Animizm

Amphitrite

Banlı Kullanıcı
Katılım
28 Şub 2010
Mesajlar
350
Tepkime puanı
41
Animizm

Bu terim anima, “can” (soul) sözcüğünden türemiştir ve felsefede ruhun varlığına inanmak anlamında kullanılmıştır. Antropolojideki kullanımı ise, E.B Tylor’ın ilkel insanla ilişkilendirdiği düşünce okulunu izleyerek, insanların can ya da ruh taşıdığı, hayvanların, bitkilerin ya da cansız dediğimiz nesnelerin ruhları olduğu ve insanın rüya ve vizyonlar aracılığıyla bu ruhlarla ilişki kurabileceğine inanmak anlamındadır. Birçok animist daha da ileri giderek, ruhların bedenden ayrılabildiğini ve büyünün onlar aracılığıyla gerçekleştiğini düşünür.

Ruhlar, ölülerin canlarını ve çeşitli doğa ruhları ile tanrılarını içerir. Animizm, elbette geniş anlamda tüm dinleri kapsar. Ancak bu sözcük, bir Yüce Varlık’tan haberdar olmayan halklar tarafından kullanılır ve bu insanlara bazen hala ilkel insanlar denilse de bunun, Avrupalı araştırmacılarca anlaşılmadıklarından kaynaklandığı ortaya çıkıyor.

Animizm kuramı oluşturulduktan sonra diğer antropologlar, özellikle Marett ve Preuss, bu kişiler arasında canda daha da ilkel olabilecek bir inanış olduğunu fark ettiler. Şöyle ki bazı kişiler gizemli majik bir etki ya da güce sahipti ve birçok olağanüstü ve şaşırtıcı olayın gerçekleşmesinden sorumluydu. Buna Melanezya kökenli bir sözük olan mana denir. Aynı inanış Amerikan yerlilerince wakan ve orenda olarak belirtilir. Psikanalistlerin bu inanışı önemsemeleri, hipnozla ilişkisini açıklamaları ve klinik bulgularıyla ilişkilendirmeye çalışmaları şaşırtıcı değildir. Roheim, ilgili yapıtında, özellikle bu konuda fazlasıyla ayrıntıya girer.

Ölüler ve onların dünyasal kalıntıları, bazı taşlar ve nesneler aracılığıyla ölmüş olanlarla iletişim kurabilenler (örneğin Avustralyalı chirunga’lar), rahip ve büyücü-hekimler ve kabile reisleri ve bazı gizli toplulukların üyelerinin Mana ya da benzer bir güce sahip oldukları sanılmaktadır. Bu güç rahiplerin tanrılarla iletişim kurmalarını ve ruhları denetlemelerini sağlar. Büyücü ya da başkanların ev ve mallarını dokunulmaz kılar. Cadı ya da büyücünün doğaüstü güçler kullanarak hastalıklara ya da başka sorunlara neden olmasına, aynı zamanda, iyi büyücü-hekimlerin hastalıkları tedavi etmesine ve kötülükleri ortadan kaldırmasını sağlar. Bu da kabile reislerine ve krallara yönetim hakkı ve gizli toplulukların üyelerine ise belirli güçler ve ayrıcalıklar verir.

Büyücü hekim, bugünün medyumu gibi, ölülerle iletişim kurar ve onlardan mesajlar aktarır. Ortaçağ’ın nekromanları gibi, ölülerin ruhlarını ve hatta başka varlıkları denetimi altında tutma gücü olduğunu iddia eder. Animistik dünya görüşüne göre, hastalıkların nedeninin canın bedenden ayrılması ve başka bir varlığın bedene girmesi olduğu sanılırdı. Büyücü-hekim canı geri getirmek ve diğer varlığın bedeni terk etmesi için çaba gösterirdi. Bazen bu iki işlemden birine daha çok ağırlık verilirdi ama her iki işlem de gerçekleştirilirdi. Kötü varlığı bedenden çıkarmaya yarayan ilaç mana’ya neden olurdu, ancak büyük bir olasılıkla, büyücü-hekim için geçerliydi. Bu, en azından, Roheim’e görü Fiji’de böyleydi. Bununla birlikte, şifa süreci genellikle masaj yaparak, yakarak, kurban ederek, delerek, keserek, kanatarak, şişe çekerek ve daha çok emerek gerçekleştirilirdi. Ön hazırlıklar, bazen uzun bir ritüel ve uzun bir emme süreci sonrasında, cerrah bazen büyük bir zafer elde etmişçesine sorunu yaratan ruhun içinde bulunduğuna inanılan bir nesne gösterirdi. Gösterilen nesneler kuvars kristali (Avustralya), iğne ve tahta parçaları (Borneo), çakıltaşı, tavuk tırnağı, tüy, kemik ve çalı çırpı (Afrika) ve hatta kurt ve yılanlar (Güney Amerika) olabilirlerdi.

Büyücü-hekimin her zaman bir sihirli değneği vardı. Değnek mutlaka tanrıya adanırdı, bunun için de bazı korkunç törenler yapılırdı. Kabile reisinin ise genellikle bir asa’sı vardır. Değnek ve asalar oldukça güzel nesnelerdir. Bunlar Polinezya’da, genellikle, bir balina türü olan deniz gergedanının erkeğinde bulunan, oldukça uzun ve tek dişinden yapılırdı. Amerika ve Polinezya’da boynuz ve tüylerden oluşan başlıklar kullanılırdı ve bu, önem derecesine göre çeşitlilik gösterirdi. Bu insanların giysileri, avlanırken elde ettikleri boynuz, pençe, kirpi dikenleri ve başka hayvanların tüyleriyle süslenmiş, koyun, Amerikan bufalosu, geyik, ve başka hayvanların derilerinden yapılırdı. Polinezya’da, dut ağacının kabuğundan elde edilen tapa kumaşından oldukça alımlı cüppeler giyilirdi. Tahiti ve Hawaii’nin kabile reisleri ve kralları ise tüylü cüppeler giyerlerdi. Bu tüyler Hawaii’nin bal emen kuşlar ailesinden olan üç kuştan elde edilirdi. Giyecek olan kişinin konumuna göre, daha üstün kabul edilen kırmızı tüylerden, diğeri ise sarı tüylerden yapılırdı. Hawaii kralının giydiği pelerinin yaka kısmı yalnızca turuncu tüylerden oluşurdu ve bu tüyler kanatlarının yanındaki iki öbekte, bu renkte yalnızca birkaç adet tüy bulunan başka bir kuştan elde edilirdi. Bu cüppelerin günümüze ulaşan tek örneği Honolulu’da Bernice Pauahi Piskopos Müzesi’nde saklanmaktadır. S.Sitwell bunun dokuz başarılı hükümdarlık dönemi geçirildiğinde elde edildiğini anlatır. Tütün içmeye ilk başlayanların Amerikan yerlileri olduğuna inanılır ve bu, büyücü hekimlerin uyguladığı bir törendi. Calumet ya da tütün çubuğu çok önemli bir ayin aracıydı ve bu çubuğun kullanımıyla bağlantılı birçok tabu vardı. Sonunda, bu nesne bir simge oldu (barış çubuğu) ve bazen duyulan onurun göstergesi olarak konuklara sunuldu ancak gerçekte, karmaşık ayinler sırasında tedavi etme amacıyla kullanılırdı.

Kaynak: W.B Crow, Büyünün Cadılığın ve Okültizmin Tarihi
 
Üst