etmeleri gerektiğini belirtti ve büyüleyici yerlerde (ağaç kümeleri, bazı taşlar, sınırların birleştiği yerler vs.) yemin etmeyi yasakladı.

Papa VIII. Boniface (y. 1294-1303) büyücülükle, dindışı bir olgu varsa -örneğin kara maji- Engizisyon’un ilgilenmesi gerektiğini bildirdi. Papa XII. John (y. 1316-1334) önce zehirlendi, ardından büyü yapıldı; Papalık sarayında bile büyücüler vardı ve onlardan üçü (aralarında bir piskopos da olan) yeğeninin majik ölümü (balmumundan nesneler, örümcek ve kurbağa külleri ve domuz safrası vs. kullandılar) nedeniyle diri diri yakıldı. Aynı Papa Engizisyona her türlü büyücülük ve falcılığı yargılama yetkisi verdi. Ancak on yıl sonra bu yetkiyi geri aldı. 1374’te Papa XI. Gregory (1370-1378’de görevdeydi) Engizisyona tüm büyücü ve okült uygulayıcılarını yargılama yetkisini yeniden verdi. 1484’te Papa VIII. Innocentus (1484-1492’de görevdeydi) özellikle büyücülüğe karşı bir bildiri yayımladı.

İngiltere’de 1541, 1562 ve 1601 yasaları cadılara yönelik olarak çıkarıldı. Bu yasalar cadılığı ağır bir suç olarak kabul etti ve din adamlarına da ayrıcalık yapılmayacaktı. Bu yasalara dayanan son duruşma 1712’de gerçekleştirildi. Yasalar sonradan işlemez oldu ve bir kişinin yasaları yeniden canlandırma girişiminde bulunmasıyla, 1736’da yürürlükten çıkarıldılar. İngiltere’de birkaç cadı yakıldı. Zaten çoğunlukla yakılırlardı. Ancak Avrupa’da, özellikle Engizisyon’da yargılananların yakılması yaygındı.

Bazı Ünlü Cadı Duruşmaları

Frenklerin Merovingan kralı I. Chilperic’in (561-584), ilk karısı Galeswintha’yı öldürdüğünden kuşkulanılan, Fredegunda adında bir metresi vardı. Chilperic’in metresinden olan oğlu Clovis, annesinin büyücü olduğu sanılan Klodswithe adında bir kıza âşık oldu. Fredegund, Klodswithe’yi hapse attırdı. Kız öldü, annesi de idam edildi. Daha sonra, Clovis mahkum oldu ve bıçakla yaralanarak öldürüldü, ancak intihar ettiği bildirildi. Ardından Fredegund, Chilperic’i öldürdü. Fredegund kara maji yapıyordu ve bir kez Verdun piskoposu tarafından kötü bir ruhun etkisinde olmakla suçlanan bir kadını kurtardı.

Cüce Pepin (751-768’de görevdeydi) ve ardılı Charlemagne (768-814’de görevdeydi) döneminde gökten düştüğü öne sürülen ya da vizyon gördüğünü söyleyen birçok kişi işkence gördü.

İngiltere’deki ilk cadı duruşmaları Kral John (1199-1216’da görevdeydi) dönemindeydi. Gideon adında biri, kızdırılmış demirle işkence gördü, ancak masum olduğunu kanıtladı. İrlanda’da aynı dönemde, Hubert de Burgh kralın beğenisini kazanma büyüleri yapmakla suçlandı.

Fransa’da V. Louis (1314-1316’de görevdeydi) döneminde birçok kişi kralı, erkek kardeşini ve bazı lordlara zarar vermek için büyü yapmakla suçlandı. Bir cadı yakıldı ve büyücülük yapmaktan mahkum edilen kocası intihar etti. Son olarak, kralın bakanlarından biri, Enguerrand de Marigny asıldı. Bu öylesine protesto edildi ki, dava düşürüldü. Kral pişman oldu ve kurbanın ailesine tazminat ödedi.

1324’te Coventry’nin bazı vatandaşları Kral II. Edward (1307-1327’de görevdeydi) ve sevdiklerini, balmumundan heykellerine hançer saplayarak öldürmeye çalışmakla suçlandılar. Birkaç celse sonrasında duruşmaya son verildi.

