Yakaza (Uyanık Olma Hali

BaD_bOy

Kayıtlı Üye
Katılım
9 Ocak 2009
Mesajlar
175
Tepkime puanı
18
Hak Teâlâ bir hadis-i kudsîsinde Davud (as)'a hitaben şöyle buyurdu: "Ey Davud! Uyanık ol... Din kardeşine karşı yumuşak davran. Sana, benim isteğim doğrultusunda itaat etmeyene ve seninle muvafık olmayana dost olma. Çünkü o senin düşmanındır." Buradaki yakazadan (uyanıklıktan) murat, gaflet uykusundan kurtulmaktır. Ve cehaletten berî olmaktır.

Sâlike evvela lâzım olan şey; gaflet uykusundan uyanması ve Hak için, onun rızası doğrultusunda kıyama kalkmasıdır. Nitekim Allah-u Teâlâ Habibine hitaben şöyle buyurmuştur: "Ey Muhammed! Sen onlara şöyle de: 'Size bir tek öğüdüm var. İkişer ikişer ve teker teker Allah'a yönelin. Sonra düşünün. Arkadaşınızda delilikten hiç bir eser yoktur. O, şiddetli bir azabın gelip çatmasından önce sizi uyaran bir peygamberden başka bir şey değildir." (Sebe, 46)

Şurası hiç şüphesiz ki, insan, fıtratı icabı gaflet uykusuna ve bunun muktezâsı olarak da cehalete daha fazla meyyaldir. Canımız Hak ile uyanık olmazsa uyanıklık bizim için iki dağ arasındaki boğaz ve geçit gibidir.

Resulullah Efendimiz (sav), bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardı: "İnsanlar, uykudadır. Öldükleri zaman uyanırlar." Yani, insanlar ekseriya gaflet uykusundadırlar. Ve dinin emirlerini her dem uyanık olarak huzur-u kalp ile yeri ne getiremezler. Bir kimsenin kalbi ve ruhu uyanık ve bilgili olursa, o zahiren (görünürde) uyuşa bile, o ehl-i tahkikin nazarında uyanıktır. Ve ona uyuyor denilmez. Zira onun uyuması, Hz. Peygamberin uyuması gibidir. Nitekim Hz. Peygamber(s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Benim gözlerim uyusa bile kalbim ve ruhum Rabbimden haberdar ve uyanıktır." Ruhun ve kalbin bîdar (uyanık) olması ve bu uyanıklığın istikrarlı olarak devam etmesi için bir üstâda ihtiyaç vardır. Onun vaaz ve nasihatleri talip olan salikin ruhî melekelerini geliştirir. Bu geliş melerle beraber kalbî inkişaflar zuhur eder. Bu zuhurlar sâliki daima uyanık tutar. Bu sayede, sâlik, hangi derecede ve makamda olduğunu anlamakta güçlük çekmez. Hangi mertebede olduğunu müşahede etmesi onun aynı zamanda neye ihtiyacı olduğunu ve eksiğini nasıl kapatması gerektiğini ihsas eder. Uyanıklığın en makbulü, sâlikin nefsine ait fesâid ve mâsiyetleri görmesi ve onları izâle etmeye çalışması hususundaki uyanıklığıdır. Ve akabinde tövbe ve istiğfara koşabilme isteğidir.[1]

Kaynaklar

[1] İsmail Ankaravî Dede, "Minhacü'l Fukara" adlı eserden, Merâtib-i sülûk (Sülûkun Mertebeleri) ve Yüz Mertebe
 
Üst