Kaos ve Mitoloji (1)

logii

Kayıtlı Üye
Katılım
17 May 2009
Mesajlar
1,044
Tepkime puanı
267
Kaos ve Mitoloji (1):

Kaos Kavramı ve Felsefenin Doğumu

Bilim dünyasındaki her geçen gün üzerine yenileri eklenen son gelişmeler ışığında ve kuantum teorisiyle birlikte kaos kavramı, son yılların en güncel tartışma alanlarından biri olmuştur.
Universum2.jpg

Günlük konuşmalardaki kargaşa anlamına gelen kullanımı ve bilim dünyasındaki doğrusal olmayan dinamik sistemlerde türbülans sonucu ortaya çıkan spesifik duruma karşılık gelen anlamları dışında kavramın köklerine baktığımızda, M.Ö. altıncı ve yedinci yüzyıllara kadar geriye, Yunan Mitolojisinin derinliklerine kadar inmemiz gerekmektedir. Aynı zamanda felsefenin doğumunun da öyküsü olan okumakta olduğunuz Kaos ve Mitoloji başlıklı yazı dizimizin bu ilk bölümünde, Hesiodos ve Ovidius gibi şairlerin eserlerinden yola çıkarak kavramın ilk kullanılışı açıklanmaya çalışılmıştır. Böylelikle bu yazıda giriş yaptığımız mitolojide kaos konusuyla, günümüz bilim felsefesine; fizik, kimya ve biyoloji gibi fen bilimleri başta olmak üzere sosyal bilimler; ve yaşamın neredeyse tüm alanlarına ciddi katkılar sağlayan kaos kuramının gelişimine farklı bir pencereden bakarak ışık tutmak amaçlanmaktadır.
Kaos kelimesinin etimolojik köklerini araştırdığımızda, kavramın ortaya çıkışıyla felsefe tarihinin başlangıcının, birbirleriyle tamamen bağlaşık ve ilişkili olduğu görülür. Felsefe, var olanlar üzerinde bilinçli, planlı düşünceden doğmuştur. Öteden beri cevapları yalnız dinden, mythostan edinilen bazı sorunlar, bir süre sonra eleştiren bir düşünmenin ve gözlemin konusu yapılınca, felsefe tarihi de başlamıştır. Bu soruların başında da: “var olanların kökeni, dolayısıyla evrenin (kosmos) meydana gelişiyle insanın bu dünyadaki yeri ve ödevinin ne olduğu soruları?” gelir. Gerçekten de, insanın bir kültür varlığı olarak ortaya çıkışından bu yana “neredeyiz, kimiz ve niçin bulunduğumuz yerdeyiz?” soruları en temel ve en yakıcı sorular olmuşlardır. Mitolojiden felsefeye, dinden bilime kültür tarihi bu sorulara verilen cevapların, daha doğrusu cevap verme tarzlarının kanaviçesi içerisinde şekillenmiştir.
gaia_birth.jpg

İlk yazılı metinlerde görülen cevaplama tarzı mito-poetik veya mitolojik düşünce adı verilen anlamlandırma tarzıdır. Mitoloji bir nevi “efsane bilimidir”. Yunanca masal, hikâye anlamına gelen Mythos ve söz anlamına gelen Logos kelimelerinden türemiştir. Yani Mitoloji eski çağ Tanrılarının, yarı Tanrılarının, masallarının ve kahramanlarının da içinde bulunduğu büyüleyici dünyanın hikâyelerinin destansı bir dil ile anlatılmasıdır. Her ulusun, her milletin tarihinde destanları, kahramanlıkları, efsanevi hikâyeleri, inanç sistemleri, Tanrıları, dinleri, masalları, söylenceleri vardır. Ama nedense mitoloji denince akla ilk “Yunan Mitolojisi” gelir. Bunun nedenleri arasında, Yunan Mitlerinde anlatılan olayların sonuçlarının günümüzde görülebilmesi ve Yunan Mitolojisinin ulusal bir yapıyı değil, evrensel bir yapıyı barındırması yer alır.