Aynı yıl Kilkenny’de, (İrlanda) Leydi Alice Kyteler büyük bir kargaşaya neden olur. Dört erkekle evlenmişti. İlk üçü gizemli biçimde öldü ve dördüncü kocası, Sir John le Poer, eşinin tozları ve yağları nedeniyle korkunç bir hastalığa yakalanmıştı. Hizmetkârlarından birinin kara maji uyarısı üzerine, eşinin bazı kutularının anahtarlarını ele geçirdi ve kutuları açmasıyla dehşet içinde horoz bağırsakları, kurtlar, otlar, tırnak parçaları, beyinler, ölü bebeklerin vücutlarından alınan yağ ve giysilerle karşılaştı. Ayrıca, başı kesilen bir hırsızın kafatası vardı ve tüm sayılan maddelerin kafatasının içinde kaynatıldıkları ortadaydı. Sir John tüm bunları, zaman kaybetmeden araştırma yaptıran ve kadının dini reddeden, iblislerin hoşgörüsünü kazanmak için çabalayan, kendi eşlerini lanetleyen, insanları yaralayan ve öldüren bir gruba karıştığını gösteren kanıtlar toplayan Ossory piskoposuna bildirdi. Leydi Alice’in "cehennemin yoksul sınıfından" olan, Robert Artisson (filius Artis) adında bir iblisle günahkâr bir ilişkisi olduğu söylendi.[8] Dahası, şeytanın adının yazılı olduğu, Aşai Rabbani ayininde kutsandığına inanılan bir ekmeğe sahip olduğu görüldü.

Ne yazık ki, piskopos ülkeye yeni gelmişti ve Leydi Alice’in birkaç akraba ve arkadaşları o bölgede üst görevdeydi. Elbette, piskoposa bazı asılsız suçlamalarda bulunulmaya çalışıldı, ancak aklandı. Piskopos, Papa XXII. John’un koruması altındaydı ve bu papanın büyücülükten ne denli rahatsız olduğundan söz etmiştik. Leydi Alice’e karşı, uzayıp giden dava açma girişimi sırasında Leydi Alice, İngiltere’ye kaçtı ve sonunda Avrupa’da sığınacak bir yer buldu. Yapılan iğrençlikleri itiraf eden bir hizmetçisi canlı canlı yakıldı ve bir ya da iki hizmetçisi daha aynı kaderi paylaştı, ancak suçluların büyük bir çoğunluğuna kefaret cezası verildi. Piskopos, ülkeden ayrılmak zorunda kaldı ve 1360’da geç bir yaşta öldüğü İtalya’ya döndü.[9]

Vizyon gören ve Fransızlar’ın İngilizler’e karşı zafer kazanmasını sağlayan Azize Jeanne D’Ark (1412-1431), sonunda bir süre için İngilizlerin tutsağı oldu ve dindışı görüşler ve büyücülükle yargılandı, bu nedenle canlı canlı yakıldı. 1455’te dava yeniden açıldı ve aklandı. 1909’ta kutsandı ve 1920’de azize ilan edildi.

Aynı dönemde, İngiltere kralı IV. Henry’nin eşi ve V. Henry’nin üvey annesi olan Navarreli Joan yaşadı. Fransız olduğu için, Fransa’yla savaşırken gözden düştü. 1418’de cadılıktan yargılandı ve hapsedildi, ancak 1422’de özgürlüğüne kavuştuktan sonra 1437’ye dek varlık içinde yaşadı.

Engizisyon

Kilise her zaman için, yanlış öğretileri yayanları hapse atma hakkı olduğunu ileri sürmüştür (bkz. Resullerin İşleri 13/8-11). İlk yüzyıllarda piskoposlar bu gücü, o günlerde ruhanî yetkililere tümüyle yardımcı olan halkın gücünü de arkasına alarak kullandı. Ancak, olaylar daha da karmaşık olmaya başladıkça ve dindışı görüşlerin türleri arttıkça, piskoposları bu yükten kurtarmak için, Kutsal Görevin Kutsal Kilise Kurulu ya da Roma ve Evrensel Engizisyon Mahkemesi kuruldu. Çoğunlukla piskoposlarla birlikte, halkın desteğini alarak hareket ederdi. İlk Engizisyon başkanı, büyük olasılıkla, 1215’te göreve getirilen Aziz Dominic’ti. Ancak, kurum 1542’de baştan aşağı yeniden düzenlendi. İspanya’da Engizisyon’un verdiği cezalara auto-da-fe (inanç eylemi) denildi; yakılacak olanlara, kurban adarmış gibi, bir tür kolsuz cüppe giydirilip, bir tür taç takıldı ve kurban adamaya benzer bir törenle yakılırdı.

