Psikolojik Gelisim Hikayeleri.

Pantea

Kayıtlı Üye
Katılım
15 Eyl 2008
Mesajlar
921
Tepkime puanı
81
Degerli uyelerimiz kisisel gelisimin ana temeli kisinin psikolojik gelisiminden baslar . Bu yolda kimi zaman dusunmek , kimi zaman konusmak,kimi zaman dinlemek ve kimi zamanda okumak cok yararlidir ve bir cogunuzun bildigi gibi bazen kucuk bir anektod , bir sarki yada tek bir cumle dogru zamanda dogru etkiyi yaratabilir kisinin kendi ile ilgili degisim cabalarinda .
Bunu goz onunde bulundurarak bu baslik altinda zaman zaman eskilerin "kissadan hisse" diye adlandirdiklari turden kisa hikayeler , cumleler hatta kimi zaman fikralari paylasmayi dusunuyorum.
Biraz dusunup bazen huzunlenip bazende gulumseyerek psikolojik gelisimimiz icin yararli olabilecek ornek teskil edebilecek ip uclari toplayabilmenizi umuyorum .Sevgilerimle.
 

Pantea

Kayıtlı Üye
Katılım
15 Eyl 2008
Mesajlar
921
Tepkime puanı
81
Adamın biri artık karısının eskisi kadar iyi Duymadığından korkuyormuş ve karısının işitme cihazına ihtiyaç duyduğunu düşünüyormuş. Ona nasıl yaklaşması gerektiğinden emin değilmiş. Bu durumu konuşmak için aile doktorunu aramış; doktor adamın karısının ne kadar duyduğunu anlayabilmesi için basit bir yöntem önermiş.
"Yapacağın şey şu, karından 40 adım ileride dur, normal bir konuşma tonuyla bir
şeyler söyle; eğer duymazsa 30 adım ilerisinde aynı şeyi tekrarla, sonra 20 adım;
cevap alana kadar aynı şeyi tekrarla" O akşam karısı mutfakta akşam yemeğini hazırlarken adam işlemi uygulamaya koymuş. 40 adım uzaklıktan karısına normal bir konuşma tonuyla seslenmiş "Hayatım bu akşam yemekte ne var?"
Cevap yok
Mutfağa biraz yaklaşmış. Mesafeyi 30 adıma indirmiş ve soruyu tekrarlamış "Hayatım bu akşam yemekte ne var?"

Gene cevap yok
Mutfağa biraz daha yaklaşmış, mesafe 20 adım ve tekrar sormuş "Hayatım bu akşam yemekte ne var?" Hala cevap yok
Adam mutfağın kapısına gelmiş artık mesafe iyice azalmış ve soruyu tekrarlamış
"Hayatım bu akşam yemekte ne var?" Gene cevap alamamış Bu sefer karısına iyice yaklaşmış ve aynı soruyu tekrar sormuş "Hayatım bu akşam yemekte ne var?"
"Hayatım beşinci kez söylüyorum, Tavuk"

Hikayenin ana fikri:
Belki de genelde düşündüğümüz gibi problem daima karşımızdaki
kişilerde olmayabilir.
Problemlerin sebebini iyi analiz etmeliyiz.
 

Pantea

Kayıtlı Üye
Katılım
15 Eyl 2008
Mesajlar
921
Tepkime puanı
81
Orta ikideyken, büyüdüğü zaman ne olmak ve yapmak istediği konusunda bir kompozisyon yazmasını istedi hocası..

Çocuk bütün gece oturup günün birinde at çiftliğine sahip olmayı hedeflediğini anlatan 7 sayfalık bir kompozisyon yazdı. Hayalini en ince ayrıntılarıyla anlattı. Hatta hayalindeki 200 dönümlük çiftliğin
krokisini de çizdi.Binaların, ahırların ve koşu yollarının yerlerini gösterdi. Krokiye, 200 dönümlük arazinin üzerine oturacak 1000 metrekarelik evin
ayrıntılı planını da ekledi.

Ertesi gün hocasına sunduğu 7 sayfalık ödev, tam kalbinin sesiydi.. İki gün sonra ödevi geri aldı.

Kağıdın üzerinde kırmızı kalemle yazılmış kocaman bir "0" ve "Dersten sonra beni gör" uyarısı vardı.

"Neden "0" aldım?" diye merakla sordu hocasına çocuk..

"Bu senin yasında bir çocuk için gerçekçi olmayan bir hayal" dedi, hocası.. "Paran yok. Gezginci bir aileden geliyorsun. Kaynağınız yok. At çiftliği kurmak büyük para gerektirir. Önce araziyi satın alman lazım.
Damızlık hayvanlar da alman gerekiyor. Bunu başarman
imkansız" ve ekledi:

"Eğer ödevini gerçekçi hedefler belirledikten sonra yeniden yazarsan, o zaman notunu yeniden gözden geçiririm."

Çocuk evine döndü ve uzun düşündü. Babasına
danıştı.

"Oğlum" dedi babası "Bu konuda kararını kendin vermelisin. Bu senin hayatin için oldukça önemli bir seçim!."

Çocuk bir hafta kadar düşündükten sonra ödevini hiçbir
degisiklik yapmadan geri götürdü hocasına..

