Kendini Bilmek Üzerine

mally

Kayıtlı Üye
Katılım
29 Ocak 2010
Mesajlar
720
Tepkime puanı
225
spgufran1.jpg

Temeli olmayan pek çok yanlış anlayış, gerçekdışı fikir ve büyük umutların varlığından ötürü birbirimizi anlamanın ve konuşmacı ile bireyin arasında doğru bir tür ilişki kurulmasının önemli olduğunu düşünüyorum.

Her şeyden önce, bu çok sayıda konuşma sırasında söyleyeceklerim herhangi bir Hint dinine dayanmıyor. Ben belirli her hangi bir felsefenin temsilcisi de değilim. Düşüncenin ne ulusu vardır ne de sınırları. Bu akşam yapmaya çalışacağımız, çoğumuzun aradığının ne olduğunu kendimiz için ortaya çıkarmak olacak. Buraya zihni nizde çeşitli fikirlerle, bazı umutlarla, konuşmacıdan bir şeyler almak beklentisiyle gelmiş olabilirsiniz. Yanlış anlayışları ortadan kaldırmakla işe başlamamız gerektiğini düşünüyorum. Size önerim, iletmek istediğimi görmek için dinlemeniz; işitmekle kalmayıp söyleneni gerçekten anlamak üzere dinlemeniz.


Çoğumuzun fikirleri, yargıları, ulaşmış olduğu sonuçlar ve değerleri olduğundan dinlemek son derece güç iştir. Hiç bir zaman gerçek anlamda dinlemeyiz. Bü tün yaptığımız kıyaslamak, değerlendirmek, tercüme etmek ya da bir fikri diğerinin karşısına çıkarmaktır. Ama eğer sadece adına "açık bir zihin" dedikleriyle değil de, anlama niyetiyle dinleyebilirseniz, işte o zaman siz ve ben birlikte, sahip olduğumuz çoğu probleme nasıl yaklaşacağımızı ortaya çıkarabiliriz.

Ancak dinleme ve bütün dikkatimizi verme yetimiz varsa problemlerimizi anlayabiliriz. Bir sonuca, bir yanıta ulaşmaya çalışıyorsak böyle bir dikkat mümkün olmayacaktır. Zihin gerçekten sükunet içindeyse, ancak o zaman dikkat vardır ortada. İşte o zaman zihin alıcı olabilir, kavrayabilir. Ama kendi yanıtlarıyla meşgul, bir sonuç peşinde koşan zihin asla sakin olamaz. Böyle bir zihin tam bir dikkat yetisinden de yoksundur. Onun için ben, tam bir dikkatle dinlemenin önemli olduğunu düşünüyorum; yalnızca söylenenleri değil, hayatta her şeyi öyle dinlemenin. Çünkü, zihin ancak o zaman neyin gerçek olduğunu ve kendi icatları ötesinde bir şey olup olmadığım keşfetmek üzere özgür olacaktır...

Bu akşam ve bu konuşmalar boyunca söz etmek istediğim de bu. Kabul etmek değil, araştırmak, derinlemesine sorgulamak ve gerçek, Tanrı diye bir şey olup olmadığını ortaya çıkarmak üzere zihni özgürleştirmek mümkün müdür? Sadece kendi küçük sorunlarının çözümüyle, yani kaçışlarla ilgilendiği sürece zihin böylesi bir araştırmaya elverişli olmayacaktır elbette. Zihin, tutsak olduğu sorunu anlamadıkça -bu da kendini bilmeyi, kendi faaliyetlerinin bütünüyle farkında olmayı gerektirir- özgür olamaz.

Bütün sorunlarımız gerçekten bireyseldir, çünkü birey, toplum demektir. Birey olmaksızın toplum yoktur ve birey, bilinçli olduğu kadar bilinçaltı benliğini tümüyle anlamadıkça, ne gibi reformlar tasarlarsa tasarlasın, ne gibi tanrılar icat ederse etsin, hangi gerçekleri ararsa arasın, pek bir önemi olmayacaktır. Dolayısıyla bireysel problem, dünyanın problemidir, bu çok açık. Ve dünyanın sorunu ancak birey kendini, kendi zihninin faaliyetlerini, kendi bilincinin işleyişini anladığında son bulabilir. O zaman, farklı bir dünya, içinde milliyetin, inanç sınırlarının, siyasal ya da dinsel doğmaların olmadığı bir dünya yaratma imkanı vardır.

