Enkinin taşlanmasi

Kar

Elit Üye
Katılım
24 Mar 2009
Mesajlar
637
Tepkime puanı
96
ENKİNİN TAŞLANMASI
Kurdukları kardeşlik ittifakı, aralarındaki zıtlıkların korunmasını gerektiriyor olsa ve bu nedenle her biri kendi öz törelerine bağlı kalmaya çalışıyor olsalar da, yine de, eski toplum birimler arasındaki ittifak yaşamı, tarafların kaçınılmaz bir yakınlaşması ile sonuçlanmış olmalıdır. Tıpkı günümüzde farklı ulusal topluluklar arasındaki kaynaşma eğilimine karşı durulamaması gibi.​

Eski toplumda tanrıların tekleşme süreci, bu bakımdan, törelerin de ‘bütünleşme’ süreci demektir aynı zamanda. Tıpkı günümüzde farklı dinlerin tek bir din halinde evirilme süreci yaşıyor olmaları ve ulusal, yöresel, dinsel farklı törelerden bazıları elenirken, bazılarının evrensel kabul yönünde ilerlemekte olması gibi.​

Eski toplumda, ittifak kurucu görece küçük toplum birimler, bu süreç içinde, geçişme, kaynaşma yoluyla yeni bir toplum birim halinde şekillenirlerken; bu arada her birine ait önceki toplumsal kurumlar da (töreler) birbirleri içine geçmeye başlarlar. Hiç olmazsa, yeni nesiller, farklı törelerin orada alt bileşenler halini aldığı bir ‘tek’ ritüelin sahibi olmuşlardır artık. Modern dönemin ‘bir tek ritüeli’ içinde, kaynakları bakımından birbirine özünde zıt kurumların da var olabilmesinin nedeni budur. Tamamen farklı toplumsal dönem ve işlevlere ait olan kurumların birbirine ulanmış, birbiri içinde erimiş örneklerini, diyelim ki, düğün tören’lerinde bastan sona izlemek mümkündür. Böyle durumlarda ayinle ilgili sürecinin analitik yorumu, kaynaklara ulaşma bakımından, çok daha gerekli hale gelir.​

Eski Ahit’e göre Abraham, oğlunu, İshak’ı kurban etmek istediğinde, başını vücudundan ayıracak ve sonra da kutsal ateşe atacaktı. Buradaki haliyle ‘tek’ bir ayinle ilgili süreci olarak tanımlanan bu tören, kurbanın başını keserek (‘kan akıtarak’) ve ateşte yakarak öldürme biçimli farklı iki ritüelden oluşmaktaydı. Anlaşılıyor ki, daha Abraham sırasında, önceki ittifaklar böyle bir kaynaşmanın ürününü vermişti. Eski Ahit’in İsak’a ilişkin sunum anlatımı, daha önceki çağların iki farklı ritüelinin a+b olarak birbirine ulanmış, ‘tek’leşmiş halidir.​

İslami yorumda, Abraham’ın kurban edilecek oğulu İsmail’dir ve kurban ritüelinde ‘ateşte yakma’ sunum biçiminden söz bile edilmez. Ateş kültünü, ittifak halinde olduğu karşıt topluluğa ait gören bir geleneğe dayanan (“insan topluluğu ve cin-melek topluluğu”; “insanoğlu ve tanrıoğlu”... gibi ayrımlar buna bağlıdır) İslam’da ateş, bu nedenle, şeytan’ın yaratılış ve cehennemin eza aracıdır; bir kutsama aracı ise, hiç değildir. Şiilik veya Aleviliğin İslam içindeki yerini, su-suzluk motifli Kerbela; Ali, Ömer vb.kişilik öğeleri ile değil de, Sümer-Akad eski gelenek kökenleri temelinde anlamaya çalıştıkça, bu konunun, “Su ile Ateş”, “Gök ile Yer” ikili kült birliği halinde sürüp gelen ana çizgilerin İslam içine yansımış halinden başka bir şey olmadığını göreceğiz.​