"Siz verdiğiniz notu değiştirmeyin" dedi.. "Ben de hayallerimi. ."[
 

Pantea

Kayıtlı Üye
Katılım
15 Eyl 2008
Mesajlar
921
Tepkime puanı
81
Bir adam ve oğlu ormanda yürüyüş yapıyorlarmış.
Birden oğlan takılıp düşüyor ve canı yanıp “AHHHHH” diye bağırıyor.
İleride bir dağın tepesinden “AHHHHH” diye bir ses duyuyor ve şaşırıyor. Merak ediyor ve “SEN KİMSİN?” diye bağırıyor.
Aldığı cevap “SEN KİMSİN?” oluyor.
Aldığı cevaba kızıp “SEN BİR KORKAKSIN” diye tekrar bağırıyor. Dağdan gelen ses “SEN BİR KORKAKSIN” diye cevap veriyor.
Çocuk babasına dönüp
“BABA NE OLUYOR BÖYLE?” diye soruyor.
“OĞLUM” diyor adam, “DİNLE VE ÖGREN!” ve dağa dönüp “SANA HAYRANIM” diye bağırıyor.
Gelen cevap “SANA HAYRANIM!” oluyor.
Baba tekrar bağırıyor, “SEN MUHTEŞEMSİN!”
Gelen cevap ; “SEN MUHTEŞEMSİN!”
Oğlan çok şaşırıyor, ama halen ne olduğunu anlayamıyor.
Babası açıklamasını yapıyor,
“İnsanlar buna “Yankı” derler, ama aslında bu “Yaşam"dır.”

“Yaşam daima sana senin verdiklerini geri verir.
Yaşam yaptığımız davranışların aynasıdır.
Daha fazla sevgi istediğin zaman daha çok sev!
Daha fazla Şefkat istediğinde, daha şefkatli ol!
Saygı istiyorsan insanlara daha çok Saygı duy.
İnsanların sabırlı olmasını istiyorsan sen de daha sabırlı olmayı öğren.
Bu kural yaşamımızın bir parçasıdır, her kesiti için geçerlidir.”

“Yasam bir tesadüf değil, yaptıklarınızın aynada bir yansımasıdır.”
 

Pantea

Kayıtlı Üye
Katılım
15 Eyl 2008
Mesajlar
921
Tepkime puanı
81
İki çocuklu bir aile hafta sonunu piknik yaparak geçirmeye karar veriyor. Piknik yerine vardıklarında anne yemeği hazırlarken, çocuklar babalarıyla birlikte yürüyüşe çıkıyor.

Uzun bir yürüyüşten sonra oldukça yorulan küçük çocuk yalvarırcasına bakan gözlerle, "Babacığım çok yoruldum. Lütfen beni kucağında taşır misin?" diyor.

Baba; "Ben de yorgunum oğlum"' der demez çocuk ağlamaya başlıyor.

Baba tek kelime etmeden ağaçtan bir dal kesiyor. Dalı bıçakla biçimlendirip, çocuğa zarar vermeyecek biçimde yontuyor. Sonra dalı oğluna verir. "Al oğlum, sana güzel bir at" diyor.

Çocuk sevinçle dal parçasından yontulmuş ata biniyor ve sevinçle sıçrayarak, ata vurarak annesinin yanına doğru gitmeye başlıyor. Babasını ve ablasını geride bırakmıştır bile...

Baba gülerek kızına: "İşte yasam budur kızım. Bazen zihnen ya da bedenen kendini çok yorgun hissedeceksin. İşte o zaman kendine değnekten bir at bul ve neşe ile yoluna devam et. Bu at bir arkadaş, bir şarkı, bir çiçek, bir şiir yada bir çocuğun tebessümü olabilir."
 

gümüş

Kayıtlı Üye
Katılım
11 Kas 2010
Mesajlar
1,683
Tepkime puanı
252

Orta ikideyken, büyüdüğü zaman ne olmak ve yapmak istediği konusunda bir kompozisyon yazmasını istedi hocası..

Çocuk bütün gece oturup günün birinde at çiftliğine sahip olmayı hedeflediğini anlatan 7 sayfalık bir kompozisyon yazdı. Hayalini en ince ayrıntılarıyla anlattı. Hatta hayalindeki 200 dönümlük çiftliğin
krokisini de çizdi.Binaların, ahırların ve koşu yollarının yerlerini gösterdi. Krokiye, 200 dönümlük arazinin üzerine oturacak 1000 metrekarelik evin
ayrıntılı planını da ekledi.

Ertesi gün hocasına sunduğu 7 sayfalık ödev, tam kalbinin sesiydi.. İki gün sonra ödevi geri aldı.

Kağıdın üzerinde kırmızı kalemle yazılmış kocaman bir "0" ve "Dersten sonra beni gör" uyarısı vardı.

"Neden "0" aldım?" diye merakla sordu hocasına çocuk..

"Bu senin yasında bir çocuk için gerçekçi olmayan bir hayal" dedi, hocası.. "Paran yok. Gezginci bir aileden geliyorsun. Kaynağınız yok. At çiftliği kurmak büyük para gerektirir. Önce araziyi satın alman lazım.
Damızlık hayvanlar da alman gerekiyor. Bunu başarman
imkansız" ve ekledi:

"Eğer ödevini gerçekçi hedefler belirledikten sonra yeniden yazarsan, o zaman notunu yeniden gözden geçiririm."

Çocuk evine döndü ve uzun düşündü. Babasına
danıştı.

"Oğlum" dedi babası "Bu konuda kararını kendin vermelisin. Bu senin hayatin için oldukça önemli bir seçim!."

Çocuk bir hafta kadar düşündükten sonra ödevini hiçbir
degisiklik yapmadan geri götürdü hocasına..

"Siz verdiğiniz notu değiştirmeyin" dedi.. "Ben de hayallerimi. ."

Bunu yaşadım. Bir iş görüşmesinde hayallerimi sorana dek işi vermişti neredeyse görüşme yaptığım kişi. Söylediğimde olmayacak bir hayalin var gerçekçi değil dedi ve işi kaybettim,) Hayalimi gerçekleştirdim ama , zaten olmayacak bir şey değildi, sadece olmama olasılığı da olan bir şeydi.
 