Mito-poetik düşünüş, hayatı bir bütün olarak adlandırmak ve varlığı anlaşılabilir kılmak amacını taşır. Bu düşünme tarzı düş gücünün, belirli bir akıl kullanımının ve dünyayı belirli bir şekilde yorumlamanın sonucunda ortaya çıkar. Mito-poetik düşüncede yalınkat akılcılık, tutarlılık, ardışık ve doğrusal olarak akan zaman anlayışını, daha doğrusu açık bir biçimde nedensel ilişkileri bulmak pek mümkün değildir. Ancak mito-poetik metinler, ne çocuksu uydurmalar, ne de sıradan masallardır. Mito-poetik düşünceyi anlamanın ve yorumlamanın yordamı, söz konusu metinlerde neyin, hangi amaçla ve nasıl anlatıldığını sorgu konusu yapmaktır.
greekgdchaos.jpg
Bilimsel-felsefi görüşün dini görüşten ayrılıp doğması, doğal olarak, birdenbire, kesintisiz olmamıştır. Bu nedenle, bir yandan Yunan doğa filozoflarının ilk düşünme denemelerine birçok mitolojik öğenin karıştığını görüyoruz; diğer yandan da en eski filozofların “doğa üzerine” adlı yapıtlarıyla mythoslar ve tanrı masalları arasında bir ara-basamağı buluyoruz: Eski ozanların theogonia’ları (tanrıların doğuşu) ile kosmogonia’larıdır (evrenin doğuşu). Bunlarda tanrıların, yarı-tanrıların, insanların meydana gelişi üzerine birçok şeyler anlatılır. Aristoteles, Metafizik’inin birinci kitabında, ilk felsefe tarihi denemelerinden biri olan bu taslakta, bu “en eskilerin”, yani eski ozanların, bu konular üzerinde eski filozoflardan daha önce düşünmüş olduklarını, ancak, bilimsel olarak değil de, dine bağlı kalarak düşündüklerini söyler.

“Neredeyiz?” sorusu bir başka biçimde “nasıl bir dünyada yaşıyorum?”, “yaşadığım bu dünya nasıl ortaya çıktı?”, “başlangıçta ne vardı?” sorularıyla da dile getirilebilir. Zaten kosmogonia terimine yakından bakılacak olursa ikinci ek sözcüğün (gonia) eski Yunancada genesis (üreme), ortaya çıkma anlamına geldiği hemen göze çarpar. İnsan yaşadığı dünyayı, geniş anlamda evreni düşüncesine konu yaptığında her zaman bir kök, bir başlangıç durumu aramış ve evrenin ortaya çıkışını gerek kadim zamanlarda gerek günümüzde belirli modellerle açıklamaya çalışmıştır. Yazılı tarihin ilk metinlerine, örneğin Enuma Eliş’e, Gılgamış’a, Ilias’a, Theogonia’ya şöyle bir göz attığımızda, bu durum hemen fark edilir. Nasıl modern kozmolojinin “Big Bang”, “kara delik” gibi modelleri varsa, mito-poetik düşüncenin de “üreme”, “doğum”, “döllenmiş yumurta” gibi modelleri vardır. Söz konusu metinlerde evrenin ortaya çıkışı (kosmogonia) ile tanrıların ortaya çıkışı (theogonia) tek bir süreç olarak görülür. Kozmik süreçler tanrıların evlenmesi, doğumlar ve kendi aralarında yaptıkları egemenlik ve güç kavgası olarak tasvir edilir.
