"iç sesini" dinle

nefertiti:)

Kayıtlı Üye
Katılım
15 Nis 2009
Mesajlar
145
Tepkime puanı
2
Yaş
38
Konum
MiToLoJiDeN :)
"İÇ SESİNİ" DİNLE

Bir çocuk sürekli kafasını kaşıyormuş. Bir gün babası ona bakıp, "Oğlum, neden sürekli kafanı kaşıyorsun?" diye sormuş.

Çocuk yanıtlamış: "Hmm, galiba onun kaşındığını benden başka bilen yok."

Bu, iç sestir! Sadece sen biliyorsun. Başka birinin bilmesi mümkün değil. Dışarıdan gözlemlenemez. Başın ağrıdığı zaman sadece sen bilirsin, ispat edemezsin. Mutlu olduğun zaman sadece sen bilirsin, ispat edemezsin. Onu bir masanın üzerine koyup başkalarının denetimi ya da incelemesine açman mümkün değildir. Hatta, iç ses o kadar derindedir ki, sen bile onun var olduğunu ispat edemezsin. Zaten o yüzden bilim onu inkâr edip duruyor. Ancak inkâr insana ait değildir. Bir bilim adamı bile ne zaman sevgi hissettiğini bilir; bir iç duygusu olduğunu bilir. Orada bir şey var! O bir nesne değil, bir cisim değil; onu başkalarının önüne koyamazsın... ama hâlâ var.

İç sesin kendi geçerliliği vardır. Ancak bilimsel şartlanma nedeniyle insanlar kendi iç seslerine güvenlerini kaybetmiştir. Başkalarına bağımlıdırlar. Başkalarına o kadar bağımlısın ki, eğer biri "Ne kadar mutlu görünüyorsun!" derse, kendini mutlu hissetmeye başlıyorsun. Eğer yirmi kişi seni mutsuz etmeye karar verirse, seni mutsuz edebilirler. Bütün bir gün aynı şeyi söylemeleri yeter. Ne zaman onlardan biriyle karşılaşsan, sana "Çok mutsuz, çok üzgün görünüyorsun. Sorun nedir? Yoksa biri mi öldü?" deseler, hemen şüphelenmeye başlarsın: Eğer bu kadar insan mutsuz olduğunu söylüyorsa, öyle olmalısın.

Başka insanların düşüncelerine bağımlısın. Başka insanların fikirlerine o kadar bağımlısın ki, kendi iç sesinle bağlantını bile kaybettin. İç sesini yeni baştan keşfetmen gerekiyor çünkü güzel olan her şey, iyi olan, kutsal olan her şey ancak içsel olarak hissedilebilir.

İnsanların fikirlerinden etkilenmeyi bırak. Bunun yerine içine dön; iç sesinin sana bir şeyler söylemesine engel olma. Ona güven. Eğer ona güvenirsen, gelişecektir. Eğer ona güvenir ve onu beslersen, daha güçlü olacaktır.

Vivekananda, Ramakrishna'ya gitti ve "Tanrı yoktur! Bunu ispat edebilirim. Tanrı yoktur!" dedi. Çok mantıklı, çok kuşkucu biriydi. Batı felsefesi ekolünde çok iyi bir eğitim almıştı. Ramakrishna ise eğitimsiz, okur yazar olmayan biriydi. Vivekananda'ya, "Peki, ispat et bakalım!" dedi.

Vivekananda uzun uzun konuştu, bütün kanıtlarını ortaya döktü. Ramakrishna dinledi ve sonunda konuştu: "Ama benim iç sesim Tanrının olduğunu söylüyor. Bu konuda son hükmü verecek olan da odur. Senin bütün söylediklerin bir tezden ibaret. Senin iç sesin ne diyor?"

Vivekananda bunu aklına bile getirmemişti. Omuz silkti. O, kitaplar okumuş, tartışmaları değerlendirmiş, lehte ve aleyhte kanıt toplamış ve bu kanıtlardan yola çıkarak Tanrı'nın var olup olmadığını belirlemeye çalışmıştı. Ama kendi içine bakmamıştı. Kendi iç sesine sormamıştı.

Bu çok aptalca. Ama kuşkucu zihin zaten aptaldır, mantıklı zihin aptaldır.

Ramakrishna devam eder: "Savların çok güzel, keyif aldım. Ama ne yapabilirim? Ben biliyorum! İç sesim onun var olduğunu söylüyor. Tıpkı iç sesimin bana mutlu olduğumu, hasta olduğumu, üzgün olduğumu, karnımın ağrıdığını ya da bugün kendimi iyi hissetmediğimi söylediği gibi. İç sesim bana Tanrı vardır diyor. Bu bir tartışma konusu değil."