Engizisyonda görevlilerin çözümlemek zorunda kaldıkları cadılıkla bağlantılı karmaşık sorunları anlatmak için, Henry Kramer ve James Sprenger, "Maile-us Maleûcarum" adında, 1484’te papalık bildirisiyle onaylanan bir kitap yazdı.
Engizisyon hâlâ var ve bugün Roma Mahkemesi’nin oniki kurulundan biridir.

Mavisakal

Herkesçe bilinen Mavisakal öyküsü, 1697’de C. Pettault’ın eserlerinde ortaya çıktı. Hakkında bilinen ayrıntıların çoğu oldukça doğru olan, Laval Markizi, Fransız Mareşal Gilles de Rais’in (ö. 1440) yaşam öyküsüne dayandığı sanılır. Babası oniki yaşındayken öldü ve oğluna, olağanüstü ölçülerde mülk ve kralın serveti kadar bir servet bıraktı. Azize Jan D’Ark’ın ateşli savunucularından biri olması nedeniyle, seçkin askerlik görevi sırasında mareşal oldu. Savaş meydanına çıkar ve düşlenebilecek en olağanüstü biçimde savaşırdı. Yolculuklarında ona ikiyüz atlı birlik eşlik ederdi; gösterişli av yolculukları, o bölgenin dilindeydi. Şatosu, eğlenmeye gelen herkese açıktı. Özel bir tiyatrosu ve büyük bir tiyatrocu grubu vardı. Hiçbir Kilise, kendine özgü küçük kilisesi kadar gösterişli değildi ve içindeki eşyaların çoğu altındandı. Başvaiz bir piskopostu, beraberinde birçok rahip vardı ve Mareşalin, her biri için piskoposluk tacı almaya çalıştığı söylenir. Cesur, yakışıklı, mavi-siyah sakallı ve o günün bilimini iyi bilirdi.

Bir süre, savurganlık sayılabilecek ölçülerde ve her türlü zevkin ardına düşerek yaşadıktan sonra, daha çok paraya gereksinimi olduğunu gördü ve bazı mülklerini sattı. Bu bir süre böyle sürdü, ancak varisleri buna karşı çıkmaya başladı, kral ve parlamentoyu, diğer mülklerin elden çıkmasını önlemeleri için ikna ettiler. Bu arada, bir süre için de Rais’in yanında kalacak olan bazı simyacılar buldu. Bir ara, onun için altın yapmaya çalışan, ancak başarılı olamayan yirmi simyacı vardı. Bir gün çalışanlarından biri, varlıklı olmanın daha hızlı bir yöntemi olduğu ipucunu verdi. Yavaş yavaş şeytanca yöntemler önerdi ve Gilles de Rais şeytandan yardım istemeye ikna oldu. Gilles ve usta gizlice, geceyarısı ıssız bir yere gittiler. Gilles, ustanın bir tür sara krizine tutulduğunu gördü, ancak başka bir şey olmadı. Usta, şeytanın leopar olarak geldiğini, ancak Gilles’in yeterince inanmadığı için onu göremediğini söyledi. Ayrıca, bazı otlara gereksinimleri olduğunu, bu otların yalnızca İspanya ve Afrika’da yetiştiklerini söyledi. Usta, bu otları bulup getirmek için yola koyuldu, ancak bir daha asla görünmedi.

Gilles de Rais, bu kez başka bir simyacı olan Prelati’ye şeytandan yardım isteme olasılığım danıştı. Prelati ona, kendi kanıyla bir anlaşma yazması ve küçük bir çocuğu kurban etmesini önerdi. Bunları yaptı ve Prelati’nin, Barron adında bir şeytanla iletişime geçmesi gerekiyordu. Birçok gecikme ve düşkırıklıkları sonrasında, Gilles de Rais hacca gideceğini açıkladı. O ara, genç bir kadınla yeni evlenmişti. Mézeray’e göre,[10] yedinci eşiydi. Gilles de Rais giderken, Leydi de Rais’e ne olursa olsun, düğmesine basıldığında açılan bir kapı düzeneği olan belirli bir kuleye girmeye çalışmamasını söyleyerek, şatonun anahtarlarını eşine bıraktı.[11] Şatonun lordu giderken, Leydi de Rais’in yanında kızkardeşi Anne vardı. Leydi de Rais bebek bekliyordu.

