Hakk'tan Seyr, Hakk'a Seyr

BaD_bOy

Kayıtlı Üye
Katılım
9 Ocak 2009
Mesajlar
175
Tepkime puanı
18
Cenâb-ı Hakk'a tekarrübiyet yolunda bir “Hakk'tan seyr” vardır, bir de “Hakk'a seyr” vardır.
Hakk'tan Seyr

Hazret-i Allah ile Allah'a yürümek mânâsına gelir. Allah-u Teâlâ'nın bir kulunu kendisine çekmesi ve yaklaştırması demektir. “Size benden bir hidayet geldiği zaman.” (Bakara: 38) âyet-i kerime'sinde bu mânâ vardır. Allah-u Teâlâ bir kulunu kendi tarafına çekmezse, hiçbir kimse Hakk'a tekarrüb edemez. Bütün kalpler O'nun kudret elindedir. Dünya saâdetine, âhiret selâmetine ancak O'ndan gelen hidayet sayesinde erişilir. Diğer bir Âyet-i kerime'de şöyle buyruluyor: “Gerçek hidayet Allah'ın hidayetidir.” (Âl-i İmran: 73) Onunla dilediğini hidayete eriştirir.

Âyet-i kerime'de beyan buyrulduğuna göre İbrahim Aleyhisselam: “Ben Rabbime gideceğim, O beni doğru yola iletecek.” buyurmuştur. (Saffat: 99) Bu beyanı ile her şeyden arınıp tam bir hulûs ve teslimiyetle Allah-u Teâlâ'ya yöneldiğini, kendisine yol gösterenin O olduğunu belirtmiştir.

Allah-u Teâlâ bir kulunu irşat için ileriye sürmüşse; evvelâ onun tüm varlığını alır, kendi lütuf varlığını koyar, sonra onu vazifedâr yapar, lütfu ile destekler. Ona dilediği kadar ilimler öğretir, onun muallimi Allah-u Teâlâ'dır. Âyet-i kerime'de: “Onlar o kimselerdir ki, Allah imanı kalplerine yazmış ve onları kendinden bir ruh ile desteklemiştir.” buyruluyor. (Mücâdele: 22)

Allah yolunun yolcusunu Allah-u Teâlâ ezelden tayin eder. Bunlar Hakk'tan emir alırlar. O yalnız Allah-u Teâlâ'yı ve Resulullah Aleyhisselâm'ı bilir. Onlar namına hareket eder, onlar namına irşat eder. Onlar daha doğarken o hâl üzere doğarlar. Bunun içindir ki onlara ezelden verilen nasibe kadar terakki etmeye yolları müsaittir. Hakk'tan geldiler, Hakk ile Hakk'a giderler, Hakk'a vuslat ederler.

Hakikat ehli azdır, onlar Allah-u Teâlâ'nın hükmünce hareket ederler. Onlar Hakk iledir. Verdikleri beyanlar, söyledikleri sözler de hakikattir. Her şeyi açık söylerler. Sakınmazlar, çekinmezler. Onlar Hakk'ın boyasına boyanmışlardır. “Yarattıklarımızdan öyle bir topluluk da vardır ki, onlar Hakk'a iletirler ve hak ile hüküm verirler.” (A'raf: 181)

Mukallid ise kendisini ona benzetiyorsa da o boyaya boyanmamıştır. Şeytanın boyasına boyanmıştır. Birisi Hakk'ın boyasına boyanmıştır, diğeri şeytanın boyasına. Birisinin işi Hakk iledir, birisinin işi halk iledir. Hakk ile olan halka muhtaç değildir. Halk ile olan halka muhtaçtır. Onların Hakk ile işi yoktur. Şeytanın askerleridirler. Bir yol ki Hakk'tan kula gider, o yolda saâdetler vardır. Bir yol ki kuldan Hakk'a gider, bütün felâketler o yoldadır.

