Nuh peygamberin yakarişi

BaD_bOy

Kayıtlı Üye
Katılım
9 Ocak 2009
Mesajlar
175
Tepkime puanı
18
Pek çok kadim tufan hikayesiyle benzeşen Nuh Tufanı, semavi üç büyük dinin kutsal kitapları; Tevrat, İncil ve Kur-an’da ayrıntılarıyla anlatılır.

Bilinen hikayeye göre; kavmini imana davet eden Nuh Peygamber'i putperestlikte ısrar eden kavmi dinlemez. Uzun süren çabaları sonuçsuz kalınca, Allah’a yakaran Nuh Peygamber, bu azgın kavmin helâk olmasını diler. Kendisine vahyedilene uyarak yaptığı gemiye aldığı iman edenlerin ve canlı türlerinin haricindeki her şey çıkan büyük bir tufanla helâk olur.

Bu hikayenin Kur-an’da geçtiği ayetler okunduğunda algılanacak anlam bu özet doğrultusundaki ayrıntılar olacaktır. Defalarca okunsa da başka türlü bir anlam çıkartamaz insan. Ayet konusu bu hikayeyle ilgili Kur-an’ın engin hazinesinin anlamsal çok katlılığına örnek olan Şeyh-ül Ekber İbn Arabi’nin yorumuna ise hayret, merak ve şaşkınlığa düşmeden bakılması ve
sağduyunun kabullenmekte zorlanmaması mümkün değil.


Ayette geçen hikayenin Arabi yorumunu daha anlaşılabilir kılacağından, öncelikle Arabi’nin varlık anlayışının ilgili bölümlerine değinmekte yarar var.
Vahdet-ül Vücud (Varlığın Birliği), anlayışına göre; Hakk’ın birbirine karşıt gibi görünen iki yönü bulunmakta. Görünmeyen (bâtıni) yönü ve görünen (zâhiri) yönü. Görünmeyen yönüyle Hakk, en yüce bilme derecesine ulaşmış olanlara bile perdeli kalan, “Mutlak Bilinmeyen”. Görünen yönüyle ise; yaratılmış her şeyde, yaratılmış olanın yeteneği ölçüsünce kendini “Açığa Çıkaran”.

Arabi, Hakk’ın görünmeyen yönünü tenzih, görünen yönünü teşbih olarak isimlendiriyor. Kelime anlamı olarak soyutlama, arındırma anlamlarına gelen ve ilahi erişilmezliğin, aşkınlığın ifadesi olarak kullanılan tenzihi; mutlaklık anlamında kullanmakta. Mutlak’ın mutlak olarak bilinemeyeceğinin ifadesi. Teşbih ise Allah’ı yaratılmış şeylere benzetme anlamında kullanılmakta iken, Arabi’nin terminolojisinde Hakk’ın sınırlılık yönüne işaret etmekte. Yani yaratılmış şeylerde kendini açığa çıkaran Mutlak anlamında kullanılmakta.

Arabi, Hakk’a karşı takınılacak en doğru tutumun her iki yönün birleştirilmesi görüşünde. Hakk, sadece mutlak kendini perdeleyen olmadığından, her yaratılmışta o yaratılmışın yeteneğine uygun olarak kendini açığa çıkardığından; yaratılmış her şeyin Hakk’dan ayrı bir varlığının olmadığının, ama o şeyin Hakk’ın kendisi de olmadığının idrakine vararak, birimsel akla koyduğu sınır kapasitesince bilmeye çalışmanın en doğru yaklaşım olduğunu ifade etmekte.

Hakk’ın görünen (zahiri) yönünü mantıki usa vurma yoluyla reddeden tutum için Arabi, “akıl yoluyla tenzih” ifadesini kullanıyor. Bu tenzih türünün uç noktasına varmanın O’nu manevi varlıklara benzeterek, mutlaklığını sınırlandırmak olacağı ve belirlenmişliğe düşüreceği görüşünde.

