Kabala Vasıtasıyla Realiteyi Hissetmek

Thyphon

Kayıtlı Üye
Katılım
18 Kas 2009
Mesajlar
52
Tepkime puanı
5
Yaş
38
Konum
Ankara
İş
Acil Tıp Teknisyeni
Dünya hakkında bildiğimiz her şey insan yapımı çalışmalara dayalıdır. Her bir nesil dünyamızı çalışır ve bilgisini bir sonraki nesile iletir. Bu vasıta ile, her bir nesil içinde yaşaması gereken tasarımın biçimini ve kendisinin öteki nesillerle olan ilişkisinde konumunu anlar. Her dönemde, insan kendini saran dünyadan yararlanır.

Aynı süreç maneviyatta da meydana gelir. Hz. İbrahim’den ileriye her bir Kabalist nesili manevi dünyaları çalışır ve keşfeder. Bilimsel araştırmada olduğu gibi, elde ettikleri bilgiyi gelecek nesile geçirirler.

Bu dünyada, beş tür alıcı ile beraber - yani beş duyu organımız - alma arzusu diye adlandırdığımız genel bir duyuya sahibiz. Kişi ıslaha uğradığında, maruz kaldığında altıncı hissi kazanır, ki bu manevi duyu olarak bilinir. Bu duyu ona manevi realiteyi hissetmesine olanak tanır. Bu, diğer 5 duyunun olduğu aynı kategori içinde değildir.

Bilim insanları da sadece beş duyu organlarını kullanırlar: objektif olarak gördüğümüz herhangi bir aleti – hassas, gelişmiş, teknik, mekanik veya başka çeşit bir aleti - kullanırlar. Fakat bu aletler – duyabilelim, görebilelim, koklayabilelim, tadına varabilelim ve dokunabilelim diye – sadece duyularımızın sınırlarını geliştirir. Nihayetinde, beş duyu organı aracılığı ile araştırma sonuçlarını ölçen, inceleyen ve değerlendiren insandır. Açıkçası insan duyular tarafından başarılan şeylere kesin, objektif bir cevap sağlayamaz. Kabala, bütün hikmetin kaynağı, bize bunu yapmamıza olanak verir.

Realiteyi çalışmaya başladığımızda, bizim ötemizde olan şeyi çalışamayacağımızı veya anlayamayacağımızı fark ederiz, zira o şey bize yabancı veya bizim için gizlidir. Onu göremezsek, ona dokunamazsak veya onun tadına varamazsak onun gerçekten var olup olmadığını sorgularız. Duyularımızın ötesindeki yüksekteki soyut üst ışığı elde edenler, yani sadece Kabalistler gerçek realitemiz anlayabilirler.

Kabalistler, duyularımızın ötesinde sadece Yaratan olarak adlandırdığımız soyut üst ışığın var olduğunu bize söylerler. Hayal edin ki Işıktan oluşan bir denizin içinde, böyle bir okyanusun ortasındayız. Anlama yeteneğimiz bize izin verdiği müddetçe, böylesi bir okyanusun içine sokulmuş görünen her çeşit duyguyu algılayabiliriz. Başka bir yerde meydana gelen bir olayı işitmeyiz. Duyma, işitme olarak adlandırdığımız şey kulak zarımızın harici uyaranlara verdiği cevap olarak gelir. Buna neyin sebep olduğuna dair bir şey bilmeyiz. Sadece kulak zarımızın içimizden bir yerden tepki verdiğini biliriz. Bunu içsel olarak değerlendirir ve harici bir olay olarak kabul ederiz. Kendimiz dışında neler olmaktadır, bunları bilmeyiz; sadece duyularımızın bu olaylara bunlara verdiği tepkiyi anlarız.

İşitme örneğinde olduğu gibi, aynı şey bizim diğer duyularımız içinde geçerlidir; görme, tatma, dokunma ve koklama duyuları. Bu, bizim “kutularımızdan” asla çıkmamamız anlamına gelir. Harici olarak meydana gelene dair söylediğimiz herhangi bir şey esasında içimizde çizdiğimiz resmin kendisidir. Bu sınırlamanın üstesinden asla gelinemez.