Pantea

Kayıtlı Üye
Katılım
15 Eyl 2008
Mesajlar
921
Tepkime puanı
81
Bunu yaşadım. Bir iş görüşmesinde hayallerimi sorana dek işi vermişti neredeyse görüşme yaptığım kişi. Söylediğimde olmayacak bir hayalin var gerçekçi değil dedi ve işi kaybettim,) Hayalimi gerçekleştirdim ama , zaten olmayacak bir şey değildi, sadece olmama olasılığı da olan bir şeydi.
Hayallerinizden vazgecmemis olmaniz cok degerli bence :)
 

Pantea

Kayıtlı Üye
Katılım
15 Eyl 2008
Mesajlar
921
Tepkime puanı
81
Evin minik faresi, duvardaki çatlaktan bakarken çiftçi ve eşinin mutfakta bir paketi açtıklarını gördü.
Kendi kendine:
İçinde hangi yiyecek var acaba ?" diye düşündü.Bir süre sonra gördüğü paketin bir fare kapanı olduğunu anladığında yıkılmıştı.
"Evde bir fare kapanı var!, evde bir fare kapanı var!" diye bağırarak telaşla bahçeye fırladı.

Minik fareyi telaş içinde gören tavuk, umursamaz ve bilgiç bir tavırla başını kaldırdı ve gıdakladı:"Zavallı farecik...Bu senin sorunun benim değil.Bana bir zararı olamaz küçücük kapanın" dedi.


Tavuktan destek bulamayan farecik bu sefer telaşla domuzun yanına koştu ve,"Evde bir fare kapanı var!, evde bir fare kapanı var!" diye adeta çırpındı. Domuz anlayışla karşıladı ama,"Çok üzgünüm fare kardeş ama dua etmekten başka yapacağım bir şey yok. Dualarımda olacağından emin ol"dedi.

Minik fare çaresizlik içinde ineğe döndü ve , "Evde bir fare kapanı var, evde bir fare kapanı var!" dedi.İnek ;Bak fare kardeş, senin için üzgünüm ama beni ilgilendirmiyor." dedi.

Sonunda farecik, başı önde umutsuz şekilde eve döndü. Çiftçinin fare tuzağı ile bir gün tek başına karşılaşmak zorunda olduğunu anladı.

O gece evin içinde sanki ölüm sessizliği vardı. Minik farecik aç ve susuzdu. Tam yorgunluktan gözleri kapanacaktı ki birden bir ses duyuldu.Gecenin sessizliğini bölen gürültü, fare kapanınından
geliyordu.
Çiftçinin karısı, ne yakalandığını görmek için yatağından fırladı ve mutfağa koştu.Karanlıkta kapana, zehirli bir yılanın kuyruğunun kısıldığını fark edememişti.


Kuyruğu kapana kısılan yılanın canı yanıyordu ve aniden çiftçinin karısını ısırdı.Çiftçi, karısını apar topar doktora götürdü. Doktor,zehiri temizledi sardı. Çiftçi karısını eve getirdi, yatırdı. Karısının
ateşi yükseldi ve bir türlü düşmüyordu. Kadıncağız ateş ve ter içinde kıvranıp duruyordu.

Böyle durumlarda taze tavuk suyunun gerekli olduğunu herkes bilir, çiftçi de bıçağını alıp bahçeye koştu.Karısı taze tavuk suyu çorbasını içti, biraz kendine geldi. Karısının hastalığını duyan komşular ziyarete geldiler. Onlara ikram etmek için çiftçi domuzunu kesti.Çiftçinin karısı gittikçe kötüye gidiyordu. Yılan, belli ki çok zehirliydi.Birkaç gün sonra çiftçinin karısı iyileşemedi ve öldü.
Cenazesine çok sayıda kişi gelince hepsine yeterli et sağlamak için çiftçi ineği mezbahaya yolladı.

Fare tüm bu olanları büyük üzüntü ile duvardaki deliğinden izledi.

Birisi, sizi ilgilendirmediğini düşündüğünüz bir tehlike ile karşı karşıya ise tehlike bir gün hepimiz içindir unutmayalım [/
 

Pantea

Kayıtlı Üye
Katılım
15 Eyl 2008
Mesajlar
921
Tepkime puanı
81
Bir gün Napolyon düşman askerlerinden kaçarken, bir bakkal dükkânına girmiş. Bakkala hemen kendisini saklamasını emretmiş. Bakkal da Napolyonu müsait bir yere saklayıp, biraz sonra gelen düşmanları da :

'Az evvel biri koşarak şu tarafa kaçtı.'

diye savuşturmuş. Nihayet biraz sonra Napolyon'un muhafızları yetişmişler. Bakkal ömründe bir daha karşilaşamayacağı Napolyon'a sormuş:

'Efendim, af buyurun ama merak ettim, ölümle bu denli burun buruna gelmek nasıl bir duygu?'

Napolyon birden öfkelenmis.

'Sen kim oluyorsun da benimle böyle dalga geçercesine konuşabiliyorsun?'

diye bağırmış. Hemen askerlerine, Adamcağızı kurşuna dizmelerini emretmiş. Askerler bakkalın gözünü bağlayıp, karşısına dizilmişler. Mermiler namlulara sürülmüş, artık 'ateş' emri verilecek... Adamcağız içinden:

'Ah, ne yaptın sen? Şimdi ölüp gideceksin'

diye düşünürken,arkadan bir el uzanmış, gözündeki bağı açmış. Karşısında Napolyon, tek cümleyle cevaplamış:

'İşte böyle bir duygu!'

'Yaşayarak öğrenmek, bedeli en yüksek öğrenme biçimidir...'
 