Yunanca khaos ve kosmos terimlerinin incelenmesi, Yunan kültüründe, görünmez evrenin görünebilir bir haritasını çıkarma girişimidir. "Doğanın yalın hali nedir?" Biçiminde çocukça bir merakla sorulan o naif ama çok boyutlu soruya verilen yanıt, diğer kültürlerde olduğu gibi, Yunan kültürünün de geçit vermez gibi görünen dinsel ve düşünsel katmanlarının yarılıp, bir kültürün kimlik kartları olan evren, tanrı ve insanla ilgili öğretilerinin karanlık yanlarına nüfuz edebilmesine olanak tanır. Yunan mitoslarındaki evren doğum şemalarına, bu iki sözcüğün kökeninde yatan anlamların ışığında yaklaşmak, Yunan evren anlayışının ana hatlarının çıkarılmasına ve dolayısıyla konuyla ilgili yapılacak edebi ya da bilimsel bir çalışmanın sağlamlığına kanıt oluşturacaktır. Çünkü kelimelerin kültürün o anki değerlendirişiyle tanınmasının ve açımlanmasının, bugünkü kullanımındaki benzerliklerini ve farklılıklarını, hatta olağanüstü değişikliklerini algılamak açısından üstlendiği başat rol tartışılmaz. Bilimsel-felsefi görüşe ve yurdumuz felsefe profesörlerinden Macit Gökberk’e göre bu, “felsefi düşüncenin uyanmaya başladığını gösteren ilk belirtidir”. Kaos kavramının ortaya çıkışıyla felsefi düşüncenin doğuşu arasındaki paralelliği şu şekilde açıklayabiliriz:
Yunanlı öykü anlatıcılardan “en eskiler”in tipik örneği olarak Hesiodos’un Theogonia adlı yapıtının başında Khaos kavramı yer alır. Hesiodos, Yunan didaktik şiirinin babası diye anılan ünlü bir ozandır. M.Ö. 8. yüzyılda (700 yılı) dolaylarında yaşadığı düşünülmektedir. Yoksul bir çiftçinin oğludur. Aiolia'nın Kyme şehrinden, Yunanistan'da Boiotia'nın Askra şehrine göç etmiştir. Efsaneye göre, Helikon yamaçlarında koyun güderken musalar, yani ilham perileri ona şairlik bağışlamışlardır. Nerede öldüğü bilinmez. Yunan ilk çağının Homeros'tan sonraki en büyük epik ozanı olarak kabul edilir. Eserlerinden 2 büyük epik bugüne ulaşabilmiştir. Bunlar, tanrılar ile alâkalı mitler üzerine olan ve kaostan bahseden Teogoni (Tanrıların Doğuşu) ve çiftçi yaşamını anlatan İşler ve Günler'dir. Yunan mitolojisi ve Yunan çiftlik hayatı üzerine bilinenlerin çoğu Hesiodos'un eserlerinden öğrenilmiştir. Otantik bir şiir olan İşler ve Günler, genel anlamda çiftçi yaşamını anlatmaktadır. Eserde insanın beş çağı anlatılmaktadır. Eserde bazı nasihatler de bulunmaktadır. Diğer önemli eseri olan Teogoni ile ilgili olarak ise genel kanı, yazarının Hesiodos olduğu yönündedir, ancak bu kesinleşmiş bir bilgi değildir. Yine de üslup açısından İşler ve Günler`e yakın olması, bu bilgiyi güçlendirmektedir. Konusu genel olarak evrenin, dünyanın ve Tanrıların kökeni, varoluşlarıdır. Yapıtta tanrıların ortaya çıkışı ile iktidar kavgaları anlatılırken, aslında içinde yaşadığımız evrenin temel kurucu öğeleri olarak karşımıza çıkan yeryüzünün, dağların, mağaraların, denizlerin, ırmakların, içinde kuşların uçtuğu hava boşluğunun, gökyüzü ile gök cisimlerinin ortaya çıkışının öyküsüdür anlatılan. Bir başka deyişle bu öykü, khaos’tan kosmos’un doğuşunun ve ortaya çıkışının öyküsüdür.
Hesiodos’a göre, “başlangıçta Khaos vardı”. Bir başka deyişle, Yunan mitolojisinde (boş uzam, boşluk, uçurum, kaos) bir çeşit ilkel tanrısal varlık olarak gösterilen Khaos, Düzen'den ya da öteki adıyla Evren'den (Kosmos) önce gelmiştir. Bu Khaos nedir pek bilinmez. Belki de bu bilinmezlik ona Khaos ismini vermiştir. Khaos karışık ve hiçbir şekil almamış olan uçsuz bucaksız boşluğu ve karanlığı temsil ediyordu ve türevi bakımından, “esneyen boşluk” demektir. “Bu da bize hiçliği, boş uzayı, zamanı, sonra kendisinden bütün var olanların oluşacağı o düzensiz, karmaşık yığını düşündürüyor” der, Gökberk:
Bu, var olanlardan önce gelmiş olan ve var olanların kendisinden doğmuş oldukları hiçliği, kavram olarak belirlemek için yapılmış ilk denemedir. Bu denemede, salt düşünce ile bir şey saptanmak isteniyor; burada mythostan bir ayrılma, işin içine tanrıları ve benzerlerini karıştırmama eğilimi var; Hesiodos burada inançlarını bir yana bırakmak, gelenek-görenekten edindiklerine dayanmamak istiyor”. Oysa Hesiodos, ne hissettiğini, bir sıfat kullanıp bize duyumsatmaz. Biz ancak sözcüğün o kültürdeki kullanım biçimine, anlam içeriğine baktığımızda ve kendinden sonra gelen edebiyatçıların ve felsefecilerin geliştirdiği dil yapısını incelediğimizde Khaos'un, yani doğanın ilk halinin özelliklerini sezinleyebiliriz.