Daha sonra Ramakrishna, "Sana ispat edemem ama eğer istersen sana gösterebilirim." dedi. Daha önce hiç kimse Vivekananda'ya Tanrı'nın gösterilebileceğini söylememişti. Vivekananda daha bir şey söylemeden Ramakrishna onun üzerine atladı - o vahşi bir adamdı - üzerine çıktı ve ayaklarıyla Vivekananda'nın göğsüne bastırdı! Sonra bir şey oldu, bir enerji sıçraması yaşandı ve Vivekananda üç saat boyunca transa girdi. Gözlerini açtığı zaman tamamen farklı bir insan olmuştu.

Ramakrishna sordu: "Şimdi ne diyorsun? Tanrı var mı, yok mu? İç sesin şimdi ne diyor?"

Vivekananda daha önce hiç yaşamadığı bir dinginlik ve sakinlik içindeydi. İçinde büyük bir neşe vardı, içinden taşmakta olan bir mutluluk yaşıyordu. Ramakrishna'nın önünde eğildi, ayaklarına dokundu ve "Evet, Tanrı var!" dedi.

Tanrı bir kişi değildir: O, sonsuz mutluluk, sınırsız bir evinde olduğun duygusudur. "Ben bu dünyaya ait biriyim ve bu dünya da bana ait. Ben burada bir yabancı değilim." duygusunu en üst düzeyde hissetmektir. Varoluşsal bir; "Bütün ve ben ayrı değiliz." hissidir. Bu deneyim Tanrı'dır. Ancak bu duygu sadece iç sesinin işini yapmasına izin verdiğin zaman mümkün olabilir.

Buna izin vermeye başla! Ona mümkün olduğunca çok fırsat ver. Sürekli dışsal otoriteleri arama ve dışsal fikirlere yönelme. Kendini biraz daha bağımsız kılmaya çalış. Daha fazla hisset, daha az düşün.

Git ve bir güle bak, ama hemen papağan gibi "Ne kadar güzel" deme. Bu sadece insanların sana söylemiş olduğu bir fikir olabilir; çocukluğundan beri sürekli "Gül çok güzel bir çiçektir. Harika bir çiçektir." sözlerini duyuyorsun. O yüzden bir gül gördüğün zaman, hemen tuşuna basılmış bir bilgisayar gibi "Bu çok güzel" diyorsun. Bunu gerçekten hissediyor musun? Bu senin içinden gelen duygular mı? Eğer değilse, söyleme.

Aya baktığın zaman, eğer kendi iç sesin değilse, güzel olduğunu söyleme. Zihninde taşıdığın şeylerin yüzde doksan dokuzunun ödünç alınmış olmasına şaşıracaksın. Ve bu yüzde doksan dokuzluk işe yaramaz çöp içinde kalan yüzde birlik iç ses kaybolup boğulmuş durumda. Bilgili olmaktan vazgeç. Kendi iç sesini tekrar bul. Tanrı'yı iç sesinle bilebilirsin.

Altı duyu vardır: Beş tanesi dış duyudur; sana dünyayı anlatırlar. Gözler ışık hakkında bir şeyler söyler; gözlerin olmadan ışığı bilemezsin. Kulaklar ses hakkında bir şeyler söyler; kulakların olmadan ses hakkında hiçbir şey bilemezsin. Sonra bir de altıncı duyu var, iç ses. Bu duyu sana kendin ve her şeyin sonsuz kaynağı hakkında bir şeyler söyler. Bu duyunun keşfedilmesi gerekir. Meditasyon iç sesin keşfinden başka bir şey değildir.

DÜNYADAKİ EN BÜYÜK KORKU BAŞKALARININ FİKİRLERİDİR. Ve kalabalıktan artık korkmadığın an artık bir koyun değil, bir aslan olursun. Kalbinde dev bir kükreme yükselir, özgürlüğün kükremesi.

Buda buna aslanın kükremesi demişti. Bir insan tam dinginliğe ulaştığı zaman bir aslan gibi kükrer. İlk kez olarak özgürlüğün ne olduğunu bilir, çünkü artık başka insanların ne düşündüğü korkusu kalmamıştır. İnsanların ne dediği önemli değildir. Onların sana aziz ya da günahkâr demeleri hiç önemli değildir; senin için tek ve yegane yargıç Tanrı'dır. 'Tanrı' bir kişi demek değildir, Tanrı sadece bütün evren demektir.

Bu bir kişiyle yüz yüze gelme durumu değildir; sen ağaçlarla, nehirlerle, dağlarla, yıldızlarla... bütün evrenle yüzleşmek durumundasın. Ve bu bizim evrenimiz, biz onun bir parçasıyız. Ondan korkmaya gerek yok, ondan bir şey gizlemeye gerek yok. Aslında çabalasan bile ondan bir şey gizleyemezsin. Bütünlük zaten biliyor, bütünlük seni senden daha iyi tanıyor.