Pantea

Kayıtlı Üye
Katılım
15 Eyl 2008
Mesajlar
921
Tepkime puanı
81
Pazarlamaci, sef sekreter ve personel müdürü bir öglen paydosunda
lokantaya dogru yürümektedirler. Parktaki banklardan birinin üzerinde
sihirli bir lamba bulurlar. Lambayi ovarlar ve gerçekten de lambadan
cin çikar.

"Aslinda kisiye 3 dilek hakki veriyorum ama sizler üç kisi oldugunuz
için hepinizin birer dilegini gerçek yapacagim" der cin.

Sef sekreter arsizca atilarak "önce ben" diyerek siranin önüne yerlesir.

"Bahamalarda, muhtesem bir sahilde tatil yapmak istiyorum. Tatilim hiç
bitmesin ve hiçbir dert hayatima girmesin" diye dilegini ifade eder.

Ve hoop, ortadan kaybolur.

Simdi de pazarlamaci atilir ve "simdi sira bende" der.

"Hayallerimdeki kadinla Tahiti sahillerinde Pina Colada içmek istiyorum" der ve hoop, o da ortadan kaybolur.

"Simdi sira sende" der cin Personel Müdürüne.

"Ikisini de ögleden sonra islerinin basinda görmek istiyorum" der
personel müdürü.


Hikayeden çikartilacak ders :
Üstünüz olan birinin her zaman için önce konusmasina izin verin.
 

Pantea

Kayıtlı Üye
Katılım
15 Eyl 2008
Mesajlar
921
Tepkime puanı
81
Cok eski zamanlarda bir dilenci varmış.bu dilenci köy köy dolaşır, "eden bulur!..." diyerek dilenirmiş.dilencinin hali ve söyledikleri insanların çok tuhafına gidermiş.bu tuhaf dilenci yine günlerden bir köyde dileniyormuş.dilenmek için dolaşırken de durmadan aynı sözleri söylüyormuş
-Eden bulur!...Eden bulur!....
köylüler tarafından merhametsizliği ile tanınan ihtiyar bir kadın, dilencinin bu sözlerine fena hâlde öfkelenmiş, kendi kendine:
-"eden bulur da ne demek?ben sana gösteririm şimdi." diye söylenmiş.
hemen vakit geçmeden dilenciye bir ekmek hazırlamş.kapının önünde oturarak dilenciyi beklemeye başlamış.
bir süre sonra dilenci:
-eden bulur!... eden bulur!... diyerek ihtiyar kadının kapısına gelmiş.
Ihtiyar kadın önceden hazırladığı zehirli ekmeği dilencinin eline tutuşturmuş.arkasından da:
-nasıl olsa bir daha kapıma gelemeyeceksin canın cehenneme!... diyerek içeri girmiş.
dilenci bir süre daha köydeki evlerin kapılarında dolaşmış.topladığı birkaç parça yiyeceği torbasına koyarak nasibini başka bir köyde aramak üzere oradan ayrılmış.
Az gitmiş, uz gitmiş....köyün yanındaki tepeyi aşınca yorulmuş.bir ağacın gölgesine oturup dinlenmeye başlamış.
Cok da acıkan dilenci, ihtiyar kadının verdiği ekmeği yemeyi düşünmüş.tam bu sırada, karşıdan bir delikanlının geldiğini görmüş.halinden çok uzak bir yoldan geldiği anlaşılan genç, gelmiş, dilenciye selam vermiş.çok yorgun olan genç adam da ağacın gövdesine oturmuş.
dilenci, ona:
-kimsin sen?, diye sormuş.
delikanlı:
-ben bir askerim.askerliğim bitti, artık köyüme dönüyorum.fakat çok acıktım.açlıktan yolda yürüyecek halim kalmadı.torbanda karnımı doyuracak bir parça yiyecek varsa versen...
dilenci, delikanlıya çok acımış.torbasından ihtiyar kadının verdiği ekmeği çıkarıp:
-anlaşıldı sen benden daha açsın, diyerek ekmeği delikanlıya vermiş.
asker genç, dilenciye teşekkür ederek oradan uzaklaşmış.
yolda yürürken zehirli olduğunu bilmediği ekmeği yemeye başlamış.derken önce köyüne, sonra evinin kapısına varmış.
evinin kapısının önüne gelince düşüp ölmüş.
Meğer bu asker , dilenciye zehirli ekmeği veren ihtiyar kadının oğluymuş.
Ihtiyar kadın, kapısının önünde cansız yatan oğlunun elindeki ekmeğin dilenciye verdiği zehirli ekmek parçası olduğunu görünce yaptığını yapacağına pişman olmuş.
O günden sonra da dilencinin söylediği "Eden bulur!..." sözünün anlamını herkes çok iyi anlamış.
 