Nuh Peygamberin temsil ettiği tenzih türünü bu tutuma örnek gösteren Arabi’ye göre; Nuh peygamber çağının en belirgin eğilimi olan putperestliği yenebilmek için böylesi uç noktada bir tenzihte ısrar etmiş. Bu tenzih türüne Arabi furkan adını vermiş. Hakk’ın teklik yönünü, belirlenişinin çokluk yönünden ayırma anlamında kullanmakta furkanı. Yani furkan, içinde en küçük bir teşbih barındırmayan mutlak tenzih tutumu anlamına geliyor.

Kur-an’da Nuh Suresi’nin 5. ve 6. ayetlerine göre; Nuh Peygamber kavminin imansızlığından dolayı Allah’a yakınarak:

“5-Nuh dedi ki: Rabbim! Doğrusu ben kavmimi gece gündüz davet ettim.

6-Fakat benim davetim, ancak onların kaçmalarını arttırdı.” demektedir.

Ayetin bilinen anlamı; kavminin inatçı inkarcılığı nedeniyle Nuh Peygamberin Allah’a yakınması ve onları bu günahkar tutumları nedeniyle itham ettiği şeklinde olmasına rağmen, ayetlerin Arabi yorumu oldukça şaşkınlığa düşürmekte insanı. Yorumu, Fusus-ul Hikem’de geçtiği şekliyle aktarmak istiyorum

“Nuh’un söylemek istediği, kendi davetine olumlu cevap verdiği takdirde bunun zorunlu sonucunun ne olacağını bildiğinden dolayı, kavminin kendisine kulak vermediğidir. Tanrı ârifleri Nuh’un kendi kavmini ithamkar bir dille övmekte olduğunun farkındadırlar. Ve bunların anladıkları gibi Nuh’un kavmi kendisini dinlemedi bile; çünkü kavmi onun bu davetinin eninde sonunda, furkana davet etmek olduğunu biliyordu.”

Bu ifadeye göre anlaşılması gereken; kavmi Nuh peygamberin kendilerini davet ettiği şeyin mutlak bir tenzih olduğunu, böyle bir şeyin de Allah’a karşı doğru bir tutum olmadığını bilmekteydi. Uç noktadaki tenzih şeklinin insanı mutlak Gayb’a götüreceği, mutlak surette bilinemeyecek olana da ibadet edilemeyeceğini kavmi anlamış olduğu için Nuh peygamber, görünüşteki siteminin ardında aslında kavmini övmektedir.

Aynı surenin son ayetlerinde ise;

24- Gerçekte bunlar birçoklarını doğru yoldan çıkardılar. Ey Rabbim! Sen bu zalimlerin dalaletlerinden
(şaşkınlıklarından) başka bir şeylerini arttırma.

25- Bunlar
(yani zalimler) günahlarından (yani hatiatlarından) dolayı sularda boğuldular ve ateşe atıldılar. O zaman kendileri için Allah’dan başka bir yardımcı bulamadılar.

26- Nuh şöyle dedi: Ey rabbim! Yeryüzünde kafirlerden hiç kimseyi bırakma!
27- Çünkü, sen onları bırakırsan kullarını saptırırlar, ve onlar ancak facir ve kafir çocuklar doğururlar.

Nuh Peygamber’in ilahi gazabı putperestlerden oluşan kötü topluluk üzerine davet etmesi olarak anlaşılan 24. ayetin ilk bölümüyle ilgili Arabi’nin yorumu: Çok sayıda putun varlığının, Tek’in kendini çoklukta açığa çıkarması bakımından insanları hayrete düşürdüğü şeklinde. Arabi'nin ifade ettiği "hayret" ise; yaygın anlamındaki hayret olmayıp, Bir'likte çokluğu, çoklukta da Bir'liği müşahede eden insanların Birlik ve çokluk arasında döngüsel bir şekilde yaşadığı "hayret" anlamına gelmekte. Zıtlıkların aynı anda varlığının kabulüne zorlanılmasından dolayı idrakte doğan bir izlenim.