İkinci konu ise bundan bile daha önemli: Tanrı zaten hükmünü vermiştir. Bu, gelecekte olacak bir şey değildir, zaten olmuştur: O yargısını çoktan vermiştir. O yüzden bu yargının korkusu bile ortadan kaybolur. Kıyamet Gününde bir yargılama söz konusu değildir. Korkmana gerek yok. Kıyamet ilk günden koptu; seni yarattığı an o zaten hükmünü vermişti. Seni tanıyor, sen onun yarattığı bir varlıksın. Eğer sende bir şey ters giderse, sorumlusu O olur, sen değil. Eğer yanlış yola saparsan sorumlusu O, sen değil. Sen nasıl sorumlu olabilirsin? Sen kendini yaratmadın ki! Eğer resim yaparken bir şey yanlış giderse, bunun sorumlusunun resim olduğunu söyleyemezsin! Sorumlusu ressamdır.

O yüzden kalabalıktan, ya da dünyanın sonu geldiğinde ne yapıp yapmadığına dair hesap soracak hayali bir Tanrı'dan korkmana gerek yok. O zaten hükmünü verdi... Bu çok önemli. Hüküm çoktan verildiği için zaten özgürsün. Ve insan, kendi olma özgürlüğüne sahip olduğunu tam olarak idrak ettiği zaman hayatı devingen bir niteliğe bürünür. Korku esaret yaratır, özgürlük sana kanat verir.


kaynak: Osho kitaplığı (cesaret)
 

osho

Kayıtlı Üye
Katılım
20 Ara 2008
Mesajlar
105
Tepkime puanı
26
Konum
İstanbul
İş
müzisyen/öğrenci
Osho ;iç sesi,iç rehberi duyabilmek için düşünme eylemini durdurmayı söylüyor.Mantığın sesine kulağı kapamak gerekli,bu yüzünden de düşünmemeli seni sadece O'nun yönlendirmesi için.

Karanlık bir gecede, hiçbir ışığın olmadığı engebeli ve tehlikeli bir yolda, Castaneda'nın ustası, "İçindeki rehbere inan ve koşmaya başla" dedi, bu tehlikeliydi. Engebeli yolu tanımıyordu. Her tarafta ağaçlar, çalılar, uçurumlar vardı. Castaneda herhangi bir yere düşebilirdi. Gündüz vakti bile orada dikkatli yürümek zorundaydı. Ve geceleyin karanlık yüzünden hiçbir şey görünmüyordu. Hiçbir şey göremiyordu ve ustası, "Yürüme, koş!" dedi.
Castaneda buna inanamadı. Bu intihar etmek gibi bir şeydi. O korktu. Ama ustası koştu. Vahşi bir hayvan gibi koştu ve sonra koşarak döndü. Castaneda bunu nasıl yaptığını anlayamamıştı. Sadece karanlıkta koşmakla kalmıyor, her defasında Castaneda'yı sanki görüyormuş gibi buluyordu. Zamanla Castaneda cesaretini topladı. Eğer bu yaşlı adam bunu yapabiliyorsa, o neden yapamasın? Denedi ve bir süre sonra bir iç ışığı hissetti, sonra koşmaya başladı.
Sen ancak düşünmeyi bıraktığında varsın. Düşünmeyi bıraktığın an, içteki belirir, eğer düşünmezsen her şey yolundadır. Sanki bir iç rehber devreye girer. Mantığın seni yanlış yönlendirmiştir. En büyük yanlış ise, budur. Kendi iç rehberine güvenemiyorsun.
 

HAMUŞ

Kayıtlı Üye
Katılım
24 Şub 2010
Mesajlar
168
Tepkime puanı
8
Yaş
31
İş
gazetecilik 3. sınıf terk
Mükemmel bir yazı hiç sıkılmadan okudum sadece içimden gelen sese güvenmek konusunu harika işlemiş:):):):)İçimden geldi söyleyeyim dedim.:)
 

paranoise

Kayıtlı Üye
Katılım
24 May 2010
Mesajlar
95
Tepkime puanı
2
Konum
Eridu
İkinci kısım biraz daha iyi hissetmemi sağladı güzel bir yazı paylaştığın için teşekkür ederim. Ve ben gerçekten gülleri sevmem :)
 

morlale

Kayıtlı Üye
Katılım
19 May 2010
Mesajlar
6
Tepkime puanı
0
Emeğinize sağlık, ben iç sese kalbim derim ve ne zaman kalbime kulak vermesem yanılırım, ters gider, başkasının laflarına çok kulak vermemek gerekir, bilge içimizdedir(alıntı), her an yarı yolda bırakırlar çünkü
 

mahir_mtk

Kayıtlı Üye
Katılım
13 Kas 2010
Mesajlar
1
Tepkime puanı
0
Sonuna kadar güzel gitmiş ama sonu yanlış.Çünkü insanların seçim hakkı var, yani eğer kötü bişey yaparsak bunun sorumlusu tanrı değildir.Sorumluluk kötü bişey yapanındır.Eğer öyle olmasaydı dünyaya gelmenin bi amacı olmazdı.Herkesin seçim hakkı vardır.Çünkü iyiyle kötüyü ayırt etmek için bu lazım.
 
Üst