Pantea

Kayıtlı Üye
Katılım
15 Eyl 2008
Mesajlar
921
Tepkime puanı
81
Genç bir adam kentin merkezinde durmuş, o yöredeki en güzel kalbin
kendi kalbi olduğunu söylüyordu.
Çevresinde büyük bir kalabalık olmuştu. Herkes en küçük bir leke ya
da çatlak olmayan bu kalbe imrenerek bakıyor, onun güzelliğini
konuşuyordu. Sonunda hepsi de bu kalbin gördükleri en güzel kalp
olduğuna karar verdiler. Genç adam çok gururlandı ve daha yüksek sesle
kalbini övmeye başladı. Aniden kalabalığın önünde yaşlı bir adam ortaya
çıktı kalbinin güzelliğini öven bu adama seslendi;
'Bir dakika genç adam `'dedi''senin kalbin benimki kadar güzel değil.'
Kalabalık ve genç adam hep birlikte yaşlı adamın kalbine baktılar.
Çok güçlü atıyordu ama izler ve yarıklarla doluydu. Kimi parçaları yok
olmuştu, kimi parçaların yerine küçük, küçük parçalar konmuştu, ancak
bunlar tam yerine oturmamıştı,gelişi güzel konmuştu ve kimi
yerlerinde kocaman oyuklar vardı. İnsanlar hayretle baktılar'
'Nasıl bu adam kalbinin daha güzel olduğunu söyleyebiliyor? Dediler.
Genç adam da yaşlı adamın kalbinin haline baktı ve''şaka yapıyor
olmalısın''dedi' kendi kalbini nasıl olurda benimkiyle
karşılaştırabilirsin. Bak benimki mükemmel, senin ki ise yarık ve eksiklerle dolu''
Yaşlı adam kendisinden emin biçimde yanıtladı genç adamı;
''Evet'' dedi .'seninki mükemmel görünüyor, ben seninkiyle
yarışamam, Ama bak, benim kalbimde gördüğün her yarık sevgimi
verdiğim bir kişiyi temsil eder.
Kalbimin bir parçasını koparıp onlara verdim ve
çoğu kez onlarda bana kendi alplerinden birer parça koparıp verdiler.
Ama tam benim parçanınbüyüklüğünde olmadığı için arada boşluklar
kaldı.Ancak ben buboşluklara Şükrediyorum. Çünkü onlar,paylaşılan
sevgileri bana anımsatıyor.
Bazen ben insanlara sevgimi cömertce vermeme karşın onlar
bana karşılığını vermediler.Bu derin boşlukların nedeni işte bu
karşılıkalamadığım sevgilerdir.Bunlar acı veriyor ama olsun,onlar da
benim sevgime karşılık vermeyen insanları bana anımsatıyorlar.
Ben yine de benim sevgime karşılık verecekleri bu boşlukları
dolduracakları günü bekliyorum.
Şimdi GERÇEK GÜZELLİĞİN NE OLDUĞUNU ANLADIN MI ?
Genç adam yanağından akan yaşlarla sessizce duruyordu.
Yaşlı adama doğru yürüdü harika güzellikteki kalbinden bir parça
kopardı ve yaşlı adamın titreyen ellerine verdi.
Yaşlı adam aldı ve onu kalbine yerleştirdi.Sonra kendi yara dolu
kalbinden bir parça koparıp adamın
kalbindeki boşluğa yerleştirdi.Boşluk doldu ama köşelerde biraz
boşluk kaldı. Genç adam kalbine baktı.Artık mükemmel değildi ama
öncekinden daha güzeldi. Çünkü yaşlı adamın kalbinde sevgi onun kalbine akmıştı.
 

Pantea

Kayıtlı Üye
Katılım
15 Eyl 2008
Mesajlar
921
Tepkime puanı
81
Küçük kiz, hüzünlü bir yabanciya gülümsedi. Bu gülümseme adamin kendisini daha iyi hissetmesine sebep oldu. Bu hava içinde yakin geçmiste kendisine yardim eden bir dosta tesekkür etmediğini hatirladi. Hemen bir not yazdi, yolladi. Arkadasi bu tesekkürden o kadar keyiflendi ki, her öğlen yemek yediği lokantada garsona yüklü bir bahsis birakti. Garson, ilk defa böyle bir bahsis aliyordu. Aksam eve giderken, kazandiği paranin bir parçasini her zaman köse basinda oturan fakir adamin sapkasina birakti. Adam öyle ama öyle minnettar oldu ki… Iki gündür boğazindan asaği lokma geçmemisti. Karnini iki günden beri ilk defa doyurduktan sonra, bir apartman bodrumundaki odasinin yolunu islik çalarak tuttu. Öyle neseliydi ki, bir saçak altinda titreyen köpek yavrusunu görünce, kucağina aliverdi. Küçük köpek gecenin soğuğundan kurtulduğu için mutluydu. Sicak odada sabaha kadar kosusturdu. Gece yarisindan sonra apartmani dumanlar sardi. Bir yangin basliyordu. Dumani koklayan köpek öyle havlamaya basladi ki, önce fakir adam uyandi, sonra bütün apartman kalkti. Anneler, babalar dumandan boğulmak üzere olan yavrularini kucaklayip, ölümden kurtardilar.
Bütün bunlarin hepsi, hiçbir maliyeti olmayan bir “TEBESSÜM”ün sonucuydu..
 