Elbette, lord gittikten sonra iki kadın gizemli kuleye girmenin bir yolunu aramaya başladı. Sonunda, düzeneği bulup çalıştırdılar ve kulede neler olduğunu araştırmaya başladılar. Dehşet içinde, kurban edilmiş olan sayısız bebek cesedi buldular. Daha da kötüsü, Leydi de Rais kan dolu bir tası devirdi ve giysisini lekeledi.

Bu arada Gilles de Rais gerçekte, evinden çıkmayı reddeden Prelati’yi ziyarete gitmişti, Prelati, De Rais’e daha da ileri gitmek istemediğini, çünkü şeytanın bu kez De Rais’in doğmamış çocuğunun kurban edilmesini istiyordu. Ancak tümüyle çıldırdığı belli olan De Rais, Prelati’nin kendisiyle gizemli kuleye gelmesi için ısrar etti. Böyle de yaptılar ve Leydi de Rais’in, sırrı öğrendiğini gizleyememesi üzerine, bu korkunç olayı gerçekleştirmek için hazırlıklara başlandı. Prelati araçlarını çıkardı ve bazılarına göre, Şeytan Ayini başlatmış oldu. Anlaşılan o ki, Leydi Anne kulenin tepesinden askerlere işaret gönderiyordu ve askerler bunu iki erkek kardeşine söyledi. De Rais’in yokluğunda iki kız kardeşinin nasıl olduğunu merak eden ve işaretler göndermesine şaşıran iki erkek kardeş, onları ziyaret etmeye karar verdi. Kardeşler, korkunç kurban töreninden hemen önce, silahlı muhafızlarıyla şatoya geldi. De Rais ve Prelati korkunç olayı ertelediler ve konuklarını ağırlamaya indiler. Bu arada Gilles’in adamları bebeklerin kaçırıldığını duymuştu. İki kadın erkek kardeşlerine olayı anlattı ve muhafızları hemen çevrelerini sardı. De Rais, adamlarına saldırmalarını emretti, ancak korkunç dedikoduların yayılması nedeniyle etkili bir savunmada bulunulamadı. Nantes Piskoposu, Bretagne Lordlar Kamarası Başkanına haber gönderildi. De Rais ve Prelati hapse gönderildi ve sonunda Engizisyon piskoposu ve söz edilen piskoposla birlikte Eyalet Parlamento Başkanı tarafından yargılandı. Duruşmada en korkunç kanıt öne sürüldü. Neredeyse yüz çocuk, tecavüz edildikten sonra öldürülmüştü. Prelati diri diri yakıldı, Gilles de Rais boğuldu ve sonra cesedinin bir bölümü yakıldı. Ülkesine önceden hizmet etmiş olması nedeniyle gömülmek için bedeni ateşten çıkartıldı. Bir diğer yardımcısı da yakıldı.
Başka Büyücülük Duruşmaları
Arras Piskoposluk Bölgesi’nde (Fransa), 1453’ten 1460’a dek birçok cadı duruşması gerçekleşti. İşlenilen suça, ilk suçlanan kişi olan Robinet de Vaulse’nin adı verilerek vauderie dendi. Sanıklar şeytanca güçlerle anlaşmalar yapmak ve cadılar toplantısına katılmakla suçlanıyordu. Bazıları diri diri yakıldı ve birçok kişi de hapsedildi, ancak 1491’de tepki almaya başlanınca, suçlamalar değiştirildi ve kurbanların ailelerine tazminat ödendi.