Hesiodos, geleneksel tanrı-yarı tanrı ilişkileriyle, diğer sınıf olan avam insanların yaşamını (o döneme kadar hiçbir ozanın değinmediği üzere) harmanlayarak yepyeni bir şiir anlayışı, öğretisi geliştirmiştir. Bu anlamda, Homeros’un tam tersi bir ozan olduğu söylenebilir. Hatta, Azra Erhat, Hesiodos Eseri ve Kaynakları adlı 1977 tarihli kitabında; “..konu edindiği dünya öyle başka bir dünyadır ki; iki ozanı (Homeros-Hesiodos) karşılaştıran bir yarışma olduysa gerçekten, Hesiodos’a bağımsızlık ve özgürlük ödülünü vermemek elden gelmez” der. Avam insanların yaşamını anlatan ozandan sonra başka yunan şairi gelmemiştir ki, onun izi beyinlerde etkisini belli bir sürece bağlamış olsun. Fakat Roma edebiyatında, Vergilius ve Ovidius, bizzat onun pınarından yararlanmış ve bu öğretiyi değerli kılmışlardır. Hatta Hesiodos’tan yüzyıllar sonra kendisinden önemli ölçüde etkilenmiş olan ve 20 Mart M.Ö. 43-M.S. 17 tarihleri arasında yaşamış olan Romalı şair Publius Ovidius Naso, en önemli eserlerinden Dönüşümler’de (Metamorphoses) kaostan kozmosun oluşum sürecine:
“In nova fert animus mutatas dicere formas/ Corpora, di, coeptis nam vos mutatis et illac/ Adspirate meis primaque ab origine mundi/ Ad mea perpetuum deducite tempore carmen..” yani; “Anlatmak istiyorum değişen nesnelerin yeni biçimler alışını./ Sizin işiniz bunlar, yardım edin bana başladığım işte ey tanrılar!/ Ulaştırın bu türkümü doğanın başlangıcından günümüze değin,/ Denizden, karadan bütün bunları kuşatan gökyüzü var olmadan,”diye başlar ve kaostan şu şekilde bahseder: “Tek görünümlüymüş evren içinde doğa, khaos deniyordu ona,/ Kımıldamaz, biçimsiz, düzensiz ağır bir yığın,/ Karmakarışıkmış içinde nesnelerin türlü türlü öğeleri…”
Khaos, Yunancada khasko (khaskein, khastmasthai) fiilinden türemiştir. Fiilin anlamı, esnemek, yarılmak, açılmak, bir şeyi doğurmak üzere esneyip açılmaktır. Khaos, boşluk, açıklık ve esneyen yarık anlamlarına gelir. Dolayısıyla, düzenlenmiş evren kosmos ile zıt bir anlam içeriğine sahiptir. Khaos’un, etimolojik çağrışımları olan khazo, khaino, khoris ve khora ya da chasma sözcüklerinin kökündeki ortak anlam, açılma, yarılma, çukur, delik diye çevrilebilir. Yunan düşüncesinde her şey, dünya düzenine khaostan, başka deyişle boşluktan ya da bu bilinmeyen büyük uçurumdan sıçramıştır.
Khaos’a karşıt terim olarak kullanılan ve düzen olarak çevrilen kosmos ise düzenlemek, ayarlamak anlamına gelen kosmeo fiilinden türemiştir. Oysa Yunanlılar için kosmosun ilk anlamı sadece düzen değildir. En yüksek dinsel saygınlık, dinsel yücelik anlamını da içerir. Dinsel yücelikte hayranlık uyandırıcı bir harmonia, yani uyum, biçimlilik, güzellik ve yasalılık; aynı zamanda anlaşılabilirlik ve açıklanabilirlik söz konusudur. Ayrıca kosmos Yunancada, devlet düzeni; süsleme, bezeme; saygınlık, onur anlamlarını da içerir. Geç dönemde ise bu sözcük, bilinen ve yerleşilen dünya, şu an üzerinde yaşadığımız dünya olarak da kullanılmıştır. Kosmos’u ilk kez bir felsefe terimi olarak, evren (düzen) anlamında Pythagoras’ın kullandığı düşünülür ancak evrenin bir kosmos olduğu ana düşüncesine Anaximandros, Anaksimenes gibi doğa düşünürlerinde de rastlanır. Pythagoras’a göre evren, bir kosmostu; çünkü matematiksel oranlara (harmonia) indirgenebilirdi.