Pantea

Kayıtlı Üye
Katılım
15 Eyl 2008
Mesajlar
921
Tepkime puanı
81
Evlilik, inanmadigim halde içerisinde 17 seneyi bitirdigim bir kurum benim
için.. 17 senede (abartmiyorum) 40 çift arkadasimin son verdigi kurum ayni
zamanda da... Evliligimin bu kadar uzun sürmesinin gizi belkide kuruma inanmamaktan geçiyor.
Evliligi toplumun dayattigi sekilde yasamamaktan... Nedir bu dayatmalar?
Erkegin muhakkak kadindan yasça büyük olmasi, egitim seviyesinin erkegin lehine yada en azindan esit olmasi bunlarin sadece ikisi...
Olmaz, yürümez diyor toplum... Erkek yasça büyük olmali ki, kadina 'hot'
dediginde oturmali kadin... Yada yumusatiyorlar; -Efendim kadin erkekten önce çöktügü için (hani dogum felan) küçük olmaliymis yasi...
Egitimde de böyle.. Kadinin çok okumusu bilmis olurmus, evde kalmakmis layiki....
ESiM BENDEN 2 YAS BÜYÜK; ne 'hot' dememe gerek kaldi 17 senede, ne de benden önce çöktü...
Yillar içinde ben yaslandikça o gençlesti, -'Ooo Can bey kapmisiniz çitiri' esprilerine muhattap dahi oldum.
ESiM 3 ÜNiVERSiTE BiTiRDi; ben bi taneyi 9 senede bitirdim..
Ne o bana bilmislik tasladi, ne ben ona ezik baktim... Kulaga gelen
müzik tekse de, onu olusturan notalar farklidir der Halil Cibran...
Bunu unutmadik biz.
Ben konusurken o dinledi,ben dinlerken o konustu 17 sene.
O öfkeliyken ben, ben öfkeliyken o 'haklisin bitanem...' dedik, Öfke bitip firtina duruldugunda 'ama bi de böyle düsün' de dedik fikrimizi savunurken.
Farkli insanlar olarak görmedik birbirimizi, ayni amaç için savasan neferlerdik bu hayatta...
Asla bilmedik ne kadar para kazandigimizi, ortak cüzdanimizdan gerektigi kadar aldik..
Ne kadar çalarsa çalsin masanin üstünde telefon , kim bu saatte arayan karsi cins diye sorgulamadik da ama...
Sevginin en büyük dostuydu bizim için 'güven'... ve güvenin ardina saklanmis bir 'saygi' vardi daima...
Ne kavgalar, ne badireler atlattik 17 senede...
Eee ülkeler neler gördü, biz çekirdek aile mi sütliman yasayacaktik...
Bir gün öyle bir girdik ki birbirimize, ben ilk kez odamin disinda attim bi gece, misafir odasinda...
Gece yarisi kapi açildi esim;
-'Ne yapiyosun burda?' diye sordu kapinin esiginden, 'uyuyorum' dedim
buz gibi bi sesle... Gitti, gelmesi 1 dakikasini almisti elinde
yastikla...
'kay yana' dedi daracik yatakta. 'ne yapiyosun?' dedigimde 'benim yerim senin yanin, sen gelmezsen ben gelirim' dedi...
Anladim ki o gece, en uzun kavgamiz yat saatine kadar sürecek...
V e bence dogrusu da bu...
Özen gösterdik o günden sonra, evin her yerinde kavga ettik, yatak odamiz haric..
Kirsak da zaman zaman kalplerimizi, asla kin tutmadik birbirimize...
Toplum kurallariyla oynasaydik bu oyunu belki de 41 inci çift olacaktik o listede...
Ama oyunun kurallarini biz koyduk... Nede olsa bizim oyunumuzdu,oynanan...
Evlilik; hesapsiz içine dalinmasi gereken bir oyun bence...
Topluma kulaklarini tikayarak hemde... Ne benim, ne de bizim sözlerimizle...
Sadece gönlünüzden geçtigince...
Dedigi gibi Ataol Behramoglu'nun;
'...Yasadiklarimdan ögrendigim bir sey var:
Yasadın mı buyuk yasayacaksın,ırmaklara, goge, bbutun evrene karısırcasına.cunku omur dedigimiz sey, hayata sunulmus bır armagandır.
Ve
hayat, sunulmus bır armagandır ınsana...
CAN DÜNDAR

Hayat kisa gelen bir battaniye gibidir.
Yukari cekersin ayak parmaklarin isyan eder.
Asagi cekersin omuzlarin titrer . Ama yine de, neseli insanlar dizlerini karinlarina ceker, rahat bir uyku uyumayi basarir..........
 

Pantea

Kayıtlı Üye
Katılım
15 Eyl 2008
Mesajlar
921
Tepkime puanı
81
Öğretmen bir gün derste öğrencilerine bir teklifte bulunur:
'Bir hayat deneyimine katılmak ister misiniz?'
Öğrenciler çok sevdikleri hocalarının bu teklifini tereddütsüz kabul ederler.
'O zaman' der öğretmen. 'Bundan sonra ne dersem yapacağınıza da söz verin'
öğrenciler bunu da yaparlar.
Şimdi yarınki ödevinize hazır olun. Yarın hepiniz birer plastik torba ve beşer kilo patates getireceksiniz!
Öğrenciler, bu işten pek bir şey anlamamışlardır.
Ama ertesi sabah hepsinin sıralarının üzerinde patatesler ve torbalar hazırdır. Kendisine meraklı gözlerle bakan öğrencilerine şöyle der öğretmen:
'Şimdi, bugüne dek affetmeyi reddettiğiniz her kişi için bir patates alın, o kişinin adını o patatesin üzerine yazıp torbanın içine koyun.'
Bazı öğrenciler torbalarına üçer beşer tane patates koyarken, bazılarının torbası neredeyse ağzına kadar dolmuştur. Öğretmen, kendisine
'Peki şimdi ne olacak?' der gibi bakan öğrencilerine ikinci açıklamasını yapar: 'Bir hafta boyunca nereye giderseniz gidin, bu torbaları yanınızda taşıyacaksınız. Yattığınız yatakta, bindiğiniz otobüste, okuldayken sıranızın üstünde, hep yanınızda olacaklar.'
Aradan bir hafta geçmiştir. Hocaları sınıfa girer girmez, denileni yapmış olan öğrenciler şikayete başlarlar:
'Hocam, bu kadar ağır torbayı her yere taşımak çok zor.' 'Hocam, patatesler kokmaya başladı. Vallahi, insanlar tuhaf bakıyorlar bana artık. Hem sıkıldık, hem yorulduk?'
Öğretmen gülümseyerek öğrencilerine şu dersi verir:
'Görüyorsunuz ki, affetmeyerek asıl kendimizi cezalandırıyoruz. Kendimizi ruhumuzda ağır yükler taşımaya mahkum ediyoruz. Affetmeyi karşımızdaki kişiye bir ihsan olarak düşünüyoruz, halbuki affetmek en başta kendimize yaptığımız bir iyiliktir...
 