Bundan ötürü, aradığımızın ne olduğunu ortaya çıkarmak bana çok önemli görünüyor. Bu, üzerine söz sanatı yapılacak bir soru değil; her birimizin er geç kendisine sormak zorunda olduğu bir soru. Biz olgunlaşıp daha akıllı ve farkında oldukça da aradığımızın ne olduğunu bulma isteği daha ivedi bir hale geliyor. Ne yazık ki çoğumuz bu soruyu yüzeysel bir biçimde soruyor ve yüzeysel de bir yanıt aldığımızda bununla yetiniyoruz. Ama eğer konuya derinlemesine girmek sizin için önem taşıyorsa, zihnin sadece bir tür tatmin, hoşuna gidecek, ona doyum verecek hoş bir tür icat peşinde koştuğunu göreceksiniz. Ve zihin kendisi için bir fikir ve sonuç sığınağını bir kez bulduğu ya da icat ettiğinde orada kalıyor, arayışımız da sona ermiş görünüyor. Ya da tatmin olmuyor, bir felsefeden diğerine, bir dogmadan öbürüne, bir kiliseden, tarikattan, kitaptan ötekine koşup duruyor; kalıcı bir güvenlik, dışsal olduğu kadar içsel de olan bir mutluluk, kalıcı bir huzur bulmaya çalışıyoruz sürekli. Eğitim denen şeyle zaten önemsizleşmiş, sınırlanmış ve yüzeyselleşmiş bir zihinle başlıyor arayışımız; böylece onun bulduğu yanıtlar da aynı ölçüde sınırlı, önemsiz ve yüzeysel oluyor.

O zaman aramaya başlamadan önce zihinsel sürecin kendisini anlamamız önemli değil mi? Çünkü, şu anda arayış içinde olduğumuz aşikar. Bu kadar çok şeyle hoşnut değiliz ve huzur, tatmin bulmak istiyoruz. Mutsuz, birbirimiz ve toplumla çatışma içinde olduğumuzdan sakin bir limana götürülmek istiyor, bizi tatmin edecek bir lider ya da dogma da buluyoruz genellikle. Ama elbette bütün böylesi çabalar son derece yüzeysel, onun için bir şey bulmak değil de zihnin işleyişini anlamanın önemli olduğunu düşünüyorum. Kişinin kendini anlaması muazzam bir sabır gerektirir, çünkü benlik son derece karmaşık bir süreçtir ve kişi eğer kendini anlamazsa aradığı ne olursa olsun pek bir önemi olmayacaktır. Bilinçli ya da bilinçdışı olsun, kendi dürtülerimizi, zorlanımlarımızı anlamadığımızda bunlar belirli faaliyetler oluşturur, bu da içimizde çatış ma yaratır. Peşinde olduğumuz da bu çatışmayı engellemek ya da ondan kaçmaktır, öyle değil mi? Dolayısıyla benliğimizin, düşüncemizin işleyişini anlamadığımız sürece arayışımız son derece yüzeysel, sınırlı ve önemsiz olacaktır. Tanrı’nın, gerçeğin olup olmadığını, ölümden öte ne olduğunu, yeniden doğuşun olup olmadığını, bütün bu soruları sormak, deyim yerindeyse çocukçadır; çünkü soruyu soran kendisini, bütünüyle düşünme sürecini anlamamıştır. Kendini tanıma olmaksızın da böyle bir soruşturma, temeli olmayan iddialardan öteye bir sonuç vermez.

Dolayısıyla eğer gerçekten farklı bir dünya, insanlar arasında farklı bir ilişki, yaşama farklı bir yaklaşım yaratmak istiyorsak önce kendimizi anlamak çok önemlidir, öyle değil mi? Ben merkezli bir yoğunlaşma demek değildir bu; öylesi tam bir mutsuzluğa yol açar. Benim ileri sürdüğüm, kişi kendini tanımadıkça, kendini derinlemesine tanımadıkça bütün o araştırmaların, düşünceler, vargılar, görüş ve değerlerin pek bir anlam ifade etmeyeceğidir. Çoğumuz şartlanmış. Hıristiyan, Budist, Müslüman vb. olarak koşullanmış ve benliğimiz bu alanda sınırlanmış. Zihinlerimiz toplum, eğitim, bize ilişkin kültürle koşullanmış. Tüm bu koşullanmanın işleyişine dair anlayış olmaksızın da arayışımız, bilgimiz, araştırmamız bizi sadece daha da fazla yaralar, daha çok mutsuz eder. Yaşamakta olduğumuz da budur.


Jiddu Krishnamurti

-- Alıntıdır --
 
Üst