Kabala çalışması, 6.hisse ulaşmamız için doğal duyularımızın sınırlarını genişletmemizde bize yardımcı olabilir, ki bunun yardımı ile içimizdeki ve çevremizdeki realiteye dair haberdar olabiliriz. Bu realite gerçek realitedir. Bunun yardımı ile, duyularımızın harici olarak yaptıkları tepkileri tecrübe edebileceğiz. Eğer beş duyumuzun tamamını doğru biçimde yönlendirebilirsek, realitenin gerçek resmini göreceğiz. Sadece, manevi dünyanın özelliklerini içselleştirmemiz gerekmektedir.

Aynı, belli bir dalgaya ayarlanabilen bir radyo gibidir. Dalga, onu alan ve ona cevap veren radyonun dışında mevcuttur. Bu örnek bizim içinde geçerlidir. Eğer en azından manevi dünyanın küçük bir kıvılcımını tecrübe edersek onu kendi içimizde hissetmeye başlayacağız.

Bu gelişme sürecinde, Kabalistler gitgide daha çok manevi nitelikler edinirler ve bu vasıta ile aynı ilkeye dayalı olarak inşa edilmiş olan her şey ile, manevi dünyanın bütün seviyeleri ile iletişime geçerler. Kişi, Kabala çalışırken, hem manevi hem de maddi –aralarında hiçbir fark gözetmeksizin – bütün realiteyi anlamaya, hissetmeye, değerlendirmeye ve onunla çalışmaya başlar. Kabalistler manevi dünyaya bu dünyadaki bedenlerin kılıfı içinde erişirler. Onları ayıran herhangi bir sınır olmaksızın bu iki dünyayı hisseder.

Kişi sadece bu gerçek realiteyi tecrübe ettiğinde, burada kendisine olanları açıklayan gerekçeleri görebilir, anlayabilir. Eylemlerinin sonuçlarını anlar. Sonra, hayatında ilk kez – her şeyi yaşayarak, hissederek, kendisi ve yaşamı ile ne yapması gerektiğini bilerek – pratik olmaya başlar.

Bunu fark etmeden önce, neden doğduğu, kim olduğu ve eylemlerinin sonucu hakkında bir şeyi bilme yetisine sahip değildir. Her şey maddi dünyanın sınırları içine yerleştirilmiştir ve bu sınırlara kişinin giriş yolu aynı zamanda da onun bu sınırlarından ayrılma yoludur.

Bu arada, hepimiz “Bu Dünya” diye adlandırılan seviyedeyizdir. Duyularımız eşit derecede sınırlıdır, o nedenle sadece aynı resmi görebiliriz. Baal HaSulam şöyle yazmaktadır: “Bütün üst ve alt dünyalar insanın içindedir. Bu, Kabala Hikmeti’ne ve çevresindeki realiteyi yaşamaya ilgi duyan herhangi birisi için anahtar cümledir. Çevremizdeki realite üst dünyaları ve bu dünyayı kapsar, içerir; hep beraber bu dünyalar, insanın parçasıdır.

Şimdilik, bu dünyayı maddi, fiziki öğeler vasıtasıyla anlarız. Fakat, çalışmaya başladığımızda, birkaç öğe dahil ederiz, ki bunlar vasıtası ile öteki ilave öğeleri de keşfederiz. Bu, bize, şimdi göremediğimiz nesneleri görmemize olanak verir.

İlk seviyemizde, çok altlarda bir seviyedeyizdir, zira diametrik olarak Yaratan’ın seviyesinin karşısında konumlandırılmışızdır. Fakat sonra, arzumuzu ıslah ederek bu seviyeden yukarı çıkmaya başlarız. Sonra, gerçekte hiçbir değişim olmamasına karşın, çevremizi saran bir başka realiteyi keşfederiz. İçimizde değişiriz ve değişimin ardından çevremizi saran diğer elementlerin farkına varırız. Sonra, bu elementler kaybolur ve hissederiz ki her şey sadece Yüce Yaratan sayesindedir. Aşama aşama keşfetmeye başladığımız elementlere dünyalar denir.

