Kalbini Dikkatli Dinle

Yesil Cingene

Kayıtlı Üye
Katılım
15 Ara 2008
Mesajlar
907
Tepkime puanı
56
Yeni insanlığın sanatı, kalbinin sesini, bilinçle, dikkatle ve her şeyinle dinleme sırrından oluşacaktır. Seni nereye götürürse onu takip et. Evet, bazen seni tehlikelere götürecek… Ama unutma, seni olgunlaştırmak için o tehlikeler gereklidir. Bazen seni yanlış yola sokacaktır. Ama yine unutma, o yanlış yollar, büyümenin bir parçası olacak. Birçok kere düşecek, tekrar kalkacaksın. Çünkü insan böyle güç toplar. Düşüp tekrar kalkarak. İnsan böyle bir bütün olur. Ama dışardan dayatılmış kuralları takip etme. Dayatılmış hiçbir kural doğru olamaz. Çünkü kurallar, sana hükmetmek isteyen insanlar tarafından icat edilmiştir. Evet, bazen bu dünyada, aydınlanmış büyük insanlar da yaşadı; bir Buda, bir İsa, bir Krishna, bir Muhammet. Onlar dünyaya kural koymadı. Sadece sevgilerini verdi. Ama bir süre sonra müritleri bir araya gelip, davranış kuralları oluşturmaya başladı. Usta gittikten sonra, ışık söndükten sonra, hepsi karanlıkta kalıyor ve takip etmek için, el yordamıyla bazı kurallar koyuyorlar. Çünkü görmelerine olanak sağlayan ışık artık yok. O yüzden artık kurallara bel bağlamak zorundalar. İsa, kendi kalbinin fısıldadıklarını yaptı ama Hıristiyanların yapageldikleri şey, kendi kalplerinin söyledikleri değil. Onlar taklitçi … ve taklit etmeye başladığın an, kendi insanlığına hakaret ediyorsun; kendi Tanrına hakaret ediyorsun. Asla taklitçi olma, her zaman özgün ol. Bir karbon kopya olma. Ama dünyada olan tamamen bu: Karbon kopyalar ve karbon kopyalar. Eğer özgün olursan, hayat gerçek bir danstır. Ve sen özgün olmak için yaratıldın. Krishna’nın, Buda’dan ne kadar farklı olduğunu düşün. Eğer Krishna, Buda’nın izinden gitseydi, bu dünyaya gelmiş olan en güzel insanlardan birini kaçırmış olurduk. Ya da eğer Buda, Krishna’yı izleseydi, sadece zavallı bir varlık olurdu. Buda’nın flüt çaldığını bir düşünsene! Birçok insanın uykusunu kaçırırdı: O bir flütçü değildi. Buda’yı dans ederken bir düşün; çok komik, çok saçma görünürdü. Aynı şey Krishna için de geçerli. Elinde flüt olmadan, kafasında tavus kuşu tüylerinden taç olmadan, üzerinde güzel kıyafetler olmadan bir ağacın altında oturuyor olsa, bir dilenci gibi gözlerini kapatıp ağacın altında otursa, etrafında dans eden kimse olmasa, ne bir dans, ne bir şarkı olsa, Krishna çok fakir, çok zavallı görünürdü. Buda bir Buda’dır, Krishna bir Krishna’dır ve sen de sensin. Sen hiçbir şekilde başkalarından daha düşük değilsin. Kendine, iç sesine saygı duy ve onun izinden git. Ve unutma, ben sana her zaman doğru yola gideceğin garantisi vermiyorum. Birçok kere seni yanlış yola yönlendirecek çünkü doğru kapıya gelmek için, insanın önce birçok yanlış kapıyı çalması gerekir. Hayat böyle. Eğer birden doğru kapıya rastlarsan, onun doğru olduğunu anlayamazsın. O yüzden unutma, son tahlilde hiçbir çaba boşuna değildir: Her çaba, senin gelişmenin doruk noktasına ulaşmana katkı yapar. Kararsız olma. Yanlış yola sapman endişe yaratmasın. Sorunlardan biri bu: İnsanlara asla yanlış bir şey yapmamaları öğretiliyor, onlar da yanlış yapmaktan o kadar korkmaya başlıyorlar ki, hiçbir şey yapmıyorlar. Hareket edemiyorlar. Yanlış bir şey olabilir. O zaman bir kayaya dönüşüyorlar, hareket kabiliyetlerini yitiriyorlar. Mümkün olduğunca çok sayıda hata yap ama bir şeyi unutma: Aynı hatayı tekrarlama. O zaman gelişirsin. Yoldan sapabilmek özgürlüğünün bir parçasıdır. Tanrı’ya karşı çıkmak dahi gururunun bir parçasıdır. Ve bazen Tanrı’ya bile karşı çıkmak güzeldir. Bu şekilde, bir omurgaya sahip olmaya başlarsın; yoksa omurgasız milyonlarca insan var. Mümkün olduğunca çok sayıda hata yap ama bir şeyi unutma: Aynı hatayı tekrarlama. O zaman gelişirsin. Sana söylenmiş olan her şeyi unut: “Bu doğru ve bu yanlış!” Hayat o kadar kesin değil. Bugün doğru olan bir şey, yarın yanlış olabilir; şu an yanlış olan bir şey, bir sonraki an doğru olabilir. Hayat