Hakk'a Seyr

Nefis ile Hakk'a yürümeye çalışmak demektir. Bunlar Hakk'ın tayini olmadan halkın tayini ile irşada kalkan kimselerdir. Kişi kendini tayin etmiş, annesi tayin etmiş, babası tayin etmiş, ağabeyi tayin etmiş ve şeyh olmuşlardır. Bunlar şeytan ehlidirler ve mukallid mürşittirler. Şeytan ileriye sürdüğü için şeytan namına ortaya çıkarlar, kendi varlığını meydana koyarlar, nefis putunu eline alıp irşada kalkarlar. Nefsin arzusu, şeytanın desteği ile Hakk yolunda yürümeye ve yürütmeye çalışırlar.

O Hakk'a doğru gidiyor amma, her hareketi irşat değil ifsattır. Üç şey için çalışırlar: Menfaat, nam ve makam. Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyurur ki: “Kendilerine: ‘Yeryüzünde bozgunculuk yapmayın.' denildiği zaman: ‘Biz ancak ıslah edicileriz.' derler. İyi bilin ki asıl bozguncular kendileridir, lâkin anlamazlar.” (Bakara: 11-12) Şeytanın yolunda ve izindedirler. Bunlara şeyh şeytanı denir, şeyh suretinde şeytandırlar, yol kesicidirler, Hakk'a ulaşmak isteyenlere engel olurlar. “Şeytan şeyhleri” dediğimiz bu fesatçı ve ifsatçılar bu zamanda alabildiğine türemişler; bu perde altında makam, nam ve menfaat elde ediyorlar. Bütün gayri meşru arzularını, maddi geçimini, bu perdenin altında temin ediyorlar.

Hem ahkâma aykırı hareket ederler, hem de bunu kendi büyüklüğüne verirler. Müritleri de öyle düşünür. “Efendim o zat çok büyük olduğu için şeriata aykırı işler işleyebilir.” der. Ahkâm haricindeki bir hareketi kişinin büyüklüğüne değil, zındıklığına vermek lâzımdır. Hakiki bir mürit atılırım korkusundadır. Sahte mürşit ise müridim kaçar korkusundadır. Çünkü onun şeyhliği müritlerinedir. Müritleri ona şeyh diyor, o da “Ben şeyhim” diyor. Bu durum neye benzer bilir misiniz? Bir şehrin valisi varken biri de: “Ben bu memleketin valisiyim.” diyerek vali makamına oturursa, derhal onu oradan uzaklaştırırlar ve gereken cezayı verirler. Allah yolunda tayin edilmeyen bir kimsenin, o makamı işgal etmesinin cezasını siz tasavvur edin.

Allah-u Teâlâ bu hale erdirmediği halde, kendisini onlar gibi göstermeye çalışan kimse hem yalancıdır, hem riyâkârdır. Yalan ile iman bir arada durmaz, riyâ ise zaten imanı giderir. Bunlar sahtekârdırlar, Allah yolunun yol kesicisidirler, Hakk'a ulaşmak isteyenlerin eşkıyasıdırlar. Şeytanın dahi yapamadığını bu türlü riyâkârlar yapar. Şeytan bu gibi kimselerin vasıtasıyla her kötülüğü yapar. Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde: “Ve her yolun başına oturup da tehdit ederek inananları yolundan alıkoymaya ve o Allah yolunu eğriltmeye çalışmayın.” buyuruyor. (A'raf: 86)

Bunlar her yolun başında otururlar, Allah'a varmak isteyenleri sapıtırlar, Allah-u Teâlâ'dan koparırlar, kendilerine bağlarlar. Bunlara bağlananlar ise, bunların arzularına tâbi oldukları için, bunları ilâh edinmişlerdir. Bunlar en aşağılık kimselerdir. Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde: “Onlar yaratıkların en şerlileridirler.” buyuruyor. (Beyyine: 6) Münâfık oldukları için esfel-i sâfilîne giderler. Kendilerine destek verenleri de peşlerinden götürürler. Şeytandan daha korkunçturlar, Deccal'den daha tehlikelidirler. Bu büyük sahtekârlar ortalığı yaygara ile dolduruyorlar.