Kral IV. Edward’ın sevgilisi, güzel ve yetenekli Jane Shore (1445-1460) bir kez cadılıkla suçlanmıştı. Kralın ölümünden sonra o ve Lord Hastings, kralın oğulları, genç prenslerin kuleye hapsedilmesi amacını benimsedi. Jane Shore ve Lord Hastings cadılıkla suçlandı. Hastings’in başı kesildi. Jane Shore’a tövbe ettirildi ve Londra sokaklarında üzerinde yalnız beyaz bir giysiyle yürütülerek Londra Piskoposunun geçit törenine katılmak zorunda bırakıldı.

1515’te Cenevre Cumhuriyeti, Savoy’la hâlâ birleşikken, üç ay içinde en az 500 kişi cadılık suçlamasıyla yakıldı. Birçok kişi de 1524’te Como’da yakıldı. Bu dönemde Fransa’da çok sayıda kadın ve erkek cadı bulunduğu söylenir.

Tanınmış yazar, askerî hekim, simyacı ve okültizm üzerine konuşmalar yapan, İmparator tarafından şövalye ilan edilen H. Cornelius Agrippa von Nettesheim’ın (1486-1535) yaygın biçimde kara majisyen olduğu sanılıyordu ve görünüşe göre bu düşünceyi ortadan kaldırmak için çok şey yapmamıştır.

1530’da bilimlerin anlamsızlığı üzerine bir tez yayımladı, ancak 1531’de majiye inandığını belirten ünlü "Occult Philosophy" (Okült Felsefesi) adlı yapıtını yazdı. İki eser zıt kuramlar öne sürer, belki de eleştirmenleri şaşırtmak için. 1518 ya da 1519’da Metz’deyken, Agrippa büyücülükle suçlanan bir kadım savundu. Başka bir olayda, yaygın olarak anlatılan bir öyküye göre, Agrippa dairesinden çıktı ve o yokken genç bir öğrenci odasına girmeyi başardı ve kitaplarından bazı büyüleri okumaya başladı. Bunlardan biri bir iblisin belirmesine neden oldu. İblis niçin çağrıldığını bildiğini ileri sürdü. Korkudan donakalan öğrenci durumla başa çıkamadı ve iblislerce boğuldu. Agrippa döndüğünde cesedi görünce dehşete kapıldı. Cinayetle suçlanmaktan korktuğu için iblisi çağırdı ve bir süreliğine öğrenciyi yaşama döndürmesi için onu zorladı. Bu gerçekleştirildi ve Agrippa öğrenciyi pazaryerine yürüyüşe çıkardı. Yürüyüş sırasında genç adam ansızın hastalandı ve öldü. Ancak bu olaydan kısa süre sonra, Agrippa, akıllıca bir kararla, bölgeden uzaklaşmaya karar verdi.

Agrippa’nın bir başka öğrencisi, Agrippa eşinden ayrıldıktan sonra bir süre yanında kalan ve büyücülük üzerine üretken bir yazar olan Wierus’tu. Agrippa’ya arkadaşlık ettiği sanılan büyük siyah bir köpeğin hep onunla yattığını söyler. Agrippa öldükten sonra Wierus’in kara majiyi bıraktığı ve köpeği gönderdiği söylenir. Köpek doğrudan doğruya dışarı çıkar ve bir nehirde boğulur.

Onaltıncı yüzyılda büyücülüğe ilişkin büyük bir bilgisizlik vardı. Levi, bir kadının vücudu biçimsiz olduğu için, bir adamın gece tavşan biçimine girerek geceleri dolaştığı için ve bir başkasının kurda dönüştüğü için yakıldığı örneklerini verir.[12] 1580 ile 1595 arasında Lorraine’de dokuzyüz cadının yakıldığı söylenir.

1610’un sonlarında iki kadın, Magdelaine de la Palud ve Louise Capud, Frovence’de haçtayken titreme krizlerine kapıldı. Magdelaine bağırdı, kıvrandı dövülmesi ve ayaklar altında ezilmesi için yalvardı.[13] Gaufidi adında bir rahip tarafından şeytanla nişanlandırıldığını ileri sürdü. Başka bir söylentiye göre, Gauf idi onu cadılar toplantısına götürmüştü. Rahip aranmaya başlandı ve ertesi yıl olmadan bulunup diri diri yakıldı.

Aynı zamanlarda H. Bouget (ö. 1619) "Discours des sorciers"i yayımladı. Büyücülük duruşmalarında yargıçlık yapmıştı ve bazı saçma suçlamaları yazar, örneğin, sekiz iblisin etkisinde olan sekiz yaşında bir çocuk ve tespihinde haç olmadığı için işkence gören bir kadın.