Pantea

Kayıtlı Üye
Katılım
15 Eyl 2008
Mesajlar
921
Tepkime puanı
81
Geçinmek için ne yaptığın beni ilgilendirmiyor. Neyi özlediğini, kalbinin arzuladığı şeye kavuşmanın hayalini kurmaya cesaret edip edemediğini bilmek istiyorum.
Kaç yaşında olduğun beni ilgilendirmiyor. Aşk için, hayallerin için, yaşıyor olma serüveni için, bir aptal gibi görünme riskini göze alıp almayacağını bilmek istiyorum.

Ay´ının etrafında hangi gezegenlerin döndüğü beni ilgilendirmiyor. Kederinin merkezine dokunup dokunmadığını, hayatın ihanetlerince açılıp açılmadığını, daha fazla acı korkusundan kapanıp kapanmadığını bilmek istiyorum.

Saklamaya, azaltmaya ya da düzeltmeye çalışmadan benim ya da kendi acınla oturup oturamayacağını bilmek istiyorum. Benim ya da kendi neşenle olup olamayacağını, insan olmanın sınırlılığını hatırlamadan, bizi dikkatli ve gerçekçi olmamız için uyarmadan çılgınca dans edip coşkunun seni parmak uçlarına kadar doldurmasına izin verip vermeyeceğini bilmek istiyorum.

Bana anlattığın hikayenin doğru olup olmaması beni ilgilendirmiyor. Kendi kendine dürüst olmak için bir başkasını hayal kırıklığına uğratıp uğratamayacağını; ihanetin suçlamasına dayanıp, kendi ruhuna ihanet edip etmeyeceğini bilmek istiyorum.

Güvenebilir ve güvenilebilir olup olamayacağını bilmek istiyorum. Her gün sevimli olmasa da güzelliği görüp göremeyeceğini bilmek istiyorum.

Benim ve kendi hatalarınla yaşayıp yaşayamayacağını; bir gölün kenarında durup gümüş ay´a ´EVET!´ diye bağırıp bağırmayacağını bilmek istiyorum.

Nerede yaşadığın ya da ne kadar paran olduğu beni ilgilendirmiyor. Keder ve umutsuzlukla geçen bir gecenin ardından, yorgun, bitap da olsan, çocuklar için yapılması gerekenleri yapıp yapmayacağını bilmek istiyorum. Kim olduğun, buraya nasıl geldiğin beni ilgilendirmiyor. Çekinmeden benimle ateşin ortasında durup durmayacağını bilmek istiyorum.

Nerede, kiminle, ne okuduğun beni ilgilendirmiyor. Diğer her şey bittiğinde seni ayakta tutan şeyin ne olduğunu bilmek istiyorum.
Kendinle yalnız kalıp kalamadığını ve o boş anlarda sana arkadaşlık eden kendini gerçekten sevip sevmediğini bilmek istiyorum.

Oriah Mountain Dreamer (Kanada'lı bir Kızılderili)
 

Pantea

Kayıtlı Üye
Katılım
15 Eyl 2008
Mesajlar
921
Tepkime puanı
81
Ne zaman hayatında bazı şeyler taşınamaz hale gelirse, ne zaman 24 saat kısa gelmeye başlarsa, o zaman mayonez kavanozu ve 2 Fincan Kahveyi hatırlayınız!

Bir gün bir Felsefe profesörü, elinde birkaç kutu olduğu halde derse gelir. Ders başladığında, hiçbir şey söylemeden, önüne büyükçe bir mayonez kavanozunu alır ve ağzına kadar tenis topları ile doldurur ve öğrencilere kavanozun dolup dolmadığını sorar;

Öğrenciler ittifakla kavanozun dolduğunu ifade ederler, Bu sefer profesör önündeki kutulardan bir tanesinden aldığı çakıl taşlarını, çalkalayarak kavanoza döker, böylece çakıl taşları kayarak, tenis toplarının aralarındaki boşlukları doldurur ve öğrencilere tekrar kavanozun dolup dolmadığını sorar, onlar da 'evet' doldu derler, profesör bu defa masanın üzerindeki diğer kutuyu eline alır ve içindeki kumu yavaşça kavanoza döker.
Tabii Ki kumlar da çakıl taşlarının aralarındaki boşlukları doldurur.
Ve tekrar öğrencilere kavanozun dolup dolmadığını sorar,Öğrenciler de koro halinde 'evet' derler.


Bu sefer profesör masanın altında hazır bekleyen 2 fincan kahveyi alır ve kavanoza boşaltır, Kahve de kumların arasında kalan boşlukları doldurur. Öğrenciler gülerler!
Profesör öğrencilerin gülüşünü destekleyerek 'eveet' Diyerek;
Ben 'Bu kavanozun sizin hayatınızı simgelediğini ifade etmeye çalıştım ' Der.
Şöyle ki; Bu tenis topları hayatınızdaki önemli şeylerdir; aileniz, çocuklarınız, sıhhatiniz, arkadaşlarınız ve sizin için önemli olan şeylerdir.




Diğer şeyleri kaybetseniz de, bu önemli şeyler kalır ve hayatınızı doldurur.
O çakıl taşları ise daha az önemli olan diğer şeylerdir; işiniz,
eviniz, arabanız vs.


Kum ise diğer ufak tefek şeylerdir.


'Şayet Kavanoza önce kum doldurursanız...' diye, anlatmaya devam eder, 'çakıl taşlarına Ve özellikle de tenis toplarına (yeterli) yer kalmaz.



Aynı şey hayatımız için de geçerlidir. Vaktinizi ve enerjinizi ufak tefek şeylere harcar, israf ederseniz, önemli şeyler için vakit kalmayacaktır . .