o kadar kolay istiflenemez, onu bu kadar kolay etiketleyemezsin: “Bu doğru ve bu yanlış.” Hayat her şişenin etiketli olduğu ve neyin ne olduğunu bildiğin bir eczane dükkanı değil. Hayat bir gizemdir: Bir an, bir şey uygundur ve o yüzden doğrudur; bir sonraki an, köprünün altından o kadar çok su akmıştır ki, artık uymaz olur ve yanlıştır. Benim doğruluk tanımım ne mi? Varoluşla ahenk içinde olan doğrudur ve varoluşla ahenk içinde olmayan yanlıştır. Her an tetikte olman gerekir, çünkü kararın o an verilmesi gerekir. Neyin doğru, neyin yanlış olduğu hakkında önceden hazırlanmış yanıtlara güvenemezsin. Sadece aptal insanlar önceden hazırlanmış cevaplara güvenir, çünkü o zaman zeki olmalarına gerek yoktur. Neyin doğru, neyin yanlış olduğunu zaten bilirsin. Listeyi ezberlersin; liste o kadar uzun değil. On Emir: Bu çok basit! Neyin doğru neyin yanlış olduğunu biliyorsun ama hayat sürekli değişiyor. Eğer Musa tekrar dünyaya gelse aynı On Emir’i vereceğini sanmıyorum; veremez. Aradan geçen üç bin yıldan sonra, aynı şeyleri nasıl söyleyebilir? Yeni bir şeyler icat etmek zorunda. Benim anlayışıma göre, ne zaman bu tip emirler verilse, insanlara zorluk çıkartıyor, çünkü verildikleri zaman bile geçmişte kalmış oluyorlar. Hayat çok hızlı ilerler; dinamiktir, durağan değil. O bir havuz değil; Ganj gibi sürekli akan bir nehirdir. İki anı asla birbiri ile aynı değildir. O yüzden bu anda doğru olan bir şey, bir sonraki anda doğru olmayabilir. O zaman ne yapmalı? Yapılacak tek şey, insanlara bu değişen hayata nasıl tepki vereceklerine, ancak kendilerinin karar vereceğini hatırlatmaktır. ‘ Bir Zen hikâyesi: Birbirine rakip iki tapınak vardı. Bu tapınakların ustaları — onlar aslında sözde usta olmalılar, gerçek birer rahip olmalılar — birbirine o kadar karşıydı ki, müritlerinden diğer tapınağa bakmamalarını istiyorlardı. Bu iki rahibin de birer çocuk hizmetçisi vardı. Onların bütün işlerini bu hizmetçiler yürütüyordu. İlk tapınağın rahibi, hizmetçisine “Diğerinin hizmetçisi ile asla konuşma, o insanlar tehlikeli.” dedi. Ama çocuklar, çocuktur. Yolda karşılaşmışlar ve ilk tapınağın hizmetçisi diğerine sormuş: “Nereye gidiyorsun?” Diğeri yanıtlamış: “Rüzgâr beni nereye götürürse.” Tapınakta söylenen büyük Zen hikayelerini dinlemiş olmalı. “Rüzgâr beni nereye götürürse,” diyor. Harika bir cümle! Saf Tao. Ancak ilk çocuk çok utanmış, bozulmuştu ve verecek bir yanıt bulamamıştı. Öfkelenmişti ve suçluluk duygusu içindeydi. “Ustam, bu insanlarla konuşmamamı söylemişti. Bu insanlar gerçekten tehlikeli. Bu ne biçim bir yanıt? Beni aşağıladı.” Ustasına gitti ve olanları anlattı: “Onunla konuştuğum için çok özür dilerim. Haklıymışsınız, o insanlar gerçekten çok garip. Bu ne biçim bir yanıt? Ona nereye gidiyorsun diye sordum. Basit, resmi bir soru. Onun tıpkı benim gibi pazara gittiğini biliyordum. Ama o bana, ‘rüzgâr beni nereye götürürse’ dedi.” Usta konuşmuş: “Seni uyarmıştım ama dinlemedin. Şimdi bak; yarın aynı yerde dur. O geldiği zaman, ‘Nereye gidiyorsun?’ diye sor. Sana, ‘Rüzgâr beni nereye götürürse’ diyecek. O zaman senin de biraz daha felsefi olman gerekir. Yani, ‘Ayakların yok mu?’ dersin. Çünkü ruh bedensizdir ve rüzgâr ruhu hiçbir yere götüremez. Buna ne dersin?” demiş. Çocuk tamamen hazır olmak istiyordu. Bütün gece mizanseni kafasında tekrarladı. Ertesi sabah erkenden oraya gitti ve o noktada beklemeye başladı. Diğer çocuk tam vaktinde geldi. Çok mutluydu. Şimdi ona gerçek
felsefenin ne olduğunu gösterecekti: “Nereye gidiyorsun?” diye sordu ve bekledi. Ancak diğer oğlan: “Pazardan taze sebze alacağım.” dedi. Şimdi öğrendiği o felsefeyi ne yapacaktı? ’ Hayat böyledir. Onun için hazırlık yapamazsın. Onu hazır bir şekilde bekleyemezsin: Güzelliği bu; anlamı bu. Seni her zaman şaşırtıyor ve sürprizlerle geliyor. Eğer gözlerin varsa, her anın sürprizle dolu olduğunu ve hiçbir önceden hazırlanmış yanıtın uygulanabilir olmadığını görürsün.



Osho-Sevgi/Ganj Kitapları
 
Üst