Platon’un öğrencilerinden Herakleides Pontikos’un söylediğine göre, Phythagoras, kozmos kavramının yanı sıra, felsefe (philosophia) deyimini de ilk kullanan kişidir. Pythagoras kendine filozof dermiş. Çünkü ona göre sophia, bilgelik, eksiksiz doğru yalnız tanrılara yakışır; insana ise ancak philosophia (felsefe), yani bilgeliği sevmek, dolayısıyla ona ulaşmak yaraşırmış. Yine Gökberk’e göre “Pontikos’un bu bildirdiğinin doğru olduğuna inanmak çok güçtür. Zira buradaki sophia ile philosophia kavramlarının birbirinin karşısına konma biçimleri, Sokrates ile Platon’un Sofistlerle savaşmalarına çok fazla benzemektedir”. Gerçekten de, Sokrates ile Platon, kendi bilgisizliklerini bilmelerini, yani neyi bilmediklerini bilmelerini gerçek bilginin kaynağı sayıyorlar, bunun karşısında da Sofistlerin şişirme, temelsiz bilgilerini koyuyorlardı. Dolayısıyla, Pontikos, felsefe kavramını ilkin Pythagoras’ın, hem de bu anlamda, kullandığını ileri sürerken, öğretmeni Platon’da gördüğü bu karşılaştırmanın çok fazla etkisinde kalmışa benzemektedir.
Ancak, Pontikos’un söyledikleri tarih bakımından doğru olmasa bile, felsefe deyiminin o sıralarda kazandığı anlamı çok güzel dile getirir: Buna göre felsefe, durup dinlemeden bilgiyi, doğruyu arama işidir. Düşünme ile olsun, deney ile olsun, burada varılmak istenen şey: doğru’dur, hakikattir. Felsefe, doğru’ya varmak ister, bunun için uğraşır; elindekileri bu amacı bakımından sürekli ayıklar, eleştiren bir süzgeçten geçirir. Kısaca: felsefe bilgiyi sevmektir, ona varmak özlemiyle yollara düşmektir, onu elde etmek için çabalamaktır. Bunun karşısında, bu bilgeliğin sözde eksiksiz olarak elde bulunduğuna inanmak vardır. Bu da akıldan ve gözlemden çıkarılmamış, olduğu gibi benimsenen bir inanç olabilir ancak. Ancak bunun doğal olarak bilgi değil, inanç şeklinde adlandırılması gerekir.
Sonuç olarak kaos kavramıyla beraber, felsefenin yalnızca adını değil, aynı zamanda kendisini de, ilkin eski Yunan’da buluyoruz. İsa’dan önce 8-6. yüzyılda, o zaman İonia adı verilen bölgede (aşağı yukarı bugünkü İzmir ve Aydın illeri ile karşılarındaki adalar) pek çok düşünürle karşılaşıyoruz ki, Theogonia ve Kosmogonia’lar dışında bunların eserleri peri physeos (Doğa Üzerine) karakteristik adını veriyorlardı. Bu yapıtlar, en ünlülerinden biri kaos kavramıyla açılan Hesiodos’un Theogonia’sında olduğu gibi, doğanın, evrenin bilimsel bir tablosunu çizmek için yapılmış olan ilk denemelerdir, dolayısıyla da, dini bir dünya tasarımından ayrılan ilk felsefe yazılarıdır. İşte İonia’da bulduğumuz bu gelişme ile Yunan felsefesi başlamış oluyordu. Nitekim bu gelişme daha sonra bizi dosdoğru Platon ile Aristoteles’e, Yunan felsefesinin bu iki doruğuna ulaştıracaktır. Ayrıca, yazı dizimizin sonraki bölümlerinde, “hayatın kendisinin işleyişinin kaotik bir sistem olduğu” varsayımıyla hareket eden başta Harriett Hawkins gibi yazarlardan yola çıkarak kaos üzerine mitolojik anlamda kelam eden kişi ve sanatçıların yaşamı, yine kaos teorisi çerçevesinde ele alınacaktır.
 
Üst