Şeyh kisvesi altındaki bu şeytanlar, İslâm dininin yüzkarasıdırlar. Tasavvura sığmayan her türlü melaneti yaparlar. Şeytanın yapamayacağı çirkin işleri şeyhlik kisvesi altında sergilerler. Bu sahtekârların bu hareketleri ne İslâm dininde, ne de Tarikat-ı aliye'de vardır. Aslâ tarikatla ilgileri yoktur, icraatları tamamen kendi zanlarına dayanır. Halkın İslâm'dan soğumalarının ve Tarikat-ı aliye'den ikrah etmelerinin sebebi de bu şuursuzlardır. Ortalığı karartan, bunaltan ve istilâ edenler, İslâm'a en büyük darbeyi vuranlar da yine bu sahtelerdir. Kimisi kadınlarla, kimisi çocuklarla, kimisi de dünya menfaatlerini temin için çeşitli entrikalarla meşguldürler, dini dünyaya âlet ederler. Önder olduğu zannediliyor, fakat İslâm dininde bir bozguncu olduğu bilinmiyor.

Resulullah (S.A.V.) Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki: “Ümmetimden yalancılar, Deccaller vücuda gelir.” (Münâvi) Yalancı ve deccalden maksat, dıştan insanları irşat ve ıslah etmek sıfatıyla görünüp, gerçekte ise halkı ahkâma uymaktan alıkoyanlardır. Çünkü onları Hakk seçmedi. Kendini büyük gören gerçekten küçüktür. Mukallidler zan ile hareket ederler, hiçbir hakikate isnat etmezler, etraflarını da böylece hakikatten uzaklaştırırlar. Binâenaleyh hayat ve hakikat Allah-u Teâlâ'nın lütuf seyrindedir. Bütün sapıklık ve dalâlet de şeytanın desteklediği yoldadır.

EN AĞIR MESULİYET

Nefsini İlâh Edinenler

Allah-u Teâlâ'nın sevdiği, seçtiği ve kendisine çektiği kullar ancak halka rehberlik yaparlar, anasının babasının seçtiği kimseler değil. Onlar anasının babasının tayini ile posta oturmuşlar, puta tapınmış ve başkalarını da taptırmış oluyorlar. Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde: “Resulüm! Gördün mü o nefis arzusunu ilâh edineni? Artık ona sen mi vekil olacaksın? (Onu şirkten sen mi koruyacaksın?)” (Furkan: 43) Çok iyi bilin ki, o kendi nefsini ilâh edinmiş, ona tapıyor, o bir puttur. O putuna taptığı gibi, ona iltihak ve ittibâ edenler puthaneye girmiş ve o puthanede tapınmış oluyorlar. Çünkü o kendisi puta tapıyor, ona bağlı olanlar da o puthanede tapınıp duruyorlar.

Mesrûk -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah (S.A.V.) Efendimiz buyururlar ki: “Bir kimseye ilim olarak Allah'tan korkar olması yeterlidir. Bir kimseye cehâlet olarak da kendini beğenmesi, nefsine mağrur olması yeterlidir.” (Câmiüs-sağîr: 6240) Bu en büyük tehlikeyi hiç kimse bilmiyor ve görmüyor. Diğer bir Hadis-i şerif'te ise şöyle buyruluyor: “Bir insanın kendini beğenmesi yetmiş senelik ibadetini mahveder.” (Camiüs-sağîr)

Kibriya ve azamet Allah-u Teâlâ'ya mahsustur. Büyüklük ve ululuk ancak O'na yakışır. Kula yakışan tevâzudur, alçak gönüllülüktür. Kendi nefsini beğenip değer verenlerden nefret ettiğim zaman şöyle düşünüyorum; “Ben kendimi beğenip nefsime değer verirsem, ya Rabbim ne kadar nefret eder!”

Babadan Oğula Süren Saltanat

Günümüzde görülüyor ki Allah yolunu âlet ederek saltanat sürenler bulunmaktadır. Şöyle ki; babaları şeyhmiş, oğluna “Sen şeyhsin!” demiş, o da şeyh olmuş. Babadan oğula geçen padişahlık gibi bu ilâhî yolu saltanata çevirmişler. Ya babası tayin etmiş, ya abisi tayin etmiş, ya annesi tayin etmiş. “Al bu sürüyü sen de güt!” Allah-u Teâlâ onu lâyık görseydi, o makama tayin ederdi. O lâyık görmemiş, annesi babası lâyık görmüş.