Devamının yorumu ise daha da şaşırtıcı. Çünkü “zalim” kelimesini “nefsine zulmeden” anlamında değerlendiren Arabi’nin yorumuna göre, nefsine zulmedenler en yüksek ve en değerli insan sınıfı. “Bütün insanların en hayırlısı. Allah tarafından özel olarak seçilmiş olanlar.” dediği bu insanlar için Nuh Peygamber, içinde bulundukları hayret ve şaşkınlık durumunu daha da arttırmasını dileyerek yakarmış Allah’a.

25. ayetteki "hatiat" kelimesini de, bilinen anlamı yerine; kendi kişisel belirlenimleri yani nefsleri, egoları anlamında ele aldığı için ayetin anlamı Arabi'ye göre; manevi yokluk haline ulaşabilmek için egoların Allah'ın yüce ilim ummanında boğulması gerektiği ve bu ateşi yaşaması gerektiği anlamını kazanmakta. Bu halde iken de, hayat verici Allah'dan başkası yoktur.

27. ayetteki “facir” kelimesini; Hakk’ın tecelligahı olması sebebiyle Hakk’ı açığa çıkaran kimse, “kafir” kelimesini ise, bunun karşıtı, kendisinin somut suretinin görünürlüğü altında Hakk’ı örten kimse anlamında değerlendiren Arabi'ye göre; bu insanlar hem perdelenmiş olanı açığa çıkaran, hem de görünür olanı perdeleyen insanlardır. Bu nedenle de, İlahi marifete erişmek için ilk adım olan "hayret" halindedirler.

Sen onları bırakacak olursan, "kullarını hayrete düçar ederek onları kulluk makamından uzaklaştırırlar ve onları böylece hal-i hazırda gözlerine perdeli olan gerçek makamlarına yani Rabb makamına sürüklerler. Eğer bu vaki olacak olursa, kendilerini kul olarak düşünenler artık kendilerine Rabb nazarıyla bakarlar"
Özetleyecek olursak, Nuh Peygamber kavmi için; “Ey Allahım! İçinde yaşadığı çokluk alemiyle, varmak istediği Tek’lik arasında şaşkınlıkta olan ve kendi kişisel varlıkları olarak algıladıkları nefsleri nedeniyle Hakk’dan ayrı düşen bu insanların şaşkınlıklarını daha da arttır ki, artık benlikleri nedeniyle Hakk’dan ayrı düşen kimse kalmasın.” diye dua etmiş.


İbn-i Arabi hazretlerinin tartışmalı bir şahsiyet olduğu bilinmektedir. Şeyh-ül Ekber (Şeyhlerin Şeyhi) denildiği gibi, Şeyh-ül Ekfer (Kafirlerin Şeyhi) de denilmiş. Eserlerini okudukça insanların onu neden böylesine karşıt iki uçta değerlendirdiklerini daha iyi anlıyor insan. Her ne kadar eserlerini avamın okumasını men etmiş olsa da, böylesine derin
bir İlmi insanların aydınlanması adına sembollere büründürmeden böylesine açık bir şekilde ifade etmesi elbette bıçak sırtında yürümesini gerektirecekti. Ama O, bunu göze alıp günümüze kadar ulaşan ve halâ tartışılan eserleri vasıtasıyla, nasibi olanlara ulaşmasını arzu ettiği bilgiyi
ulaştırmaya devam ediyor görüşündeyim.

Bilginin bu derin kaynaktan günümüze kadar gelmesine vesile olan, Arabi'nin dev eseri Fusus'la ilgili çalışmaları bulunan: Kaşani'yi Profesör Afifi'yi, bu yazıda kaynağım olan Anahtar Kavramlar'ın yazarı Toshihiko Izutsu'yu, çevirmeni A.Yüksel Özemre'yi rahmet ve minnetle anıyorum.

Nuh Peygamber kavmi için dua ederek mi, beddua ederek mi yakardı Allah'a?

Herkesin kendince bir cevabı olacaktır bu soruya.

KAYNAK:
Tefsiri-i Kebir Te'vilât-İbn Arâbi
Fusus-ul Hikem-İbn Arâbi
İbn Arâbi'nin Fusu'ndaki
Anahtar Kavramlar - Toshihiko Izutsu
Çeviren:A.Yüksel Özemre

 
Üst