Manevi realiteyi hayal etmeye çalışmamalıyız; ama onu hissetmeye çalışmalıyız. Onu hayal etme, bizi, ona erişmeden uzaklaştırır. Kabalistler üst dünyalara duyuları vasıtası ile ulaşırlar, aynı bizim maddi dünyaya ulaşmamız gibi. Dünyalar Yaratıcı’yı bizden saklayarak O’nunla bizim aramızda bulunurlar. Baal HaSulam’ın da yazdığı gibi bu aynı dünyaların ışığı bizim için filtre etmesi gibidir. Sonra, çevremizi saran realiteyi farklı biçimde görebiliriz. Esasında, bizimle Yaratan arasında hiçbir şeyin var olmadığını keşfedeceğiz.

Bütün bu kargaşalık, aramızdaki dünyalar O’nu bizden saklar. Bunlar duyularımızın üzerine yerleştirilmiş maskelerdir. İbranice’de Olam (Dünya) kelimesinin kökü “elema” (gizli/ gizlenmiş) dır. Işığın bir bölümü iletilir ve bir bölümü de saklıdır. Dünya ne kadar üstte olursa Yaratan da o kadar az gizlenmiş olur.

Bu dünyada olanlar realitenin farklı resimlerini farklı biçimde çizerler. Mantık, realitenin herkese aynı olması gerektiğini söyler. Fakat, bir kişi bir şeyi duyarken, başka kişi de başka bir şeyi duyar; bir kişi bir şeyi görürken bir başkası aynı şeyi farklı biçimde görür.

Baal HaSulam buna örnek olarak elektriği kullanarak göstermektedir. Evlerimizde, elektriği kullanan alete ve de aletin elektriği kullanma kabiliyetine bağlı olarak vakum veya basıncı Yaratan, serinleten, ısıtan soyut enerjiyi ihtiva eden elektrik prizlerine sahibiz. Fakat, enerjinin kendi biçimi yoktur ve soyuttur. Alet, elektrikte bulunan potansiyeli ortaya çıkarır.

Aynı şeyi, hiçbir biçimi olmayan Yaratan, üst Işık içinde söyleyebiliriz. Her bir kişi, kendi ıslah seviyesine göre Yaratıcı’yı hisseder. Çalışmaların başlangıcında, kişi sadece bu realitenin var olduğunu anlayabilir ama daha yüksek, yukarı bir gücü hissedemez.

Aşama aşama, duyularını kullanarak gerçek, geniş realiteyi keşfeder. Daha ileri bir seviyede, eğer ki çevresinde ki ışığa göre duyularını ıslah ederse, kişi ve Işık arasında – İnsan ve Yaratan arasında – hiçbir ayrılık olmaz. Bu ikisinin nitelikleri arasında hiçbir farklılık yokmuş gibi bir durum ortaya çıkacaktır. Daha sonra, kişi gerçek anlamda Yaratansallığa erişir. Yaratansallık, maneviyatın en üst seviyesidir.

Yeni başlayan bir öğrenci, öğretmenini bile doğru biçimde anlayamazken bu bilimde nasıl ustalaşabilir? Cevap çok basittir. Manevi olarak kendimizi bu dünyanın üstüne kaldırdığımızda bu mümkündür.

“Eğer maddi egoizmin bütün izlerinden kendimizi kurtarırsak, ve gerçek hedefimiz olarak manevi değerleri elde etmeyi kabul edersek.”

“Eğer dünyamıza maneviyat isteği ve tutkusunu sokarsak, ki bu, üst dünya için anahtardır."



Alıntıdır.
 

Perina

Banlı Kullanıcı
Katılım
7 Eki 2011
Mesajlar
795
Tepkime puanı
64
Yaş
51
Tüm inanışlar şunu öğütlüyor..Maneviyat..Hayat amacımız yani..
 
Üst