Bir Mürşid-i kâmil'e eğer emredilmişse yerine bir veya daha fazla halife bırakabilir ve ilân eder. Herkes nasibini arar. Aksi halde birçok mürşitler yerine vekil bırakmadan gitmişlerdir. Allah ehlini Allah-u Teâlâ tayin eder. O bir emanet-i ilâhî'dir, kime dilemişse ona verir, kişinin burada hükmü yoktur. Bu noktada arzu ile hareket edilmesini hoş görmüyoruz, tasvip de etmiyoruz.

Mânevî vazife, miras dışarıya gitmesin diye kızını çok yakınına verdiği gibi verilmez. Ancak emirle olur. Eğer sana bu vazife verilmişse, kimin malını kime veriyorsun? Verilmemişse kime ne vermeye kalkıyorsun? Mesela her an ahirete intikal etmemiz imkân dahilinde olduğu halde biz hiç kimseyi tayin etmiş değiliz. Ben hükümsüz ve değersiz bir mahlûkum, tayin etmeye sahib-i salâhiyet değilim. Eğer ben tayin edersem Allah-u Teâlâ'nın önüne geçmiş olurum. Gelenlerin eşkıyalığını yapmış ve ebedî hayatlarının katline vesile olmuş olurum. Allah ve Resulü'nün nâmına iş görüyorum. Diledikleri kadar tutarlar, diledikleri zaman alırlar.

Diyeceksiniz ki insanlar onu nasıl bilip tanıyacaklar? Yüksek voltajlı bir ampul düşünün. “Ben ampulüm.” demiyor amma, yandığı zaman ışığı her tarafa yayılıyor. Hakk'ın tayini ile irşat memuru olan bir Mürşid-i kâmil de böyle bilinir. Bunlar Allah-u Teâlâ'nın emrini, hükmünü tebliğ ederler. Hiçbir zaman kendini ortaya koymazlar, değersiz ve hükümsüz olduğunu bilirler.

Kıyamet gününde Allah-u Teâlâ ile İsa Aleyhisselam arasında geçecek olan muhavere Kur'an-ı kerim'de beyan buyurulmaktadır: “Allah: ‘Ey Meryem oğlu İsa! Sen mi beni insanlara: ‘Beni ve anamı Allah'tan başka ilâh edinin.' dedin?' demişti.” (Mâide: 116) Nefsini ilâh edinen ve halkı da taptıranlara Allah-u Teâlâ: “Bana mı taptın, nefsine mi taptın? Halkı bana mı bağladın, puthaneye mi koydun?” diye soracak, o zaman ne cevap verecekler? Bunlar gerçekten Allah yolunu âlet ederek saltanat kurmuşlar, babadan oğula, oğuldan kardeşe geçiyor ve bu böyle sürüp gidiyor. Halbuki Allah yolunun rehberini ancak O tayin eder. Seni kim tayin etti? Senin babanı kim tayin etti? Bu tayinler, Mürşid-i kâmil'e ulaşmak isteyen bir kimsenin yolunu kestiği için onun mânevî katline vesile olur. Kendilerini yaktıkları gibi başkalarını da yakarlar.

Bunlar şeyhlik kisvesiyle yol kesicidirler, Allah ehlini arayanların yollarını keserler. “Allah ehli biziz!” derler. Allah yolundan alıkoyarlar. Yollarını kestikleri insanları kendi puthanelerine götürürler ve hayvan mesabesinde olan insanları, o ahıra tıkarlar. “Siz burada tapının durun!” derler. O da onu hakikat zanneder, ibadet ettiğini zanneder, tapınır durur. “Hakikat ehli midir, değil midir?” diye katiyen aramaz. Çünkü o puthanede olduğu için o saltanat süreni hoş görür, hakikati göremez ve arayamaz. Maksadı etrafı dağılmasın, servet yıkılmasın, nam, şöhret, menfaat gitmesin.

Onlar o puthaneyi korudukları gibi, o ahıra girmeyenleri küçümser ve ayıplarlar. “Bizim şeyhimiz böyledir, bizim yolumuz böyledir!” diyerek kendi yollarına, kendi şeyhlerine dâvet ederler. Şayet ağlarına düşen olursa onu da puthaneye sokarlar, o da o ahıra girer. Nefsini ilâh edinenler, halkı da nefis putuna taptırıp puthaneye sokanlar, bu ulvî yolu bu hale koydular. Onları puta, dergâh gibi görünen yerleri puthaneye benzetmemize hiç hayret edilmesin. Ben bunun böyle olduğunu biliyorum, onlar ise cehenneme girince öğrenecekler.