Abraham’ın oğul kurban sunum anlatımlarında, sunumundan önce veya sonra, kurbanın (sunucunun değil) su ile gerçekleşen kutsal bir arınma işleminden de bahsedilseydi; Sümer-Akad geleneğinde başlangıcından bu yana tanımış olduğumuz üç önemli farklı sunum biçimini, ‘tek’ bir ayinle ilgili içinde birbirine eklenmiş haliyle de tanımış olacaktık. Yakılarak veya toprağa gömülerek defnedilen ölü bedenin, bu törenlerden önce mutlaka yıkanması kuralını, İlyada anlatımları ve İslam uygulaması tamamlar.​

İslam dinini, Muhammed’in varlığı, sözleri ve davranışlarıyla açıklama tarzı, garip bir şekilde, böyle davranmanın amaçlarına da ters olarak, Muhammed’in önemini öne çıkarır. Oysa İslam, tıpkı öteki kutsal Mezopotamya dinleri gibi, Sümer-Akkad kaynaklı eğilimlerden birinin sadece yeniden şekillendirilmesinden ibarettir. Bu bakımdan, Müslümanların Hac sırasında Şeytan Taşlama rituelininin kaynaklarını,
“putperestlik döneminden kalma eski bir Arap geleneği”nde, kutsal saçmalıklarda, vb.degil, Sümer-Akad kaynaklı kültür alanlarında aramaya çalışmak gerekecektir. Toplumsal bir geleneğin nedenleri ve anlamı, onun bir önceki dönem geleneklerinin devamı olduğuna atıfta bulunularak açıklanmış sayılmaz. Putperestlik dönemi geleneklerinin de önceli ve bir kaynağı olması gerekliydi. Sözü çok edilen ‘bilimsel yanıt’,bu bakımdan gelenek öncellerinin kaynakları ortaya çıkarılarak oluşturulabilir. Şeytan Taşlama ritüeli, hem ‘taşlama’ yönü ve hem de ‘şeytan, melek, ejderha, ikiz-kardeş, ikili karşıt toplum birliği’ yönü bakımlarından, İslam veya ondan önceki ‘Arap putperestlik dönemi’nde ortaya çıkmış değildir; daha öncesi vardır.​

Şeytan Taşlama ile ilgili olabilecek bir taşlama motifine, simdi Kâbe olan kara taş’a da ad vermiş olması gereken Enki ile ilgili eski bir ilahide rastlıyoruz. Bu ilahi şöyleydi:​

“Geçmiş günlerde,
Geçmiş uzak günlerde,
Geçmiş gecelerde,
Geçmiş uzak gecelerde,
Geçmiş günlerde,
Geçmiş uzak günlerde,
Geçmiş günlerde,
Gerekli her şey var edildikten sonra,
Gerekli her şey emredildikten sonra
Tapınaklarda ekmek yendikten sonra
Fırınlarda ekmek piştikten sonra,
Gök Yer’den uzaklaştıktan sonra,
Yer Gök’ten uzaklaştıktan sonra,
İnsan’a ad verildikten sonra,
An Gök’ü aldıktan sonra,
Enlil Yer’i aldıktan sonra
Ereşkigal’e ölüler diyarı (yeraltı) verildikten sonra,
Yelken açtıktan sonra,
Yelken açtıktan sonra,
Enki Baba, Kur’a (Ölüler Diyarı-Yer Altı’na) yelken açtıktan sonra,
Kırala (Enki Baba’ya) karşı küçükler atıldı
Enki'ye karşı büyükler fırlatıldı.
Küçükler, elin taşları,
Büyükler, kamışların „dans eden" taşları,
Enki'nin gemisinin omurgası,
Savaşta hücum eden fırtına gibi gömüldü;
Kırala karşı sular geminin tepesinde
Kurt gibi yuttu,
Enki'ye karşı sular geminin arkasına
Aslan gibi çarptı.”​