Dikkatinizi mutluluğunuz için önem arz Eden şeylere çevirin. Çocuklarınızla oynayın. Sağlığınıza dikkat edin. Eşinizle yemeğe çıkın. Evinizin ihtiyaçlarını karşılayın. Öncelikle tenis toplarını kavanoza yerleştirin. Öncelikleri, sıralamayı iyi bilin . Gerisi hep kumdur.




Bu Ara Bir öğrenci sorar; 'Peki, O iki fincan kahve nedir?'
Profesör gülerek: 'Bu soruyu bekliyordum, Hayatınız ne Kadar dolu olursa olsun, her zaman dostlarınız ve sevdiklerinizle bir fincan Kahve içecek kadar VAKTİNİZ vardır !!! :)
 

Pantea

Kayıtlı Üye
Katılım
15 Eyl 2008
Mesajlar
921
Tepkime puanı
81
Eski zamanlardı. Yolların olmadığı zamanlar... Demek ki fakirdi bizim gibi çoğunluk, bu nedenle taşınacak yüklere talip olacak hamallar bulmak zor olmuyordu... Yanımdaki hamalla yola çıktık. İhtiyardı. Kendinden büyük bir yük almıştı. Benim sırtımda ise birkaç bavul vardı sadece, onunkinin çeyreği... Diyordum ki içimden "Çok gitmeden kıvrılırsa titreyen bacakları, yüklenirim sırtındaki yükün yarısını!.." Nitekim çok geçmeden dedi ki: "Mola vakti. Gel biraz dinlenelim!... "Ne molası, dedim ona hayretle. Ben daha terlemedim!.." Sözüme aldırmadı. Durdu. Çöktü. Salarken yükünün ipini "Sen de dinlen hadi" dedi. Benim canım sıkılmıştı bu işe. Genç olduğumu, ondan kuvvetli olduğumu, bunun gibi bir bunakla yola çıkmamın ne büyük hata olduğunu düşünüyordum. O ihtiyar, bir bacağını azıcık uzatmış halde sessizce dinleniyorken, ben huzursuz bir şekilde ayakta dolanıyordum. Bir saat kadar sonra yine durdu, oturdu, dinlendi. Ben kızgınlıkla dolandım etrafında... "Yükünü indirip sen de dinlen", demesine aldırmadım, ona daha çok kızdım... Sonra yine durdu. Bana da "dinlenmemi" söyledi yine ama dinlenmedim. Yarım saat sonra "dinlenelim mi" diye sordu, aksi aksi başımı salladım... Kaçıncı molasıydı hatırlamıyorum, birden bire dizlerimin bağı çözüldü. Kafamın içinde uçuşan kara kara sinekler sustu, çöküp kaldım. Kayış kolumdan çıktı, sırtımdaki bavullar kaydı. Ne kadar zaman geçtiğini fark etmedim. Uyumuştum da uyandım mı, yoksa bayılmıştım da ayıldım mı anlamadım... Baktım kendi kocaman yükünün üzerine benim bavullarımı da bağlamıştı. Küçük tasına birazcık su koyup dudağıma dayadı, içtim. Sonra koluma girerek;"Hadi kalk, dedi. Bana yaslan. Ağır ağır gider ve bir süre sonra gene dinleniriz." Dediğini yaptım. Omzundan güç aldım, ama asıl anlattıkları iyi geldi bana. "Ben yılların hamalıyım, dedi. Nice pehlivan yapılı adamlar gördüm. Çoğu, dinlenmek istemediklerinden yükleriyle birlikte kendilerini de toprağa serdi sonunda... Yolda gördüğümüz saçılmış kuru kemiklerin çoğu, anlattığım bu insanlara ait... Halbuki bir yükü "taşımak" bizim işimiz, "altında ezilmek" değil!.. Unutma ki bir yük , taşıdıkça ağırlaşır. Dinlenerek sen yükünü hafifletiyorsun! Belki günün birinde hamallığın şekli değişir. Belki o günleri ben göremem. Ama sen kavuşursan o zamanlara, aman ha, kafanın içinde de sakın yük taşıma... Akşamları bırak ve hafifle... Sabah dinlenmiş olarak yeniden tekrar taşırsın yükünü. Bizim işimiz, bugünü yarına taşımak, bugünün altında yok olmak değil. Çünkü yarınlarda bizi bekleyenler var, taşıdıklarımızı bekleyenler...
 

Pantea

Kayıtlı Üye
Katılım
15 Eyl 2008
Mesajlar
921
Tepkime puanı
81
Bir bilge, bir göletin başında oturmaktadır. Susuzluktan kırılan bir köpeğin devamlı olarak gölete kadar gelip, tam su içecekken kaçması dikkatini çeker. Dikkatle izler olayı. Köpek susamıştır ama gölete geldiğinde sudaki yansımasını görüp korkmaktadır. Bu yüzden de suyu içmeden kaçmaktadır. Sonunda köpek susuzluğa dayanamayıp kendini gölete atar ve kendi yansımasını görmediği için suyu içer. O anda bilge düşünür: -Benim bundan öğrendiğimm şu oldu,der. -Bir insanın istekleri ile aras?ndaki engel, çoğu zaman kendi içinde büyüttüğü korkulardır. Kendi içinde büyüttüğü engellerdir. İnsan bunu aşarsa, istediklerini elde edebilir. Ama biraz daha düşününce aslında gerçek öğrendiği şeyin bundan farklı olduğunu görür. Asıl öğrendiği şey, insanın bir bilge bile olsa bir köpekten öğrenebileceği bilginin var olduğudur. Bu yüzden ne varsa paylaş, senden de öğrenilecek bir şeyler vardır diğer insanlar için...
 
Üst