Hadis-i şerif'te şöyle buyruluyor: “İnsanlar uykudadırlar, öldükten sonra uyanırlar.” (K. Hafâ) Zira onlar kendi nefsine tapıyorlar ve başkalarını da taptırıyorlar. Allah yolunda tahtını kurmuş ve saltanat sürüyorlar. Nefis putunu ilâh edinip halkı kendilerine taptıranlar bu büyük cürümlerinin hesabını hiçbir zaman veremeyecekler, Allah-u Teâlâ'nın suâlini cevapsız bırakacaklar, cezaları ile baş başa kalacaklar. Seni bu âlî ve ulvî makama kim tayin etti? Ey dinini dünyaya âlet eden, koyun postuna bürünen kurtlar!
Gün gelecek, bu şeyhlik saltanatı sona erecek. Bugün ahıra bağladıklarını, yarın önlerine geçerek cehenneme götürecekler. Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde: “O hanginizin daha güzel amel işleyeceğinizi imtihan etmek için ölümü ve hayatı yaratandır.” buyuruyor. (Mülk: 2) Sonra ne olacak? Akıbetini hiç düşündün mü? Sana soracak: “Bu iş ve icraatları benim iznimle, emrimle mi yaptın, yoksa nefsini ilâh edindin de şeytan mı bunları sana emretti? Nefsini ilâh edinmekle bana meydan mı okuyordun?”

İsa Aleyhisselam ulül-azm bir peygamber olduğu halde Allah-u Teâlâ'nın hitâb-ı ilâhî'sine şöyle cevap verdi: “Hâşâ! Seni tenzih ederim. Hak olmayan sözü söylemek bana yakışmaz. Eğer demiş olsam, şüphesiz sen onu bilirsin.” (Mâide: 116) Âyet-i kerime'nin devamında ve mütebâki Âyet-i kerime'lerde onun bu husustaki selis beyanı, bir ibret numunesi olarak beşeriyete sunulmaktadır. Çünkü o Yaratan'ını çok iyi biliyordu. Ey ehl-i dalâlet! Siz nasıl yakıştırdınız?

Hakikat ehline gelince; onlar İsa Aleyhisselâm'ın buyurduğu tutumdadırlar, onun söylediği gibi söylerler. Çünkü Resulullah (S.A.V.) Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde: “Ümmetimin âlimleri benî İsrail'in peygamberleri gibidir.” buyurmuştur. (K. Hafâ) Hakikat ehli onlara vâristirler. Bunlar ancak Allah-u Teâlâ ve Resulullah Aleyhisselam tarafından tayin edilir, onlarla desteklenirler, onlar namına iş görürler.

Kıyas

Allah-u Teâlâ kendi lütfundan kime sermaye koymuşsa, o kimse hizmeti minnet bilir. Fakat kime ki o sermayeyi vermemişse, o kimse mihnetle hizmet eder. Hizmeti minnet bilenler Rahman'ın yolundadır, mihnetle hizmet edenler şeytanın yolundadır. Birisi Hakk'a hizmet ediyor, diğeri şeytana hizmet ediyor. Görünüşte ikisi de Hakk yolunda. Hizmeti minnet bilenler Allah-u Teâlâ'nın rızâ-i Bari'sini kazanır, mihnetle hizmet edenler gazabını kazanır.

Birisi: “Yolunda hizmet ettiren Sahibime şükürler olsun.” diye şükrünü ortaya koyuyor, diğeri ise: “Hizmet ediyorum.” demekle eneliğini ortaya koyuyor. Yaptıklarını nefsine mal ediyor, karşılığını da behemehal bekliyor. Hakk yolunda hizmet edenler, bütün lütuf ve ikramların Allah-u Teâlâ'ya ait olduğunu, kendisinin ise hükümsüz ve değersiz bir mahlûkçuk olduğunu hem görüyor, hem biliyor.
 
Üst