İlahimiz bu haliyle ve burada kullanılan ‘Yer, Gök, Gemi’ gibi kavramların günümüzde anlaşılan ‘Yer, Gök, Gemi’yi anlatmış olduğu varsayılırsa, Enki’nin ‘gemi’sinin taşlanması olayı, garip bir anlatım olarak görünmektedir. Zaten Bay Kramer dahil, öteki yorumcularımız, ilahilerin kullandığı ‘Gök’ kavramının gök’ü, Yer kavramının yer’i, daha çok da ‘kozmik yer ve kozmik gök’ü anlattıklarını düşünmekte; ‘gemi’ kavramının da bir ‘gemi’yi anlattığından yola çıkmaktadırlar. Bay Kramer bu ilahide, Enki’nin Kur’a karşı bir sefer düzenlediği, Kur (Yer altı,Cehennem) ile yürüttüğü savaşın işlendiği kanısındadır.
Fakat kendimize sorma zamanı gelmiştir: Eski ilahi metinleri, gerçekten, hep, ‘kozmik dünyaların’ hayali tanımlamaları olarak mı ortaya çıkmıştır? Böyle düşünmeyi gerektiren kanıtlar nerede bulunuyor? Apış arasını henüz örtmüş ‘ilkeller’,nasıl oluyor da 21. yüzyıl insanının bir türlü yorumlayamadığı, anlamakta zorlandığı zenginlikte ‘hayal ürünleri’ ortaya çıkarabiliyorlar?​

Arkeolojik bulgular hesaba katılırsa, ortaya çıkışından, en az 10–15 asır sonra, ezber olarak anımsanan biçimiyle ve bu arada kavramların değişen yorumları temelinde yazıya kaydedilmeye başlanmış olması gereken Sümer-Akkad ilahileri, başlangıçtaki yapıları bakımından, eski toplumun en gerçek ilişkilerini tanımlayan birer tarih aktarım biçimleriydi. Bu olguyu bir kez saptayınca, bütün bu ilahi anlatımları veya o sırada hala yarı-barbar yaşayan eski insanın ruh derinliklerinde nasılsa şekillenmiş, şimdi bile çözümü güç ‘kozmik dünya’ya ilişkin garip ürünler olmaktan çıkmaya; ana yapıları itibariyle, Sümer-Akad topluluklarının yaşamış oldukları gerçek tarihin, zamanla doğal olarak bozulmuş, anlatımları olarak şekillenmeye; eski tarihi daha yakından tanımamıza yardımcı araçlar olmaya başlarlar.​

Yukarıdaki ilahi, “Yer’in Gök’ten ayrılması” ve “İnsana ad verilmesi” ile ilgili dizelerden daha önce, “Tapınaklarda ekmek yenmesi”nden bahsetmeyi daha önemli görmüş ise, bu durumu bir nedene bağlayarak açıklamaya çalışmak gerekmez mi?​

İlahinin sunumu ve dizelerin önem sıralaması, hiç olmazsa bir an düşünmeyi gerektirmiyor mu? “Gök’ün yerden ayrılması, Yer’in Gök’ten ayrılması, “İnsana ad verilmesi” gibi önemli ‘kozmik’ olaylar ile ‘Tapınaklarda ekmek yenmesi’ gibi son derece basit ve fakat somut bir olgu arasında nasıl bir bağlantı bulunmuş olabileceğini çözümlemek gerekmez mi?​

Gök ve Yer’in, neden ancak “Tapınaklarda ekmek yenmesinden” sonra “birbirinden ayrılmış” olduğu konusunu çözümlemeye çalışmak, bu yönde çözüm denemelerinde bulunmak, uzmanlarımızı, bir anda, konunun gerçek özüne taşıyabilirdi. Çünkü böyle bir ‘kozmik düzenleme’yi , ‘tapınaklarda ekmek yemek’ ile sağlayan eski toplumun, bu sözlerinin, ancak ortak törensel, kutsal ziyafetle taçlanan bir ittifak toplantısını anlatmış olabileceği belki görülmüş olabilecekti. (1)​