İskoçya’da 16. yüzyılın sonunda, Balwery’nin Büyük Cadısı olarak bilinen Margaret Aiken, büyücülükle suçlandı. İdam edilmemek için, gözlerinde gizli bir şey olduğunu, böylelikle cadıları fark edebildiğini ileri sürdü. Bu amaçla gözetim altında ülkenin her yerini dolaştı.

1576’da Bessie Dunlop, Ayrshine’da (İskoçya) cadılıkla suçlandı. T. Reid adında bir kadın, ayrıca sahte bir unvan olan Elfhane Kraliçesi,onu ziyaret etmişti. Mahkum edildi ve yakıldı. 1597’de Aberdeen’de büyük bir cadı duruşması yapıldı.

1590’da Huntingdonshire’da Mother Samuel adında bir kadın işkence altındayken, Leydi Cromwell’i ve beş küçük kızı sara krizi geçirdikleri için öldürdüğünü itiraf etti. Büyük kızı ve kocası asıldı ve çıplak cesetleri teşhir edildi.

1616’da Market Bosworth, Leicestershire’da bir erkek çocuğunda epilepsiye neden oldukları için en az dokuz cadı asıldı.

Aynı dönemde Manchester yakınlarındaki Pendlebury Forest büyücülükle ünlendi ve 1613 ile 1619 arasında birçok köylü tutuklanarak Lancaster Kalesi’nde mahkemeye çıkarıldı. Onlar oradayken, kalenin patlatılması ve tutuklanmaya neden olan birinin öldürülmesinin planlandığı haberi alındı. Kaleye zarar verilmesi önlendi, ancak kurban, söylenilene göre büyü nedeniyle öldü. Cadılardan biri hapis yatarken öldü, onsekizi de idam edildi. 1634’te aynı bölgeden birçok kişi, bir erkek çocuğunun tanıklık etmesi üzerine tutuklandı. Suçlu bulundular ve yargıç daha kapsamlı bir araştırma için onları Londra’ya göndermeseydi asılacaklardı. Sonunda çocuk suçlamalarının yalan olduğunu itiraf etti. Lancashire cadılarının öyküsü İngiliz romancı W. H. Ainsworth ve birkaç yazar tarafından anlatıldı.

İngiltere Kralı I. James (1566-1625) büyük bir cadı düşmanıydı. “Daemonologia “yi (Şeytan Bilimi - Edinburgh, 1597) yazdı ve bir kez, yaptıklarıyla suçlanan birini beraat ettiren bir duruşmayı izledi.[14] 1. Elizabeth döneminde, 1563’te, önde gelen piskoposların vaazlarının cesaretlendirmesiyle yeni bir yasa çıkarıldı, ancak I. James döneminde yasa daha da katılaştırıldı ve böylelikle suçlananların yüzde kırkı darağacına gitti. Başarısız olduysa da, Bothwell’in I. James’e başkaldırısını büyücülükle desteklendiği sanılır. Danimarka’dan müstakbel gelinini getiren I. James’in gemisini kaza yapması için denizde bir fırtına çıkarma düşüncesinde yapılan majik planda bir grup kadın ve erkek Cadı yer aldı.

O dönemde Avrupa’da büyücülük duruşmaları az sayıda değildi. 1627’den 1629’a dek en az 157 cadı Würzburg, Almanya’da yakıldı.

Büyünün, Cadılığın ve Okültizmin Tarihi
W.B. CROW
Türkçesi: Fulya Yavuz
Dharma Yayınları
1. Basım, Şubat 2002, Sf:
Özgün Adı
A History of Magic, Witchcraft and Occultism
 
Ü

Üye silindi 56746

Gideon'un adını Testere filminde duydum, sadece duydum yani bilgi vermiyor. merak edip araştırdım, Kutsal Kitap'ta uzunca anlatmış kim olduğunu ve misyonunu.

Testere ile olan bağlantıyı söylemeyeceğim ama, izleyin. :) spoiler vermekten ve verilmesinden hiç hoşlanmıyorum. Zülkarneyn'i anımsattı, "Gideon'un kılıcı" ifadesi var.
 
Üst