Eski ilahilerde yer alan ve Sümer torunları tarafından ‘gemi’ diye aktarılmış bu kelimenin, bir başka içerikten ‘gemi’ tanımına doğru evrilmiş olabileceğini düşündüren noktalardan daha önce bahsetmiştik.​

Nuh Tufan anlatımınında , üzerinde şekillendiği bu ‘gemi’ tanımı, Eski Ahit’te, bir çatısı, çatısında bacası olan, 3 katlı bir yapı halinde idi ve yapım ölçüleri ile Enki-EA tanrı tarafından toprağa çizilen deseni bakımından ise, daha çok, 50 asır kadar önceki tapınakları anlatıyor gibiydi. Sümer-Akad anlatımlarında, Tufan’ın, önce,‘bütün tapınaklarda’ başlayan bir yıkım olarak yer alması da, ‘gemi’- tapınak eşitlemesini onaylar nitelikteydi.​

Eski ilahilerde ‘kayık-gemi-sandal’ kavramı, erkek ile kadın arasında cinsel ilişkisi bağıntısında kullanılan bir araç olarak da karşımıza çıkmaktadır. Hem Enlil, hem Enki ‘gençliklerinde’ yani erken dönemlerde, sonraki İnanna veya İştar’ın öncülleri olan genç kızlarla, nehir kıyısında ve mutlaka bir ‘kayık’ içinde sevişiyorlardı.​

‘Kayık’ kavramına, İnanna’nın istekli bir kutsal çiftleşme anlatımını içeren bir başka ilahide ''Kramer.TSB. S.248'' de rastlıyoruz.​

Hangi etimolojik ve ayin türü ile ilgili bağların, kadın cinsel organı ve kutsal mekân ile ‘kayık’ sözcüğü arasında, zamana dayalı bir anlamdaşlık sureci ortaya çıkarmış olduğunu bütün yanları bakımından şu anda tam olarak bilemiyoruz. Veriler, Sümer-Akad ataları tarafından kullanılan “tapınak, kazan, kadın cinsel” organı ile bağlantı halindeki bir kavramın zamanla “kayık” olarak yorumlanmış olabileceğine işaret etmektedir. Bu bakımdan, Enki’nin ‘gemisi’, daha çok kutsal bir mekân tanımı gibidir.​

İlahinin öteki kilit kavramları açıklığa kavuştukça, bu kutsal mekân ve taşlamanın anlamı da belirginleşmiş olacaktır.
İnternetten alıntıdır.​
 

dmkol

Kayıtlı Üye
Katılım
24 Kas 2008
Mesajlar
4,907
Tepkime puanı
529
İş
Web Master
Yazı ilginç bir değerlendirme olarak güzel fakat makaleyi yazanın (onu da yazınız), kişi isimleri yazarken, büyük toplumlara yön veren ve benimsenen kişilerin adlarını yazarken saygısını iade etmesi gerekirdi. Hazret yazması şart değil ama en azından peygamber sıfatını da eklemeliymiş. Herkesin bir sıfatı var, bir değeri var. İster Allah katından yüklensin, ister insanlar yüklesin bu sıfatlar yüklenmiştir ve öyle benimsenmiştir. Bu şekilde yazı yazan insanların bir küçültme ifadesine giriştikleri gayet açık, ben de şahsım adına bu tür adamlar, güzel bir şey de yazsalar iyi niyet olmadığı için, iyi değerlendiremiyorum. Paylaşım için teşekkürler.
 

Kar

Elit Üye
Katılım
24 Mar 2009
Mesajlar
637
Tepkime puanı
96
Yazının altında sadece Sefa Korkmaz yazıyor hangi kitapdan alındığı belli değildi.Yazdığınız detaydada haklısınız daha dikkatli olmam lazım .Teşekkür ederim.
 
Üst